Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Beyatlı

Kendi Gök Kubbemiz, Türk şiir coğrafyasına hükmeden bir payitaht, geçmiş ile gelecek arasında kurulmuş sağlam bir köprü, duygu ve düşüncelerimizin de zengin bir arşividir. Yahya Kemal'in şiiri, bu kitapta bir uygarlık tasarımı olarak yer almıştır. Gelenek ve modernlik, Doğu ve Batı, bu tasarımın şiir dünyasında buluşurlar.

Yahya Kemal BEYATLI’nın yeni Türkçe ile yazdığıhem iç hem dış bakımdan yeni şiirlerini bir araya toplayan  kitabıdır. “Sizlersiniz bu ânı ışıklarla Türk eden” dediği halkımızın zamanı bile Türk edişindeki mili üslûba hayran olan; ve zamanın bile Türk olanında yaşamak  isteyen Yahya KEMAL her şeyden önce ve tam bir milli bir şairdir.             Ana temalar aşk, ölüm, maziye hasret olarak sıralanabilir. Kitaptaki şiirlerden “Ok” şiiri hariç hepsi aruz vezniyle yazılmıştır. Kitapta şiirler üç grupta toplanmaktadır. “Süleymâniye'de Bayram Sabahı” adlı şiirinin ikinci dizesinde yer alan "Kendi Gök Kubbemiz" birinci bölümü; "Yol Düşüncesi", ikinci bölümü, "Vuslat" ise üçüncü bölümü oluşturmaktadır.

Kendi Gök Kubbemiz bölümünde; Türk milletinin Türkiye topraklarında Türk – İslam senteziyle yarattığı büyük milliyet ve medeniyetin niteliğini, yüceliğini ve güzelliğini terennüm eden şiirler yer almıştır.

Yol Düşüncesi bölümünde; düşünüş şiirleri ve bilhassa ufuk ve ölüm temalarını dile getirdiği şiirleri yer almaktadır.

Vuslat bölümünde; daha çok aşk şiirleri sıralanmıştır.

Yahya Kemal, her mısrasını halis şiir anlayışına en uygun bir musiki cümlesi halinde söylemek için, şiirlerini dünya tarihinde nadir görülmüş bir sabırla,  yıllarını vererek işlemiştir.  Süleymâniye'de Bayram Sabahı, onun, en uzun zamanda bütünlenen şiirlerindendir.





Birinci bölümdeki şiirler :

-Süleymâniye'de Bayram Sabahı

-Açık Deniz

-Itrî

-Bir Tepeden

-Bir Başka Tepeden

-Akıncı

-Mohaç Türküsü

-Siste Söyleniş

-İstanbul Fethini Gören Üsküdar

-Hayâl Şehir

-Ziyâret

-Atik-Valde'den İnen Sokakta

-Üsküdar'ın Dost Işıkları

-Hayâl Beste

-Eski Mûsıkî

-O Rüzgâr

-Mevsimler

-Koca Mustâpaşa

-Gece

-Akşam Mûsıkîsi

-İstinye

-Eylül Sonu

-Fenerbahçe

-Maltepe

-Bedri'ye Mısralar

-Karnaval ve Dönüş

-İstanbul Ufukta'ydı

-Mihriyâr

-İstanbul'un O Yerleri

-Ok

-Kaybolan Şehir

-1918



İkinci bölümdeki şiirler :

-Yol Düşüncesi

-Sonbahar

-Düşünce

-Sessiz Gemi

-Rindlerin Hayatı

-Rindlerin Akşamı

-Rindlerin Ölümü

-Ufuklar

-Deniz Türküsü

-Uçuş

-Gezinti

-Moda'da Mayıs

-Geçiş

-Düşünüş

-Duyuş Ve Düşünüş

-O Taraf

-Bir Dosta Mısrâlar

-Bir Yıldız Aktı

-Gurbet

-Hüzün Ve Hâtıra

-Gece Bestesi

-Mâverâda Söyleniş

-Mehlika Sultan



Üçüncü bölümdeki şiirler :

-Vuslat

-Telâki

-Ses

-Deniz

-Erenköyü'nde Bahar

-Bahçelerden Uzak

-Geçmiş Yaz

-Hatırlatan

-Eski Mektup

-Aşk Hikâyesi

-Viranbağ

-Güftesiz Beste

-Nazar

-Özleyen

-Ric'at

-Çin Kâsesi

-Bergama Heykeltraşları

-Endülüs'te Raks

-Altor Şehrinde

-Eski Pâris

-Büyü Şiir

-Sicilya Kızları

-Cin'ler

-Hayâli Söyleniş

-Madrid'de Kahvehâne



Kendi Gök Kubbemiz, Türk şiir coğrafyasına hükmeden bir payitaht, geçmiş ile gelecek arasında kurulmuş sağlam bir köprü, duygu ve düşüncelerimizin de zengin bir arşividir. Yahya Kemal'in şiiri, bu kitapta bir uygarlık tasarımı olarak yer almıştır. Gelenek ve modernlik, Doğu ve Batı, bu tasarımın şiir dünyasında buluşurlar.

Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz'in altında yerli hayatın tam bir ansiklopedisini kurgulamıştır. Sözün manevi derinliği, bu eserin sayfalarında musikinin ses iklimine karışır ve mimari ile gündelik hayat, toplumsal varoluşa kişilik kazandırır.

Sonuçta anlatılan bizim hikayemiz, coğrafyadan vatana doğru uzanan tarihsel yolculuğumuzdur. Titiz sözcük işçiliği, temelleri uygarlık toprağımıza atılmış biçim anlayışı ve önerdiği hayat felsefesi üzerinde yükselen bu poetik zirve, Türk şiiri adına dikilmiş görkemli anıtlardan birisi olarak çağdaş edebiyatımızda yerini almıştır.

Daha Selanik İdadisi'nde "Esrâr" takma adıyla şiirler söyleyen Yahya Kemal , "şiire bir aşkla başladım" demekte, ilk şiirini mahallelerinde oturan Redife adındaki genç kız için "türkü güftesi olarak" yazdığını belirtmektedir. İlk yayımlanan şiirinin, hiç görmediği İstanbul'u "tasvir eden" "Hâtıra" adlı ve "mübtedi gençlerin pek bilmediği muzâri vezni ile yazılmış bir manzume olduğunu" belirten Yahya Kemal, bu ilk ürününün İstanbul'da yayımlanan Terakkî mecmuasında çıktığını bildirmektedir. İstanbul'a geldikten sonra Tevfik Fikret'in, Cenap Şahabettin'in şiirlerini tanıyan Yahya Kemal, Servet-i Fünun şiirinin etkilerini taşıyan gençlik şiirlerini Ağâh Kemal imzasıyla İrtika, Mâlumat dergilerinde yayımlamıştır. Bu yıllarda, akrabalarından Abdurrahmanpaşazade İbrahim Bey'in evinde Hacı Arif Bey yönetiminde yapılan icra fasıllarını izleyerek Türk müziğini yakından tanımış, klasik bestecilerimizi derinden anlayıp sevmiştir.

Paris'te bulunduğu yıllarda Fransız sembolistlerinin yapıtlarına yakınlık duyan Yahya Kemal, şunları yazmaktadır: "Gerçi Hugo'yu iyi anlıyordum, gerçi Gautier'yi ve De Banville'i iyi anlıyordum, gerçi Baudelaire ve Verlaine'i sıtmalı bir ibtilâ ile seviyordum, gerçi şahsî şairliğin en son numuneleri olan Maeterlinck, Verhaeren gibi şiirleri yakından biliyordum, lâkin zevkim, bütün bu şairlere nispetle çok geri sayılan Jose Maria de Heredia'nın şiiri üzerinde durmuştu".

Yahya Kemal Heredia aracılığıyla, sonraki yıllarda şiir anlayışını kökten değiştirmesine yol açacak Latin ve Yunan şiirini tanımış, Heredia'nın sonnet'lerinde "şiirin asıl madenine eliyle dokunduğu" duygusuna kapılmıştır. Paris'te Yahya Kemal'i derinden etkileyen ve tarih görüşünün oluşmasını sağlayan ikinci kişilik Albert Sorel olmuştur.

Bu iki etkiyle Türkiye'ye dönen Yahya Kemal, 1918'de Yeni Mecmua'da yayımladığı şiirleriyle büyük ilgi uyandırmış, daha sonra Edebî Mecmua, Şair, Büyük Mecmua, Şair Nedim, Yarın, İnci ve kendi kurduğu Dergâh dergilerinde yer alan yapıtlarıyla kendisini bir yol açıcı olarak kabul ettirmiştir. Bir anlamda modern Türk şiirinin başlatıcısı sayılan Yahya Kemal, "Hayal Şehir" adlı şiiriyle İnönü Sanat Armağanı'nı kazanmıştır (1948).


Bir milleti, millet olarak yaşatan ve şahsiyet sahibi kılan en esaslı unsur, milli kültürdür. Kaynağını milletin tarihinden, dil, din, ahlâk, sanat ve geleneklerinden alan milli kültür, milli dayanışmanın, birlik ve beraberliğin temelidir.
Milli kültür milli şuuru yaratır. Milli şuurunu kaybeden milletler, teknolojide ilerleseler dahi, benliklerini ve istiklâllerini koruyamazlar.
Yahya Kemal, keskin bir gözlemci gücü ile duru bir anlatım kabiliyetini birleştirerek kaleme aldığı şiirlerinde aruz veznini kullanmasına rağmen modern şiirin izlerini de okuyucuya hissettirmekte; geçmişle geleceği, tasavvufla Yunan ve Latin kültürünün izlerini birbirine tezat oluşturmayacak şekilde kaynaştırmayı becerebilmiş seçkin şairlerimizdendir. Yahya Kemal’in  kitabında dikkati çeken bir başka özellik ise O’ndaki İstanbul sevdasının şiirlerine yansımasıdır. Hatta bununla ilgili bir anekdot da anlatılır :
Milletvekili olarak Ankara’ya gidince meclisteki her sohbetinin konusu İstanbul olmaktadır. Ancak, bu duruma Dr. Adnan ADIVAR biraz içerlemiştir. Ne de olsa burası da vatan toprağıdır. Üstelik, kurtuluş mücadelesinin de başkentidir. Sorar :
-          Üstad, varsa yoksa İstanbul. Şu Ankara’nın hiç mi bir şeyini sevmedin ?
-          Sevmez olur muyum, sevdim tabii…
-          Peki nesini ?
-          İstanbul’a dönüşünü…
İstanbul aşığı Yahya Kemal’e atfedilen bu anekdotun gerçekten yaşanıp yaşanmadığı kesin değildir.  Ancak, şairin şiirlerinde bu sevgiyi her mısrada görmek mümkündür.  Şair bu sevgisini milletine ve memleketine olan tutkusuyla bütünleştirebilmiş ve milli kültürümüzün ve milli şuurumuzun güçlendirilmesine değerli katkılarda bulunmuştur.

SÜLEYMANİYE'DE BAYRAM SABAHI

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garib alem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükunette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhi yapıya.
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gaazileri, serdarıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimariyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevi bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları...
Bir neferdir bu zafer mabedinin mimari.
Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri rü'yada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir'i
Ne kadar saf idi siması bu mü'min neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimari mi ulvi eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşıyan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Beyazıd'dan, Van'dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir baska zaferden geliyor:
Kosova'dan, Nigbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan...
Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Egri ve Uyvar'dan mi?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?
Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşıyanlarla beraber bulunan ervahı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder