Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar

İki insan arasındaki aşkta gelenek ve gelişmenin birlikte yaşanması
Romanın kahramanı olan mümtaz, küçük yaşta ve kısa aralıklarla babasını ve annesini kaybeder. Bu olay onu çok üzmüştür; özellikle babasının öldürülüşü, evlerinin yanışı, annesiyle birlikte doğup büyüdüğü yerden kaçarcasına uzaklaşmaları onun hafızasında derin izler bırakmıştır.
      Annesini de kaybedince büsbütün yalnız kalan Mümtaz, önce Adana’daki yakınlarının yanında bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a gelir. İhsan ve karısı Macide ile birlikte, Onların Şehzadebaşı’ndaki evlerinde oturmaya başlar. Önceleri büyük bir gurbet duygusu ve yalnızlık içinde kıvranan Mümtaz, Macide’nin iyi kalpliliği sayesinde kısa zamanda yeni hayatına alışır.
      Galatasaray lisesi’nde tarih öğretmeni olan İhsan, Mümtaz’a hem dost ve arkadaş olur, hem babalık hemde öğretmenlik yapar. Mümtaz, hayata, insana, tarih’e ve sanat’a bakmasını ondan öğrenmiştir.
      Mümtaz, Galatasaray lisesi’ni bitirdikten sonra Avrupa’da tahsilini tamamlamış, sonra İstanbul’a dönerek, Edebiyat Fakültesi’ne asistan olmuştur. Bir yandan da şiirle uğraşan Mümtaz, Emirgan’da bir ev tutmuş ve oraya yerleşmiş olmasına rağmen, vaktinin büyük bir bölümünü İhsanlarda geçirir. İhsan’ın hastalığı, ilaçlar, doktor bulma, kiracıdan kirayı alma gibi evin birçok işlerinide yüklenmiştir.
      Romanın birinci bölümünde olaylar, bir gün içinde tamamlanır. İkinci bölümünde Mümtaz, bir yıl öncesine, Nuran’la tanıştığı günlere döner.
      Mümtaz Ada vapurunda İclal ile Muazez’in uzun zamandır dillerinde düşürmedikleri Nuran ile tanışır. Bu kısa yolculuk sırasında birbirinden çok hoşlanırlar.Yalnız Nuran’ın kızı Fatma, bundan pek memnun olmaz ve her fırsatta hırçınlığını belli eder.
      Böylece başlayan aşinalık, kısa zamanda temiz bir aşk oluverir. Sık sık buluşurlar. Tanpınar’a göre Mümtaz ile Nuran’ın aşkı dünyanın en alışılagelmiş, sık tesadüf  edilen aşklarından birisidir.Yani birbirini seven iki kişi ile araya giren bir üçüncü insan veya engele bağlı bir üçüzlü aşk...
      Mümtaz, Nuran’a o kadar alışmıştır ki onu kendi varlığının bir parçası kabul eder. Ona karşı maddi bütünleşmeyi sağlayan bir yakınlık değil; aralarında mevcut olan bir çok tarafları ile bütünleşmek gibi kutsal bir istek duyar. İçindeki temiz duygulara güvenerek Nuran’a evlenme teklif eder.
      Nuran teklifini kabul etmiştir. Fakat Mümtaz, evlenmek için ne kadar acele ediyorsa, Nuran o kadar yavaştan almaktadır. O daha önce yaptığı evlilikte aradığını bulamamış, kocası, metresi ile gidip Nuran’ı bırakınca kızı fatma ile tek başına dul kalmıştır.
       Mümtaz, Nuran’ı  görmek için İskeleye indiği bir sırada Nuran’ın ayrıldığı kocası Fahir’le karşılaşır. Fahir’in metresi Emma’da oradadır. Nuran onları görmezlikten gelmeye çalışır, fakat kızı Fatma, koşarak babasının bacaklarına sarılır. Nuran sesizce kızını alır ve oradan uzaklaştırır. Bu hadise Mümtaz’ı  çok üzmüştür. Geleceğinin  nasıl acılar ve hangi engellere bağlı olduğunu görmüştür.
      Kısa bir süre sonra evlenme hazırlıkları başlar. Haber kısa zamanda duyulur. Nuran’ın dayısı ve arkadaşları bu habere sevinirler. Bir yığın kötü şartlar ve engellere rağmen nikah bir hafta sonra Bursa’da kıyılacaktır.
      Düğün hazırlıkları sürüp giderken, öteden beri Nuran’ı sevmekte olan Suat’tan Nuran’a bir mektup gelir. Mümtaz büyük bir ümitsizliğe ve karamsarlığa düşer. Çünkü o Suat’ı tanımaktadır. Suat her istediğini yapan, her istediğine kavuşmak isteyen ihtiraslı bir insandır. Suat, ağır hasta olarak bir sanatoryumda yatmaktadır. Ve mektuplarının arkası kesilmez. Nuran her mektubu Mümtaz’a gösterir. Mümtaz ise, Suat’a kızmadığı gibi, onda değişik bir taraf bulunduğundan ilgi duymaya bile başlar.
      Bir süre sonra Suat, Mümtaz ve Nuran’ın da bulunduğu bir yemek toplantısına katılır. Saz üstadları Cemil ve Emin beylerin de katıldığı bu musiki meclisinde gece geç saatlere kadar süren eğlenceden Suat, garip bir şekilde veda ederek ayrılır. Misafirlerin gitmesinden hemen sonra Mümtaz ve Nuran kısa bir gezinti için dışarıya çıkarlar. Döndüklerinde evlerinin ışığının yanmakta olduğunu görürler. Önce telaşa kapılır, sonra hizmetçinin gelmiş olacağını düşünerek rahatlarlar. Fakat kendilerini korkunç bir manzara beklemektedir: Suat, bu ışığı yanan odada kendisini asarak intihar etmiştir.     
      Nuran’ın tanıdıkları sayesinde olayın genişlemesi, basına yansıması önlenir ama gerek Mümtaz, gerek Nuran bu olaydan kendilerine büyük birer pay çıkararak vicdan azabı duyarlar.
      Çok geçmeden Nuran, Mümtaz’a bir not bırakarak Bursa’ya gittiğini ve bundan sonra kesinlikle evlenmiyeceğini bildirir.
      Böylece herşey altüst olmuş, başlanılan noktaya gelinmiştir. Mümtaz evini bırakır, İhsanlara yerleşir. Ancak İhsan’ın durumu çok ümitsizdir. Ağır krizler geçirmeye başlamıştır. Yine böyle sıkıntılı bir günde yengesi Macide, olup bitenlerden biraz olsun uzaklaşabilmesi için onu şehri gezmeye yollar. Bu sıcak yaz gününde Mümtaz, bir yıl önceki o mesut yaz günlerini bir daha yaşar.
      Böyle dalgın ve yaralı dolaşırken, fakülteden arkadaşları İclal ve Muazez’e rastlar. Ona Nuran’ın Fahir’le  barıştığını, Fahir’in pişmanlık duyarak geri döndüğünü, yeniden evlendiklerini ve Fatma’nın da babasına kavuşmuş olmanın mutluluğunu yaşadığını söylerler. Mümtaz bütün bunlara sevinmiş gibi görünür. Fakat yine de içi garip bir ümitsizlikle sarsılmaktadır.
      Eve döndüğünde Macide’nin halinden İhsan’ın ağırlaştığını anlar. Ertesi günü bekleyecek zaman yoktur. Hemen doktor çağırmaya koşar. Uzun aramalardan sonra bulabildiği doktorun yazdığı ilaçları alır. Yolda gelirken Suat’ın hayaliyle karşılaşır.Ölümünden sonra bile Mümtaz’ın yakasını, duygu ve hayal dünyasını bir türlü bırakmayan Suat, sanki karşısındaymış gibi konuşmaya başlar, Mümtaz, onun kendisinden hesap sorduğunu zanneder. Dengesini kaybederek düşer ve avucundaki sıkı sıkıya tuttuğu ilaç şişeleri kırılarak ellerini parçalar.
      Bu halde eve dönen Mümtaz’ı Macide karşılamıştır. Mümtaz İhsan’ı sorar. Doktordan iyi olduğu haberini alır. Fakat merdivenleri çıkamadan ikinci basamağa yığılır. İhsan için gelmiş olan doktor, “artık benimsin, yalnız benim “ der gibi bakmaktadır.Mümtaz’a... Macide yaşlı gözlerle üzerine eğilir. Radyo, gür sesiyle II. Dünya Savaş’ının başladığını bütün dünyaya ilan etmektedir. Mümtaz aldırış etmez. Onun için dünyada artık huzur kalmamıştır.

Eserde sadece bir aşk hikayesinden öte geşmiş, gelenek, mazi gibi kavramların sorgulanması vardır.Yahya Kemal’in “Kökleri mazide kalan bir atiyim” sözü Tanpınar’a(Mümtaz’a) mihmandarlık yapmıştır.Mümtaz eserde gelenektir, mazidir, tarihtir.Nuran ile ortak noktalarıda budur.İkisi birlikte eski İstanbul mahallerini gezerler,eski musiki üzerine sohbet ederler.Mümtaz’ın savunduğu ya da temsil ettiği düşünce salt gelenekçi yobaz bir anlayış değildir.Yahya Kemal’in dizesinde olduğu gibi geleceğe bakmaktır.Gelişmeyi kabul eder.Tanpınar bu eserinde Mümtaz’ın ağzı ile aslında kendi felsefesini ortaya koymuştur.Romanın bir yerinde Mümtaz yeni mimari ile yapılmış bir sokaktan geçerken, bir grup çocuğun “al satarım bal satarım”adlı oyunu oynadığını görür.Bunu mütebessim bir umutla seyreder.Orada gelişmenin bu şekilde olaması gerektiğini, modern binalar altında kendi kültürümüzün içinden çıkmış bir çocuk oyunun oynanması onu gelenek ve gelecek üzerine düşünceye sevk eder.Bu sahne Tanpınar’ın “Devam ederek gelişmek” felsefesini sözlü olarak Mümtaz’a söyletir.Aslında bu Mümtaz şahsında Tanpınar’ın yaşama geleneği ve geleceğe bakış açısıdır.Hatta diyebiliriz ki düşünce yapısı itibariyle Mümtaz Tanpınar’ın fikri cephesini temsil eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder