Toprak Ana, Cengiz Aytmatov

Roman, Tolunay ile Savankul’un tanışmasına kadar giden olayların anlatılması ile başlamaktadır. Romanın asıl karakteri olan Tolunay, saf, temiz ve ailesine düşkün bir kadındır. Savankul ise kendi çapında uğraşan, mütevazi, cömert, çalışkan, çocuklarını iyi yetişmesini arzulayan fedakar bir babadır.
Tolunay, hasat zamanı Savankul’la ilk karşılaştığında henüz on yedisindeydi. Savankul omuzlarına attığı yırtık bir elbise ile dolaşırdı. Ekinleri öyle rahat, öyle dipten biçerdi ki sadece orağının çınlaması, bir de düşen başakların hışırtısı duyulurdu. Savankul’un da hızlı biçici olduğu söylenirdi ama Tolunay’ın yanında yaya kalırdı. Çalışmaya başlayan ilk onlar olurdu. Gün doğarken tarlaya beraber giderlerdi. Böylece yaz sabahları doğan güneşle birlikte doğdu aşkları.

Bir gece ay ışığında ekin biçmeye kalmışlardı ve o gecenin sabahı, tarlanın ucunda Savankul’un ceketinin üstünde uyandılar. O geceden sonra hiç ayrılmadılar. Arka arkaya olan üç tane oğulları en büyük sevinçleri oldu. Kasım, Muslubeg ve Caynak. Aralarından sadece Kasım evlendi. Kasım’ın eşi Aliman pırıl pırıl bir dağ kızıydı. Tolunay da çok sevmişdi Alima’nı.
Tolunay ve Aliman’ın tarlada yan yana çalıştıkları bir gün halkın toplandığını gördüler. Koşarak oraya gittiler ve vardıklarında Kasım Tolunay’a sarılarak, savaşın çıktığını söyledi. O andan itibaren savaşta yaşanılan yeni bir hayat başladı. Köyün erkekleri birer birer cepheye çağrılmaya başladı. Tolunay biliyordu ki bir gün onun yiğitlerine de sıra gelecekti. Evlerde yolu beklenen en önemli kişi postacı olmuştu.
Kasım ayını geçirdikten sonra, öğretmen olmak için okumaya giden Muslubeg’den mektup geldi. Muslubeg, arkadaşlarıyla birlikte kendisinin de askere çağrıldığını yazıyordu. Kış ortasına oğullarından mektup alabilen Tolunay’ın içi rahattı. Ama bir gün Kasım’dan bir mektup geldi. Bu mektupta cepheye gidecekleri yazıyordu. Üstelik Savankul da durmadan Askerlik Şubesine çağrılıyordu. Tolunay onu hiç çağırmayacaklarını sanıyordu ama bir gün onu da çağırdılar. Oğullarının ikisinden sonra kocası da askere gidiyordu. Üstelik hepsi de cephede çarpışacaktı.
Tolunay, Savankul’u askere giderken dağyoluna kadar geçirdi. Sonra da durmadan arkasına bakarak, hıçkırarak eve döndü. Ama vakit geçirmeden işlerinin başına geçti. Köyde sadece yaşlılar, sakatlar, çocuklar ve kadınlar kalmıştı. Elde ettikleri her şeyi cepheye yolluyorlardı. Ellerinde kalan tekerleksiz kağnılarla, kırık sabanlarla iş görüyorlardı.
İki aydır Kasım’dan haber alamıyorlardı. Tolunay’la Aliman gözlerini birbirinden kaçırıyorlar, düşündüklerini açığa vurmaktan çekiniyorlardı. Tolunay bir sabah atların nallanması için yola koyuldu. Elinde bir telgrafla Usanbay yanına yaklaştı. Telgrafta Muslubeg’in istasyondan geçeceğini bildiriyordu. İstasyona gitmek üzere hemen yola koyuldular. Tolunay, Aliman’la nefes nefese istasyona gidip Muslubeg’in trenini beklemeye başladı. Öğlen, bir düdük sesi ile heyecandan titremeye başladılar. Ama tren geldi ve gitti. Ellerindeki bir kuşu kaçırmış gibi oldukları yerde kalakaldılar. Bu Muslubeg’in treni değildi. Gece yarısı yer yine titremeye başladı. Bu sefer gelen koca trende kimsecikler yoktu. Parçalanmış, kapıları sökülmüştü. Meğerse bombalanmış ve tamire gidin bir trenmiş. Umutla beklemeye devam ettiler. Raylar yine titremeye başladı işaret flamaları taşıyan bir adam yanlarına yaklaştı ve yaklaşmamalarını, trenin durmayacağını söyledi. O sırada bir ses duydular. Muslubeg vagondan sarkmış el sallıyordu. Vagonun arkasından uzun süre koştular. Son vagon da kaybolduktan sonra Aliman Tolunay’a bir asker kasketi uzatarak “Al ana,  bunu Muslubeg sana attı.” dedi. Tolunay o günü şöyle anlatır: “Evin bir duvarında hala asılıdır o kasket. Bazen oğlumun kokusunu duymak için yüzümü içine gömerim. Dilerim başka hiçbir ana başını raylara, vagon kapılarına vurmasın benim gibi.”
Savaşın pençesine düşmüş tek insan Tolunay da değildi tabii, Gazete geldiğinde, ölüm ilanları okunduğunda, köyde en azından iki-üç evden ağıt sesleri yükselirdi.
En küçük oğulları Caynak birgün, evdeki onarılacak ne varsa onarmış, tüm işleri bitirmişti. Halinde bir gariplik vardı. Gönüllü olarak askere yazılmıştı. Haber vermede cepheye gittiği için ve kendisini bağışlamaları bildiren bir mektup bırakmıştı. O zaman daha on sekiz yaşındaydı. Caynak’a böyle ayrılmak daha kolay gelmişti.
