edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sodom ve Gomore, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

 

Sodom ve Gomore, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, İletişim, 2005, İstanbul


          Roman, Mondros Mütarekesinin ardından işgal kuvvetlerinin İstanbul’da meydana getirdikleri fiziksel ve ahlaki tahribatı konu edinmiştir. Zaman olarak 1922 yılına kadar yani işgal kuvvetlerinin çekilmelerine kadar sürer. Başta İngiliz subayları olmak üzere tüm işgal devletlerinin askerleri, Türklüklerini yitirmiş, kokuşmuş Türk aileleri ile birlikte, Anadolu’da Türk’ün ateşi yanarken zevk ve sefa âlemlerine dalmışlardır. Ancak bu aldanış hem işgal güçlerine hem de kişilikleri çürümüş Türk ailelerine pahalıya mal olmuştur.

          Sodom ve Gomore, halen İsrail ile Lübnan arasındaki Lût Gölü çevresinde bulunan iki şehre verilen addır. Kutsal kitaplarda bu iki şehrin insanının (Lût Kavmi) Tanrı tarafından içine düştükleri sapkınlıklardan dolayı cezalandırıldıkları ve taş haline getirildikleri yazılıdır. Yazarın romanına bu ismi seçmesindeki amaç da Lût Kavmine benzer şekilde davrandıklarını değerlendirdiği işgal güçleri ve bazı Türk aileleridir.

          Roman Captain Gerald Jackson Read isimli İngiliz subayının kaldığı otel odasında geç uyanışını, manikür vs. işlerle uğraşıp bakımını tamamladıktan sonra odadan ayrılışını tasvir ederek başlar. Captain Read, tüm kadınların ilgisini çekecek kadar yakışıklılığı ile birlikte o İngilizlere has soğuk ve donuk kişiliği de bünyesinde bulundurmaktadır. Bu sebepledir ki romanda en çok kadın değiştirdiği bahse konu olan kişi bu İngiliz subayıdır. O gün de otel odasından gerekli bakımını yaptıktan sonra gideceği yer yeni flörtü Leyla’ların evindeki davettir. Dönemin üst tabaka sosyetesinin en gözde ismi olan bu İngiliz subayı ile birlikte olmak, hatta adının yan yana telaffuz edilmesi bile bir bayan için en onur verici şey olarak algılanmaktadır. Leyla’nın babası, Sami Bey, işi gereği yabancılarla fazlaca içli dışlı olmuştur. Bu sebeple onların evine gelmelerini kendi adına gurur vesilesi bilmektedir. Aynı zamanda Türk’ten gayrı her milletin sözüne inanır ve Türkiye’ye ait meselelerinin mutlaka başkaları tarafından halledilebileceğine kanidir. Yabancıların, kızı Leyla ile ilgilenmeleri de onu hiç rahatsız etmez. Leyla’nın annesi zaman zaman bu durumdan, Necdet’ten dolayı, şikâyetçi olsa da kızının beni kıskanıyorsun demesi üzerine sindirilmiş vaziyettedir. Necdet ise Leyla’nın nişanlısı ve aynı zamanda akrabasıdır. Romanın diğer kahramanları ve Leyla’ların evindeki davetin diğer misafirleri ise Major Will, Captain Marlow, Madam Jimson, Makbule hanım ve kızı Nermin, Azize hanım vs.dir.

          Necdet, yurt dışında eğitim görmüştür ancak milli duygularını henüz kaybetmemiştir.  Özellikle İngilizler başta olmak üzere bütün işgal güçlerine çevresindeki kişilerin aksine nefretle bakmaktadır. Ailelerin tasvibi üzerine Leyla ile nişanlanmış, zamanla onu sevmiş hatta âşık olmuştur. O da Leyla’ların evine sık sık gidip gelmektedir. Hatta o günkü davette tatsızlık çıkmasın diye Necdet gelmeden hemen önce Captain Read’ı göndermişlerdir.  Ancak gecenin ilerleyen saatlerinde İngiliz subayının bu kez telefon açması ve Leyla’nın uzun süre bu adamla konuşması üzerine hiddetlenen Necdet Leyla’nın yüzüne bile bakmadan evi terk eder.

          Duygularına engel olamayan Necdet kendisinin de önceden duyduğu dedikodulara yerinde şahit olunca hem Captain Read’a hem de Leyla’ya daha çok hiddetlenmeye başlar. Eline geçirse belki ikisini de anında boğacaktır. Captain Read’ın eski sevgilisi olan madam Jimson’un evinden telefon açması üzerine Necdet o evin önünde bekleyen arabanın Captain Read’ı almaya geldiğini anlar, ancak adamın çıkışında yapmak istediği girişimi yapamaz. Artık Leyla’ya iyiden iyiye dargındır.

          Captain George Marlow,Captain Read’ın arkadaşıdır.Ancak Marlow’un oldukça farklı eğilimleri vardır. O,erkeklerden hoşlanmaktadır. Çoğu zaman para ile bu tarz oğlanlar bulmakta ve onlarla birlikte olmaktadır.

          Necdet’le Leyla’nın aralarının açık olduğu bilinip yayılmaya başlar hatta barıştırma girişimleri olur. Nuriye Hanım ismindeki akrabaları bir Amerika’lı ile tanıştırmak vaadiyle Necdet’i çağırır. Necdet girişimin sebebini bile bile gider. Amerikalı Miss Fanny Moore isimli kadın oradadır ve Leyla da çok geçmeden gelir. Evlenmeden evvel erkek ve kadının cinsel uygunluğunun mutlaka tespit edilmesi gerektiğini savunan kızın başlattığı tartışma, Necdet ile Leyla’nın arasını büsbütün açar.

          Bu gelişmeler üzerine mektuplaşma başlar. Leyla af diler. Ancak Necdet açılan yaranın onun sandığından çok daha derin olduğunu anlatması üzerine Leyla Necdet’in evine gelir. Kısa bir konuşma ve ardından Necdet’in zaafı Leyla’ya kendisini affettirmek için fırsat yaratır. Leyla, “Beni sevmek bana katlanmaktır” vurgusunu Necdet’in zihnine işler. O günden sonra Necdet de sırf Leyla’yı İngiliz’e karşı daha yakından takip edebilmek için onların hayatına katılmaya karar verir.

          Ancak kendi verdiği bu sözden yine kendisi vazgeçecektir. Bunun sebeplerinden birincisi Galatasaray lisesinden arkadaşı olan Cemil Kâmi ile birlikte bir akşam yemeği için gittikleri lokantada üç İngiliz subayının feslerini çıkarmaları konusunda yaptıkları baskılar ki bunlardan biri Captain Marlow’dur ardından bu sarhoş adamların lokantanın şarkıcısı genç erkeğe sırnaşma girişimleridir. İkincisi ise sebepsiz sorgusuz bir gün sabah yatağından apar topar askerler tarafından alınarak götürülmesidir ki bu olayda Captain Read ile Marlow’un büyük payları vardır. Ancak Leyla’nın girişimleri ile serbest kalacaktır.

          Romanın en mühim olaylarından biri Major Will isimli İngiliz subayının Orhan Bey isimli birisi sayesinde yeni satın aldığı yalısının açılış törenidir. Madam Jimson’u ev sahibesi olarak görevlendirir. Davete yine jet sosyete işgalcilerle birlikte katılır, hatta birbirleriyle yarış ederler. Will evin odalarını davetlilere tek tek kendisi gezdirir. Yalının eskiden ibadethane olan odasını kendisine yatak odası yapar ve bu odayı sadece erkeklere gösterir. Bir de geç saatlerde Miss Fanny Moore ile Nermin’in lezbiyen ilişkisine ortam olarak kullanır. Yokluklarından şüphelenen davetliler iki kızı çıplak olarak bu odada basar. Aynı gece evin bahçesinde Captain Read ile Leyla’nın bahçedeki faaliyetlerine şahit olan ve İngiliz ile yaka paça tutuşan Necdet yine Leyla ile uzun sürecek bir ayrılık dönemine girecektir.

          Azize hanım bu topluluk içinde Captain Marlow’u gözüne kestirir. Ancak kadının bu geceki ve bundan sonraki bütün girişimleri sonuçsuz kalacaktır.

          Leyla ayrılığı noktalamak için Necdet’in evine gider. Ancak nefreti ile karşılaşır. Sille tokat şiddetli bir şekilde başlayan kavga ateşli ve şiddetli bir sevişmeye dönüşür ve yine barışırlar. Leyla Necdet’in İngiliz’i düelloya davetini de güç bela iptal ettirir. Captain Read’ın Necdet’e karşı acımasız tavrını görünce ondan iyice soğur.

          Azize hanımın ele geçirmek için çırpınıp durduğu Captain Marlow ise Azize’nin kocası Atıf ile ilgilenmektedir. Hatta Atıf onu evine getirince Azize tam fırsatını bulduğunu sanmış, ancak bu fırsatı beylerin kendileri için yarattıklarını anlayamamıştır. Atıf’ın isteği üzerine Marlow bıyıklarını dahi keser.

          Captain Read bu soğukluk dönemini padişah yeğenlerinden Nail Bey’in karısı Şehnaz Sultan ile değerlendirir. Dedikodular ise alır başını gider.

          Leyla ise Necdet’ten evlilik için bir tarih belirlemesini ister. Ancak Necdet ileride başına gelebileceğini tahmin ettiği olayların tesiriyle cevapsız bırakınca Leyla’nın “tarih belli olana kadar görüşmeme” talebi ve tehdidi ile karşılaşır. Necdet’ten ise bu tarih hiçbir zaman gelmez. Necdet’ten iyice uzaklaşan Leyla’nın adı zengin bir Amerikalı ile anılmaya başlar, dedikodular artar. Necdet içten içe kendisini yiyip bitirir. Bir ara Anadolu’ya geçmeyi düşünür ancak ona da cesaret edemez.

          Madam Jimson yeni arkadaşı İtalyan albayı şerefine evinde gece düzenler. Amacı yeni sevgilisini sosyeteye tanıtmaktır. Necdet de davetlidir. Bir yanı isteyerek bir yanı istemeyerek katılır. Madam Jimson ise kocasının ölüm döşeğinde olmasına aldırmayarak bu daveti yapar ki gece bitmeden adam ölecektir. Necdet de Leyla ile bir kez daha karşılaşma fırsatı yakalayacaktır.

          Madam Jimson kocasını ölümünün ardından tam hürriyete kavuşan zengin, bakımlı bir dul olur. Ancak kocasının mirası konusunda kimlik sorunu yaşasa da bunu çabuk atlatır. Bir zamanlar en azılı rakibi olan Leyla’nın önüne gelenle düşüp kalkması, dedikoduların alıp yürümesi üzerine iyice yüklenme kararı alır. Leyla’nın, sosyeteden uzaklaştığını veya uzaklaştırıldığını hissettiği bir dönemde bunu test etmek için düzenlediği müzik/sanat gecesine kimsenin katılmamasını düzenleyeceği bir yemekli organizasyonla yine madam Jimson sağlar. Bu ağır mağlubiyet sonucu Leyla depresyona girer bir daha kendisini doğrultamaz. Jimson, Leyla ile ilgili haberleri babasının kızına ayarladığı doktordan gün be gün alır. Sonunda Leyla’nın yurtdışına gönderilmesine karar verilir ve İtalya’ya gönderilir. Kızını İtalya’ya gönderebilmek için yeterli parası olmayan, Sakarya savaşından sonra işgal kuvvetlerinin konumunun da iyice zorlaşması sonucu kimseden borç bulamayan Sami Beyin son çaresinin cefakâr ve fedakâr Necdet olduğunu Leyla hiçbir zaman bilmeyecektir.

          Anadolu’da milli harekete katılan ve Kızılay ile ilgili bir iş için İstanbul’a gelen Cemil Kâmi ile Necdet’in bu seferki görüşmeleri artık İstanbul’dan bile hissedilmeye başlanan gelecek zafer ile ilgilidir. Ağustos ayının sonuna yetişen zafer İstanbul’da çeşitli gösterilere sahne olur. İşgal kuvvetlerinin gözleri önünde, artık onların ses çıkaramadan izlemek zorunda kaldıkları bu olaylar onları ve sosyete ve yardakçı ailelerini yasa boğarken Türk insanını hudutsuz sevince boğar. İngilizler artık buradan bir an önce ayrılmayı planlarlar.

          İtalya’daki tedavisinin ardından yurduna dönen Leyla ve ailesi gelişmeler karşısında kolu kanadı kırılmış vaziyette nereye tutunacaklarını bilemezler. Son bir gayretle Leyla’nın yaptığı Necdet’i tekrar kazanma girişimleri de sonuçsuz kalır. Necdet, defaatle barışmak suretiyle karakterini zayıflatan bu kızı artık kalbinden silmiştir ve o artık vatan aşığı olmuştur.

Türk'ün Ateşle İmtihanı, Halide Edip ADIVAR

Türk'ün  Ateşle İmtihanı, Halide Edip ADIVAR,  Yeni gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.,  Eylül 1998

                        :

          Halide Edip,Türkiye’nin işgaline karşı çıkmış, ünlü Sultanahmet mitingine(1919) konuşmacı olarak katılmış,halkı mücadeleye çağırmıştır. Kurtuluş savaşı yıllarında eşiyle birlikte Anadolu’ya geçmiş Atatürk’ün yanında yer almıştır. Kongreleri ve milli hükümeti kurmak için yapılan çalışmaları, ermeni faaliyetleri ve bu faliyetlere karşı yapılanları ve milli mücadelenin safhalarını sırası geldikçe anlatmaktadır.

          Halide Edip, Sakarya Savaşından sonra Batı Cephesi’ne gitmiş, Kızılay’da hastabakıcı olarak çalışmış, Zaferden sonra düşmanın Anadolu köy ve kasabalarında meydana getirdikleri zararları görmek ve incelemek üzere kurulan komisyonlarda görev almış bir vatanseverdir. Yaşadıklarını ve gördüklerini bu anı kitabında özet olarak aşağıdaki  şekilde anlatmaktadır.

          İstanbul'un işgalinden sonra, işgal kuvvetleri ve azınlıklar Türk ahaliye çok kötü davranırlar.Azınlıklar Müttefik askerlerinden güç alarak Türk vatandaşlarına çok kötü muamele etmeye başlarlar. Sokaklarda fesler, kadın peçeleri yırtılıyor, insanlar hakaretlere maruz kalıyordu. İngiliz genel karargahının komutanı Kolonel azınlıklara mensup bütün mahkumları serbest bırakıyor, Türklerin hiç biri silah taşımamakla beraber azınlıklara silah dağıtılıyordu. Halk ümitsizlik içindedir. Yöneticilerde ülkenin geleceği ile ilgili fikir birliği oluşmamıştır. Osmanlı Meclisi kapanmıştır. Kazım Karabekir Paşa, o zaman memleketimizde tek hatırı sayılır Türk ordusunun başında bulunuyordu. Kendisi, aynı zamanda itilaf kuvvetlerinin Şarki Anadolu’da bir Ermenistan kurulmasına karşı halkı silahlandırmaya başlamıştı. Bu bölgede büyük kargaşa yaşanmaktadır. Birinci Dünya savaşında Ruslar’la birlikte hareket edip Türk ordusunu arkadan vuran Ermenilerden öldürülenlerin, Anasız ve babasız çocukları Türk yetimhanelerine götürülmüş, Müslüman ve Türk olarak kaydedilmişlerdi. Şimdi Ermeniler ana, babalarını öldürdükleri yahut göçe zorladıkları Türk çocuklarını Ermeni yetimhanelerine Ermeni çocuğu diye kaydettiriyorlardı. Amerikalılar da Yakın Doğuya yardım merkezi adı altında bir müessese kurarak yetimhanelerdeki çocukların hangisi Türk, hangisi Ermeni ayırt edeceklerdi.Çoğunlukla Ermeni veya Türk çocuğu olduğuna çoğu zaman karar verilemiyor, kayıtlarında büyük yanlışlıklar yapılıyordu. Kurulan komisyonlar ayırım işini  yapamıyorlardı.

          Bu arada İzmir işgal edilir. Bu işgal çok büyük üzüntüye neden olur. Bunun üzerine İstanbul'da birçok toplantı düzenlenir. Halide Edip bu toplantılara konuşmacı olarak katılır. Sultanahmet mitinginde yaptığı konuşmadan bazı bölümler şöyledir.” Kardeşler, evlatlar, size dünyanın verdiği hükmü dinleyiniz: Avrupalı itilaf devletlerinin  tecavüz siyaseti bazen hıyanetle ve daima haksız olarak Türkiye’ye çevrilmiştir. Eğer ayda ve yıldızlarda da Türk’le Müslüman  bulunduğunu söyleseler oralara da istila orduları gönderirlerdi. Nihayet hilali parçalamak için ellerine bir fırsat geçmiştir. Bu kararlarına karşı bizi tutacak hiçbir Garplı kudret yoktur. Bu meselede bu insani olmayan karara katılmayanlar da ayni derecede belki daha da mesuldurlar. Onların hepsi, insan haklarını ve millet haklarını müdafaa için bir mahkeme kurmuşlar, fakat orada yenilenlerin parçalanması hükmünü vermişlerdir.Türklere günahkar diyen bu kimselerin kendileri o kadar günahkardırlar ki , Okyanusun suları onları temizleyemez. Hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir. Bütün milletlerin haklarını kazanacağı gün çok uzak değildir. O gün geldiği zaman, bayraklarınızı alınız, bu maksat için canlarını veren kardeşlerinizi ziyaret ediniz.”

          Bu toplantılar, Millî Mücadele için zemin hazırlar. İzmir'in işgalinden bir gün sonra 16 Mayıs'ta Mustafa Kemal Paşa, doğudaki kargaşaya  son vermek için, hükûmet tarafından 9’ncu Ordu Müfettişi olarak görevlendirilir. Mustafa Kemal Paşa gizliden gizliye, Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Rauf Bey ile anlaşır. Miralay Refet Paşa ve Albay Arif Bey, Mustafa Kemal ile birlikte hareket ederler. Amasya'da ilk tarihi toplantıyı yaparlar. Arkasından Erzurum ve Sivas Kongreleri yapılır. Anadolu'da bir diriliş hareketi başlar. Millî Hükûmetin kurulması çalışması hız kazanır.

          Halide Edip ve onun gibi Anadolu hareketine destek verenleri İngilizler tutuklamak için faaliyete geçerler. Yerlerini bildirenlere para ödülü verileceğini bildirirler. İstanbul’dan Anadolu’ya Kurtuluş ordusuna silah ve malzeme kaçıran teşkilatların yardımıyla  bin bir güçlükle kaçarak Anadolu'ya geçerler. Ankara'nın yolu tehlikelerle doludur. İstanbul'da işgal güçlerinden kaçan vatanseverler, Anadolu'da hem azınlık çetelerinden, hem de padişah yanlılarından saklanmak zorunda kalırlar.

          Bu grup Ankara'ya ulaşır. Orada Mustafa Kemal tarafından karşılanır.Ankara’da Ziraat Mektebi binası Karargah haline getirilmiştir.Anılarında, işte bu yer, yeni hükümeti ve yeni Cumhuriyeti yaratacak binaydı diye bahseder.

          Millî Mücadele için bir çok hazırlık yapılmasına rağmen ne dış dünyaya, ne de ülke içine sesleri duyurulamıyordu. İlk iş olarak Yunus Nadi ile Halide Edip Anadolu Ajansını kurar. Böylece millî hareketin anlamı duyurulmaya başlanır. Halide Edip Karargahta İngilizce gazetelerin siyasete kaçan bölümlerini tercüme ederek,Mustafa Kemal Paşa’nın katibi Hayati Bey in getirdiği telgraflar arasından Anadolu Ajansı veya Hakimiyeti Milliye gazetesi için lazım gelen parçaları keserek, bundan başka Mustafa Kemal Paşa’nın diğer muhaberatına ait yazıları hazırlar. Artık Ankara, Millî Mücadelenin merkezidir. Bu arada TBMM açılır; Mustafa Kemal Paşa başkan seçilir.

Yeni kabinede şu isimler bulunuyordu.Hariciye Vekili Bekir  Sami Bey,Dahiliye Vekili Cami Bey, Milli Müdafaa Vekili Fevzi Paşa, Sıhhiye Vekili Dr.Adnan, Maarif vekili Dr.Rıza Nur, Ziraat Vekili Yusuf Kemal Bey, Adliye Vekili Celalettin Arif Bey, Şeriye Vekili Mustafa Fehmi Efendi, Maliye Vekili Hakkı Behiç Bey, Nafıa Vekili İsmail Fazıl Paşa, Erkanı Harbiye Reisi Miralay İsmet Bey.

          Anadolu'nun her yanında yeni oluşmuş, şekil almamış düşünceler arasında mücadeleler devam ediyor, her yerde kardeş kanı dökülüyordu.Düşmana karşı savaşmak için dağa çıkan topluluklar başı bozuk hareket ediyorlardı. Kötü niyetli olanlar halkın elindeki malzemeyi ve erzakları almaya teşebbüs ediyorlardı. Düzenli birlikler kurularak çıkan isyan ve kargaşalar bastırılır. Anzavur isyanını bastıran Çerkez Ethem birlikleri Ankara’dan gönderilen direktifleri dinlemeyerek kendi başına hareket etmeye başladı. Durumun tehlikeli bir hal almaya başladığını gören Mustafa Kemal Paşa, Yunanlılarla işbirliği yapan bu birliklerin tepelenmesine karar verdi. Albay İsmet Bey’in komutasında toplanan bütün piyade birlikleriyle harekete geçilerek asi kuvvetler dağıtılır. Çerkez Ethem’de kardeşleriyle birlikte Yunanlılara sığınır. Batı Cephesinde birçok savaş yapılır. Birinci ve İkinci İnönü Muharebelerinde başarı elde edilse de yeterli olmaz..

          Bu savaşlar esnasında Halide Edip cephelerde çeşitli görevlerde bulunur. Eskişehir’de hasta bakıcılık yapar. Daha sonra üstün Yunan kuvvetleri  büyük bir taarruz başlatır Türk ordusu tehlikeli durumdan kurtulmak için 25 Temmuz 1921’de Sakarya’nın Doğusuna çekilir. Büyük Millet meclisi durumu vatansever bir hisle telakki ediyor, Mustafa Kemal Paşa nın Başkomutan olmasını istiyorlardı. Atatürk, 5 Ağustos 1921’de Başkomutan seçilir. Tüm yetki Mustafa Kemal'e verilir.

          Düşman Polatlı'ya kadar gelmiştir. Sakarya Irmağının kıyılarında ordumuz tertiplenir. Halide Edip, burda cephede geçen olaylardan bir tanesini şöyle anlatır. “25 Ağustos’da savaş başladı.İlk günleri, Yunanlılar yer kazanıyordu. Ufak tepeleri birer birer ele geçiriyorlardı.Bu tepeler askeri bakımdan çok önemli idiler. Mustafa Kemal Paşa onların Çal tepesini işgal edinceye kadar korkulacak bir şey olmadığını, fakat Haymana’ya girerlerse, bizimde kapana tutulacağımızı söyledi.Yunan uçakları uçuşup duruyorlardı. Binbaşı Ali bizim yerimizi keşfetmiş olmalarından endişe ediyordu. Bir hafta geçmeden Çal Tepesi düştü. Bu aralık ,Mustafa Kemal Paşa, Refet ve İsmet Paşalar karargahta toplanmışlardı.Korkunç bir sükut yaşanıyordu. Mustafa kemal Paşa çok sinirlenmişti, geri çekilme emri için durumu netleştirmeye çalışıyordu. Gece yarısından sonra saat tam ikiydi. Fevzi Paşa telefondadır, aralarında şu şekilde bir konuşma geçer.Ne? Vaziyet lehimize mi dediniz? Ne? Yunanlılar kuvvetinin sonuna mı geldi, geri mi çekilecekler?” Orada duranların gözleri ışıldadı. Mustafa Kemal Paşa geldi.Yunanlıların daha ileri gitmeden önlerine göndereceği kuvveti temin için plan yapmaya başladı.” Muharebeler sonunda Yunanlılar daha fazla ilerleyemez ve Sakarya nehrinin batısına çekilerek tertiplenirler.

          Halide Edip Yunan esirlerden aldığı bilgileri şöyle anlatır.” Bize her tepeye hücumda, arkasında Ankara var diyorlardı.On altı gün geçti Ankara görünmedi.Türklerin eline geçersek bizi öldüreceklerini söylüyorlardı. Durmadan da makineli tüfeklerle bizi ileri sürüyorlardı.” Yunanlı işgal ettiği bölgelerde halkın namusuna ve canına kastetmektedir. Türkler angarya olarak çalıştırılıyordu. Sakarya meydan Muharebesinden sonra ,yine çeşitli cephe birliklerinde ve Ankara’da karargahta görevlerde bulundu.

          Geçen süre içerisinde Türk ordusu taarruz için hazırlıklarını tamamlar. Nihayet 26 Ağustos 1922 Başkomutanlık meydan muharebesi başlar. Konya’ya görevli giden Halide Edip 27 sinde Afyon’a ulaşır. Karargaha vardığı anı şöyle anlatmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa bir harita üzerine eğilmişler bir şeyler konuşuyorlardı. Mustafa Kemal Paşa’nın başında yüz güneş doğmuş gibi yüzü aydınlanıyordu. Geçmiş günlerde neler çekmiş olduğunu düşünerek Mustafa Kemal Paşa’nın neşesi insana ferahlık veriyordu. Dedim ki:” İzmir ‘i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz.” “ Dinlenmek mi?” Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz ,birbirimizi yiyeceğiz. “Niçin? O kadar yapılacak iş var ki. “

          Birçok çatışmadan sonra uygun an yakalanır. Düşman çekilmeye zorlanır. Düşman çekilirken Yunan mezalimi had safhaya ulaşmıştı. Kadınların ırzına geçiliyor, evler yakılıyor, hayvanlar öldürülüyordu. Polatlı'da yapılan mezalimi incelemek için bir şube kuruldu. Bu şubenin başına Halide Edip getirildi. Şubede Yakup Kadri, Yusuf Akçora, bir teğmen ve bir de fotoğrafçı bulunmaktaydı. Yunanlıların bu köylerdeki hareketi aklını kaçırmış insanların hareketiydi. Görülen manzara korkunçtu. Kirletilen kadınlar, yakılan evler ve öldürülen hayvanlar... Bu bir vahşetti.

          Yunanlı çekilirken ne Yunanlı, ne de Türkler ölülerini gömmeye fırsat bulamıyordu. Her taraf yanmış insan cesetleri ile doluydu. Yunanlılar köy ve kasabaları ateşe vererek İzmir'e gelirler. Fakat komutanları esir düşer. Türk ordusu da Yunan ordusunun arkasından İzmir'e girer. Artık Yunan Anadolu'dan kovulmuştur.

          Ankara da bulunduğu süre içerisinde yine Kazım Karabekir Paşa ile tanışır, yetim çocukları nasıl evlat edinerek onları okuttuğunu ve savaşın izlerini çocukların hafızalarından silmek için uğraştığını ve çocukların sevincini anlatır.Ankara’da zaferden sonra bile Atatürk’e karşı nasıl oyunlar oynandığını fakat Atatürk’ün her şeyin farkında olduğunu anlatır.Kocası Dr..Adnan’a İstanbul’da bulunan Yabancılara karşı Ankara hükümetinin mümessilliği teklif edilir. Halide Onbaşı, İstanbul'a dönmenin zamanının geldiğine inanıyordu, sevinçliydi. Bu vazifeyi yerine getirmek için İstanbul’a hareket ederler.

          Yol boyunca Anadolu'nun yıkılmışlığı evsiz, barksız, aç, perişan insanların ortalıkta dolaşması Halide Hanımın yaşanan bu büyük trajediyi tekrar tekrar yaşamasına neden olur.

          Halide Edip kitabın son bölümleri olan İstanbul’a gidiş ve yaşadıklarını şöyle anlatır.İzmit Körfezi’ni ve zeytinliklerin mavi sulara vurmuş akislerini, körfezi çevreleyen o güzelim yeşil tepeleri görünce, iki yıl önce buralardan ayrılışımı hatırladım.İçimde sanki iki asırlık bir hasret ve ayrılık yer etmişti. Bayraklar,çiçekler,alaylar, mızıka ve halk gelip geçti.Bu halkın kendi günü, kendi zaferiydi.Bunu mukaddes bir şey olarak kabul ettik ,onlarla beraber Babıali’ye kadar yürüdük. Babıali’de çay içtik ve onu takip eden sahne benim adeta bir sinema şeridi gibiydi. Nihayet, evimiz, Mahmure abla’nın evi, iki yıl önceki ev. O da bambaşkaydı. Duvarlar badanalı, ortalık çiçeklerle dolu,ışıklar yanıyor. Oradaki son sahneyi tahayyül etmek için derin derin düşünmek lazımdı. Mahmure ablanın boynuna kollarımı doladım. Çocukluk günlerinde olduğu gibi birbirimize sarıldık.

          Halide Edip Adıvar, ‘’‘Türkün Ateşle İmtihanı’’ adlı anı kitabını şu sözleriyle bitirmektedir.’’Mensup olduğum millet istiklalini, tarihin en asil ve zor bir ateş imtihanından sonra kazanmıştı.Fakat diğer bir ideale de kavuşması gerekti. Böyle bir ideale kavuşmak için, İnsanlar tarihte sehpalarda, zincirler içinde ölüp giderler, sürgünlerde ömürlerini geçirirler. Onların imtihanını yalnız çekenler bilir. Onların savaşını hiçbir zaman alkış takip etmez. Alelade mütevazı askerler gibi gelip geçerler. Bu, tek başına kazanmak için mücadele edilen gaye hürriyet imtihanıdır.İstiklal Savaşı’nın imtihanında en başta telakki edilen  ve sembol olan Mustafa Kemal Paşa vardı. İşte bundan dolayı onun devrinde eziyet çekmişlerin bile , kalplerinde daima bir yeri vardır. O, sonu gelmeyen hürriyet alanındaki çabalamaların bir sembolüdür. Türk milleti de diğer hür dünya milletleri gibi hür olacaktır.

Beş Şehir, Ahmet Hamdi Tanpınar

Beş Şehir, Ahmet Hamdi TANPINAR, Dergah Yayınları, İstanbul, 2005
Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul şehirlerinin  yazarın gözü ile anlatılması.

Babalar ve Oğullar, Ivan Turgenyev

Yazar romanında, Rusya’da yaşayan, Avrupa’da üniversite okuyan bir gencin ve  beraberindeki arkadaşının başından geçen olayları anlatmaktadır.  Romanın kahramanları;
           Yevgeniyev Vasilyiç BAZAROV, Tam bir nihilisttir. Her şeyi yok sayar, her kuralı ve töreleri inkar eder. Kadınlara, kadın güzelliğine çok düşkündür; ama, ideal anlamda aşık yada onun romantiklik diye adlandırdığı aşk duygusunun maskaralık, bağışlanmaz bir aptallık sayan bir kişiliğe sahiptir. Çünkü ne sanata, ne de romantikliğe ilgi duymaz. Sadece bilme ilgi duyar.
            Anna Seryevra ODİNSTOVA, Güzel bir bayandır. Olgun bir yapıya sahiptir. Bu olgunluğu, Bazarov’un ona tutulmasına sebep veren en önemli faktörlerden biridir. Bazarov’dan hoşlanmakla birlikte bu ilişkinin ilerlemeyeceğini bilmektedir. Yaşlı prenses ve kız kardeşi Katya ile yaşamaktadır.
            Katya Seryevra ODİNSTOVA, ablasının gölgesi altında ezilmiş; fakat, onun kültüründen ve olgunluğundan kendine pay çıkarmış birisidir.

Allah’ın Süngüleri-Reis Paşa, Attila İlhan

Attila İLHAN’ın  1920 ve 1921 yıllarının İstanbul’unu, Anadolu’sunu anlattığı Allah’ın Süngüleri adlı romanı belirli bir tarih altyapısına sahip olunarak okunduğu takdir de anlam kazanmaktadır. Ülkenin karşı karşıya kaldığı yurt içi ve yurt dışından kaynaklanan sıkıntılar, buhranlar romanın alt yapısını oluşturmuştur. Tarih kitaplarından aşina olunan İsmet İNÖNÜ, Mareşal Fevzi ÇAKMAK, Halide Edip ADIVAR, Yunus NADİ, Çerkes ETHEM gibi şahsiyetler ve onlarla alakalı o yıllara ait hadiseler özenle seçilmiştir.
Romanın geneline bakıldığında yazarın anlaşılmama kaygısı yaşamadan eski Türkçe kelimeleri seçmiş olması dikkate değer bulunmaktadır. Aslında o dönemi anlatmak için yapılması gerekende budur. Olayların eski kelimeler kullanılarak anlatılması, mistik bir hava kazandırmıştır.

Panaroma, Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Romanın birinci bölümü Kurtuluş savaşı bitimi ile Atatürk’ün ölümüne kadar olan dönemi kapsamaktadır. İkinci bölümü ise Atatürk’ün ölümünden II nci Dünya Savaşı sonrasına kadar olan dönemdeki olayları, karakterleri ve düşünceleri kapsamaktadır.  Her iki dönemde, aydın kesim ile İnkılaba ayak uyduramayan bağnaz kesim arasındaki fikir çatışmaları, sade ve karamsar olmayan bir dille anlatılmaktadır.

Romanın birinci bölümünde yer alan karakterlerden ön plana çıkanların tasvirleri, Cumhuriyet sonrası Türkiye’nin fikirsel oluşumunun birer örneği olarak verilmiştir. Söz konusu karakterlerden en önemlileri, sırasıyla Kurtuluş Savaşının bitimini müteakip kurulan hükümetin Millet Vekillerinden biri olan Neşet SABİT’dir. Neşet SABİT nüfuzunu (uyanık diye geçinen ve kara para aklayan bir zat) kullanarak mal mülk sahibi olmuş politikacı  bir karakterdir.

Ömer Hayyam, Dörtlükler

Ömer Hayyam, Dörtlükler, Rubailer, Sabahattin Eyüpoğlu

Asıl adı Gıyaseddin Ebu'l Feth Bin İbrahim El Hayyam olan Ömer Hayyam 18 Mayıs 1048'de İran’ın Nişabur kentinde doğmuştur. Çadırcı anlamına gelen soyadını babasının mesleğinden almıştır. Fakat o soyadının çok ötesinde işlere imza atmıştır. Yaşadığı dönemde dahi İbn-i Sina'dan sonra Doğu'nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul edilmiştir. Tıp,  fizik, astronomi, cebir, geometri ve yüksek matematik alanlarında önemli çalışmaları olan Ömer  Hayyam için zamanın bütün bilgilerini bildiği söylenirdi. Elde bulunan ender kayıtlara dayanılarak Ömer Hayyam'ın çalışmaları şöyle sıralanabilir:

Toprak Ana, Cengiz Aytmatov

Roman, Tolunay ile Savankul’un tanışmasına kadar giden olayların anlatılması ile başlamaktadır. Romanın asıl karakteri olan Tolunay, saf, temiz ve ailesine düşkün bir kadındır. Savankul ise kendi çapında uğraşan, mütevazi, cömert, çalışkan, çocuklarını iyi yetişmesini arzulayan fedakar bir babadır.
Tolunay, hasat zamanı Savankul’la ilk karşılaştığında henüz on yedisindeydi. Savankul omuzlarına attığı yırtık bir elbise ile dolaşırdı. Ekinleri öyle rahat, öyle dipten biçerdi ki sadece orağının çınlaması, bir de düşen başakların hışırtısı duyulurdu. Savankul’un da hızlı biçici olduğu söylenirdi ama Tolunay’ın yanında yaya kalırdı. Çalışmaya başlayan ilk onlar olurdu. Gün doğarken tarlaya beraber giderlerdi. Böylece yaz sabahları doğan güneşle birlikte doğdu aşkları.

Şimşek, Peyami Safa

Yazar, başka romanlarında olduğu gibi, bu romanında da doğu – batı kültürleri arasındaki bariz farkları karakterlerde somutlaştırarak işlemiştir. Romanda; İstanbul’da yaşayan farklı yapıda bir ailenin başından geçen, değişik ve yasak ilişkiler yumağının bir sonucu olarak yaşanan, sonu felaketle biten bir olaylar zinciri, okuyucunun gözlerinin önüne başarılı bir şekilde resmedilmekte, yaşanan olaylar adeta okuyucuya da yaşatılmaktadır. Özelliklerini aşağıda arz edeceğimiz karakterlerden “Müfid” doğunun köhne, hayalci, duygusal, kaderci, hakkına razı ve o zamanki ahlak anlayışını saplantı haline getirmiş yönünü, “Sacid” ise batının en acımasız, gerçekçi, duygusuz, tuttuğunu koparan, hakkı ile yetinmeyen, hep daha fazlasını isteyen, o zamanki ahlak anlayışını benimsemediği gibi, hiçbir ahlaki kıstas tanımayan yönünü temsil etmektedir.

Mehmet Akif Ersoy, Safahat

Mehmet Akif Ersoy'un şiirlerini topladığı yedi kitaplık külliyâtın genel adıdır.
Birinci kitap, yalnız "Safahat" adını taşır. Müstakil ciltler hâlinde ve farklı zamanlarda basılmış olan kitaplar, Latin harfli baskılarından önce bir arada basılmamıştır. Yedi kitabın ilk altısının bütün baskıları İstanbul’da,  yedinci kitabınki ise Kahire’de yapılmıştır.
Safahat'ı teşkil eden yedi kitabın baskı tarihleri ile Mehmet Akif’in tashihinden geçen son baskılarına göre ihtiva ettikleri manzume ve mısraların sayısı şöyledir:
Safahat (1911, 1918, 1928 / 44 şiir, 3084 mısra), Süleymaniye Kürsüsünde (1912, I916, 1918 / Tek şiir, 1002 mısra), Hakkın Sesleri (1913, 1918, I928 / 10 şiir, 482 mısra), Fatih Kürsüsünde (1414 üç baskı, 1924 / Tek şiir, 1692 mısra), Hâtıralar (1917, 1918, I928 / 10 şiir, 1314 mısra), Asım 1924, 1928 / Tek şiir, 2242 mısra),  Gölgeler (1933 / 41 Şiir , 1374 mısra).

Hüküm Gecesi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüküm Gecesi: II. Meşrutiyet yıllarının siyasi olayları ile bu olaylar içerisinde yaşanan duygusal bir aşk hikayesi.
        Yazar eserinde; 1908-1911 yılları arasındaki siyasî olayları, kişisel çıkarlar uğruna girişilen ve halkın yararına herhangi bir düşünceye, ülküye dayanmayan çatışmaları ele almıştır. İttihat ve Terakki Fırkası’nın egemen olduğu dönemin eleştirisini muhalif gazeteci gözüyle yapmıştır. Kısaca; bir devrin çözülüşünün, içerisine sıkıştırılmış aşk hikâyesiyle birlikte ele alındığı duygusal bir romandır.
        Gerçek kişilerle, roman tiplerinin değişik bir roman tekniğiyle yer aldığı eserde Yakup Kadri, gençlik döneminde yaşadığı II. Meşrutiyet yıllarını; gazeteci Ahmet Samim'in öldürülmesinden Bâbıâli baskınına kadar uzanan olayları, İttihat Terakkî ile Hürriyet ve İtilâf arasındaki siyasî çekişmeleri konu ediniyor.
        Kitaba göre, İttihat ve Terakki Partisi olayların hep arkasında olmuş, milletin bütünlüğünü ve bağımsızlığını sağlamak için elinden geleni yapmaya çalışmış; yabancıların, ülkeyi bölmeye ve içten yıkmaya çalışanların karşısında olmaya çalışmıştır. Bu olayların gidişatını hep eleştiren romanın kahramanı Ahmet Kerim, muhalif bir gazeteci olarak, yazılarıyla İttihat ve Terakki’ye karşı cephe almıştır. Bu gazeteci yaşadığı dönemi eleştirmiş, ülkenin daha iyi olması için yazılar yazmıştır. Aynı gayeyi takip eden Ahmet Samim’in de yakın dostudur.
        Olaylar 1908-1911 yılları arasında geçmektedir.

Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar

İki insan arasındaki aşkta gelenek ve gelişmenin birlikte yaşanması
Romanın kahramanı olan mümtaz, küçük yaşta ve kısa aralıklarla babasını ve annesini kaybeder. Bu olay onu çok üzmüştür; özellikle babasının öldürülüşü, evlerinin yanışı, annesiyle birlikte doğup büyüdüğü yerden kaçarcasına uzaklaşmaları onun hafızasında derin izler bırakmıştır.
      Annesini de kaybedince büsbütün yalnız kalan Mümtaz, önce Adana’daki yakınlarının yanında bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a gelir. İhsan ve karısı Macide ile birlikte, Onların Şehzadebaşı’ndaki evlerinde oturmaya başlar. Önceleri büyük bir gurbet duygusu ve yalnızlık içinde kıvranan Mümtaz, Macide’nin iyi kalpliliği sayesinde kısa zamanda yeni hayatına alışır.

Yaşadığım Gibi, Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar (1901 – 1962), Türk edebiyatının en önemli şair ve yazarlarından biridir. O, batı edebiyatını çok iyi tetkik etmiş, çok iyi anlamış, ama Türk kültürünün, Türk edebiyatının ateşli bir savunucusu, etkili bir tanıtıcısı olmuş, gerçek bir vatanseverdir. Kendisi milliyetçi bir yazardır, ancak milliyetçiliği doktriner değil, Türk milletine, Türk kültürüne karşı duyduğu derin alaka ve aşktan kaynaklanan bir kültür milliyetçiliğidir. Şimdi özetini arz edeceğimiz eseri, onun bir ömür boyu Cumhuriyet, Ülkü, Ulus, Oluş, vs gibi gazete ve dergilerde yayınlanmış çeşitli konulardaki bilgi, görgü ve görüşlerini ortaya koyduğu deneme yazılarının, kendisi vefat ettikten sonra toplanmasıyla oluşturulmuştur.

MUHAKEMETÜL LÜGATEYN, Ali Şir Nevai

MUHAKEMETÜL LÜGATEYN, Ali Şir Nevai, Türk Dil Kurumu, 1996, Ankara

Ali Şîr Nevâî, Türkçe’yi yüksek bir sanat dili halinde işlemeğe çalışan, bu görüşü savunan ve Türk diline değer kazandıran bir bilgin ve devlet adamıdır. Kaşgarlı Mahmut’tan sonra Türk diline en büyük hizmet eden kişi olarak tanınan Ali Şîr Nevâî, Muhâkemetü’l-Lügateyn adlı eserinde Türkçe ile Farsça’yı karşılaştırarak pek çok yerde Türkçe’nin üstünlüğünü savunmuştur. Ali Şîr Nevâî, bu kitabını Türkçe’yi bırakarak eserlerini Farsça verenlere ithafen yazmıştır. Ali Şîr Nevâî, Türkçe yazdığı şiirlerinde Nevâî, Farsça yazdığı şiirlerinde ise Fanî mahlaslarını kullanmıştır. Ali Şîr Nevâî’nin Muhâkemet-ül-Lugateyn adlı eseri, bugünkü yazımızla küçük boy bir kitabın 50 sayfasını ancak doldurur. Fakat hacim bakımından küçük olan bu kitap, muhtevasının değeri ile deryalar kadar büyüktür.
Muhâkemetü’l-Lügateyn’in bilinen dört yazma nüshası mevcuttur. Bunlar Topkapı, Fatih, Paris ve Budapeşte nushalarıdır. Eser hakkında batıdan ve doğudan birçok araştırmacı incelemelerde bulunmuştur
ESERİN MUHTEVASI VE ÖNEMİ
“İki dilin muhakemesi” esasına dayanan eseri Divanı Lugatit Türk’ten(Kaşgarlı Mahmut) ayıran birinci özelliği; Arapça Türkçe çerçevesinde değil, Türkçenin karşısında Farsça göz önünde tutularak yazılmasıdır. Diğeri ise Divanı Lugatit Türk’te Türkçe’nin Arapçayla “at başı gittiği” ispatlanmaya çalışılırken bu eserde Türkçe’nin Farsça’dan üstünlüğü ispatlanmaya çalışılmıştır. Nevai, Arapça’nın bütün dillerden üstün olduğunu söylemektedir. Buna gerekçe olarak da hissiyatına dayanarak dinin Arapça üzerine kurulu olması ve Arap dilinin zenginliğini göstermektedir. Arapçadan sonra en önemli diller ise O’na göre Türk, Fars ve Hint dilleridir.

Kiralık Konak, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Kiralık Konak, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, 1999, İstanbul
Türk toplumunun tarihsel gelişim sürecinde ilk belirtileri XVIII. yüzyılda görülen ve Tanzimat’la somutlaşan batılılaşma hareketleri, buna bağlı olarak hayat tarzı, değerler, ahlak, kısacası kültürel değişim.
Naim Efendi çok zengin, zengin olduğu kadarda hesaplı bir kişiydi. Babasından kalma bir servetti. Büyük bir ihtimamla idare ve muhafaza ediyordu. II. Abdülhamit döneminde devletin yüksek mevkilerinde bulundu. Birçok defalar valiliklerde dolaştı. Şurayı Devlet Azası, Rüşümat Müdüri Umumisi oldu. İnkılâptan iki sene evvel dolaşık bir “TEVLİYET” (Mütevellilik) davası yüzünden istifasını verdi ve Hükümet işlerinden tiksinerek bir köşeye çekildi. Fakat memuriyet döneminden kalma bayramlaşma ve özel deftere imza olayını hiçbir zaman aksatmazdı.

Şeytan’la Konuşmalar, Hilmi Ziya Ülken

Şeytan’la Konuşmalar, Hilmi Ziya Ülken, 2003, İstanbul

     Yazar Şeytan’ı kişiselleştirerek eserinde O’nunla konuşmalarına yer vermiş. Kutsal kitaplarda geçen, insanların kendisinden korktuğu ve kendisinin şerrinden Tanrı’ya sığındığı bu yaratığın insan suretinde yazarın çalışma odasına girerek kendisiyle konuşması ile konulara giriş yapmış. Her ne kadar insanlar kendisinden korksa da, yazarımız korkmamakla birlikte O’nu tanıyan, tanımaya çalışan ve O’nunla yaptığı konuşmalarla da yazacağı, araştıracağı ve inceleyeceği konulara yön veren bir yaklaşım sergilenmektedir.
    Şeytan’ın odasına bir kış gecesi izinsiz girmesine karşı yazar soğukkanlılıkla Şeytan’ı bir an evvel göndermek ister, ancak şeytan musallat olur ve gitmek istemez. Aradan biraz zaman geçer. Şeytan’ın elinde topaç ve hacıyatmaz  vardır. Yazar bunların anlamını ve ne işe yaradıklarını sorar. Şeytan bu iki şeyin kendi marifetleri olduğunu teşbihlerle açıklar.

Ahmet Rasim'in Eserlerinde İstanbul, Prof. Dr. Şerif Aktaş

Ahmet Rasim'in Eserlerinde İstanbul, Prof. Dr. Şerif Aktaş, Kültür Bakanlığı,1988, İstanbul
Ahmet Rasim’in mekan olarak İstanbul’dan bahseden yazılarını sistematik bir bütün olarak incelenmesi.
    Yazar, Ahmet Rasim’in inceleme konusunu teşkil eden yazılarından, onun XIX. asrın sonu XX.asrın başlarında İstanbul’u iki kısma ayırdığını belirtmektedir. Geleneğe bağlı hayat tarzının sürdürüldüğü Eski İstanbul ve Avrupai  yaşama şekline iltifat eden insanların hayat hadiselerine sahne olan Beyoğlu ve Galata civarı…Kıyafetten sonra adabına, eğlence şekline ve her nevi sanat faaliyetlerine kadar hayatın her safhasında varlığını hissettiren bu ikiliğe eski yeni mücadelesi  ve alaturka - alafranga karşılaşması adları verilebilir. İstanbul, bu içtimai hadisenin en bariz şekilde müşahede  edilebildiği yer durumundadır. İmparatorluğun tarihi zaman içinde kazandığı, kelimenin en geniş manasıyla her nevi kültür bakiyesi ile yeni ve Avrupai olarak vasıflandırılan henüz mahiyeti anlaşılmamış bazı görünüşler; aynı meydanda, aynı sokakta yan yana, iç içe bulunmaktadır. Hatta bazen aynı insanın davranışlarında bu farklı iki kaynağın tesirini birlikte müşahede  etmek bile mümkündür.