Bir gün tarlada çalışırlarken köyden bir ihtiyar yanlarına geldi, Tolunay’a “Seni çağırıyorlar” dedi. Tolunay’ın içini korkunç bir huzursuzluk kapladı. Etraflarını kalabalık sardı. Elini tutarak “cesur ol Tolunay cesur ol” dediler. “Sevgili atmacalarımızı yitirdik. Savankul da Kasım da ölmüşler”. Tolunay’ın başı dönmeye başlamıştı. Aliman’ın da “Ana biz artık duluz ana. Günlerimiz karardı” diye çığlıkları yankılanıyordu. Tolunay, hem kocasını hem oğlunu kaybetmişti. Aliman da daha gençliklerinin baharında kocasını kaybetmişti.
Savaşın üçüncü ve dördüncü yılları, yeni üzüntülerin yanı sıra sevinçler de getirdi. Düşman geri çekiliyordu, ama dertler bitmek bilmiyordu. Kış ortasında açlık başladı. Bazı aileler yabani kökleri, otları suyla kaynatıyor, renk versin diye de içine birkaç damla süt katıp onu içerek karnını doyurmaya çalışıyorlardı. Şiş karınlı, soluk benizli çocukların bir parça yiyecek için kapı kapı dilendikleri görülüyordu.
Birgün Tolunay, Savankul’un diktiği ihtiyar elma ağacının açtığı çiçekleri seyrederken postacının yaklaştığını gördü. Muslubeg’den gelen mektubu titreyen parmaklarıyla açtı, okumaya başladı: “Sevgili anacığım zaman geçecek, bir gün beni anlayacaksın. Doğru olanı yapıyorum, sende hak vereceksin bana. Savaş hepimiz için, bütün insanlar için bir yıkımdır. Bu canavarı parçalamak, yok etmek için kanımızı, canımızı vermemiz gerekiyor. Askeri bir kahraman olmayı aklımdan bile geçirmedim. Öğretmen olmayı nasıl da isterdim. Tebeşir yerine tüfek verdiler elime, asker oldum. Bir saat sonra ülkem için göreve gideceğim. Canlı döneceğimi sanmıyorum. Bu son mektubum, bunlar son sözlerim. Oğlun, Teğmen Muslubeg Savankulov.” Bahçeye bir sürü insan toplanmıştı. Tolunay, ortanca oğlu Muslunbeg’i kaybettiğini de böylece öğrenmişti. Ondan geriye ise sadece kasketi kalmıştı.
Zaferin kazanıldığı bahar Tolunay için unutulmazdı. O, bundan büyük mutluluk, bundan büyük acı duymamıştı. Askerler geliyordu, halk onları karşılamak için yollara dökülmüştü. Bir asker göründü. Kalabalığın ön sıralarındaki yalınayak bir kız, ansızın çığlığı bastı: “Ağabeyim bu ağabeyim” diye. Köye birçok asker döneceğini beklerlerken sadece bir asker dönmüştü. Tüm halk koşarak onu karşıladı.
Hayat devam ediyordu. İşler iyiye gitmeye başlamıştı artık, yaşamak biraz daha kolaylaşmıştı. Savaşın anıları, acı izleri insanların içlerinden yavaş yavaş siliniyordu. Ama hayat Tolunay ve Aliman için o kadar kolay değildi. Erkeklerini kaybetmişlerdi. Tolunay, Aliman’a istediği zaman gidebileceğini, hayatının baharındayken tekrar evlenebileceğini çıtlakmak istediğinde, Aliman sert çıktı ve beraber yaşamaya devam ettiler. Bir ara Aliman dereye su getirmeye gitmeye başlamıştı. Oysa bahçedeki kuyuda yeterli su vardı. Meğerse Aliman, sürüsünü otlatmak için gelen bir çobana kaptırmıştı gönlünü. Tolunay ona kızamadı. Aliman, bir gün yine dereye su getirmeye gitti. Ama bu sefer çok geç kalmıştı. Herkes uykuya dalmıştı, kapı aralandı. Aliman‘ın elbisesinin düğmeleri kopmuş bir halde geldi. Ayakta zor duruyordu, sarhoştu. Gebe olduğunu öğrenmeleri ise çok zaman almadı. Komşu köye gidip çobanı buldular. Ama çoban, vefasız ve evli çıktı. Çocuğu ve Aliman’ı kabul etmedi. Tolunay bebeği torunu olarak kabul etmişti. Aliman ise utancından iyice içine kapanmış, kimselerin yüzüne bakamaz olmuştu. Tolunay bir gece uyandığında Aliman’ı yatağında bulamadı. Birden Aliman’ın çığlıklarını duydu. Utancından ahırda kendi kendine doğum yapmaya çalışıyordu. Doğumu için ona yardım etmeye çalıştı, ama bebek bir türlü doğmuyordu. Doktor için hemen yola koyuldular. Yolda Tolunay’ın yardımı ile çocuk doğdu. Ama Aliman öldü. Tolunay ıslak bebeği yeleğine sardı. Bu olayla savaş son kez hatırlattı kendini Tolunay’a. Bebeğe köyden Curubeg dedenin gelini süt verdi ve bebek yaşadı.
Romanın sonu Tolunay’ın bir ana olarak özdeşleştirildiği toprakla dertleşmesi ile bitmektedir. Tolunay, toprağa “Savankul’un Kasım’ın, Muslubeg’in, Caynak’ın, Aliman’ın anıları önünde eğiliyorum bugün. Yaşadıkça hatırlayacağım onları. Vakti gelince Canbolat’a da anlatacağım her şeyi” diyordu.

33 yorum:

  1. Olum bu ne lan destan yazmışınız yani

    YanıtlaSil
  2. destan yazılırmı lan

    YanıtlaSil
  3. Yalnız ''muslubeg'' değil ''maysalbek'' olması gerekiyor romanı henüz bitirdim

    YanıtlaSil
  4. Allah için çok güzel bir kitap. Ama sonlara doğru biraz kötüydü. ..

    YanıtlaSil
  5. tolunay değil tolgonay
    savankul değil suvankul
    muslubeg değil maysalbek olacak

    YanıtlaSil
  6. Kitap çok sıkıcıydı ama bu özeti okuyunca iyi anladım olayları perşembeyede bukitaptan sınav olucaktık iyi oldu ya.

    YanıtlaSil
  7. Roman cok sıkıciydi bu cok iyi oldu

    YanıtlaSil
  8. Torgay hangi anlamda kullanılmıştır?

    YanıtlaSil
  9. torgay kuş demek

    YanıtlaSil
  10. helal olsun eline sağlık aklına sağlık

    YanıtlaSil
  11. Bazı ilgiler eksık ama güzel bit ozet SAYGI*

    YanıtlaSil
  12. Toprak ananın yazılma nedeni nedir?
    Kitabı okumadım bulamıyorum .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. tam olarak bir fikrim yok ama bir kadının toprakla dertleşmesi ona kocasıyla tanışımını ve başından geçenleri anlatması gibi bişe

      Sil
  13. teşşekürler kitabı okumaya üşenmiştim bu bana sınavımda çokyardımcıolacak

    YanıtlaSil