Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüküm Gecesi: II. Meşrutiyet yıllarının siyasi olayları ile bu olaylar içerisinde yaşanan duygusal bir aşk hikayesi.Yazar eserinde; 1908-1911 yılları arasındaki siyasî olayları, kişisel çıkarlar uğruna girişilen ve halkın yararına herhangi bir düşünceye, ülküye dayanmayan çatışmaları ele almıştır. İttihat ve Terakki Fırkası’nın egemen olduğu dönemin eleştirisini muhalif gazeteci gözüyle yapmıştır. Kısaca; bir devrin çözülüşünün, içerisine sıkıştırılmış aşk hikâyesiyle birlikte ele alındığı duygusal bir romandır.
Gerçek kişilerle, roman tiplerinin değişik bir roman tekniğiyle yer aldığı eserde Yakup Kadri, gençlik döneminde yaşadığı II. Meşrutiyet yıllarını; gazeteci Ahmet Samim'in öldürülmesinden Bâbıâli baskınına kadar uzanan olayları, İttihat Terakkî ile Hürriyet ve İtilâf arasındaki siyasî çekişmeleri konu ediniyor.
Kitaba göre, İttihat ve Terakki Partisi olayların hep arkasında olmuş, milletin bütünlüğünü ve bağımsızlığını sağlamak için elinden geleni yapmaya çalışmış; yabancıların, ülkeyi bölmeye ve içten yıkmaya çalışanların karşısında olmaya çalışmıştır. Bu olayların gidişatını hep eleştiren romanın kahramanı Ahmet Kerim, muhalif bir gazeteci olarak, yazılarıyla İttihat ve Terakki’ye karşı cephe almıştır. Bu gazeteci yaşadığı dönemi eleştirmiş, ülkenin daha iyi olması için yazılar yazmıştır. Aynı gayeyi takip eden Ahmet Samim’in de yakın dostudur.
Olaylar 1908-1911 yılları arasında geçmektedir. Bu dönemde İttihat ve Terakki ile muhalefet arasında siyasi bir çekişme yaşanmaktadır. Aslında bu toplumun sorunlarına çözüm getirmekten uzak bir iktidar kavgasıdır. Ordu güçsüzdür ve politikaya gömülmüştür. Ülkenin hiçbir sorununa somut çözümler getirilememekte, dış borçlar artmakta, kurtuluş Batı’nın desteğinde aranmaktadır. İktidar için çarpışan kişiler yalnızca çıkar peşindedirler. Aydınlar ile devlet adamları ise ipleri Batı emperyalizminin elinde olan kuklalardır.
Ahmet Kerim’in gözünde; İttihat ve Terakki’nin çirkin siyasi oyunlar oynayışı, düşünce yoksulluğu, baskıyı, kaba gücü olağan sayan yönetim anlayışı, muhalefetin ikiyüzlülüğü, çıkarcılığı kıyasıya eleştirilmektedir. İttihatçılar ve İtilafçılar bir madalyonun değişik görünümdeki iki yüzü gibidir. Aynı maddeden yapılmışlardır, nitelikçe hiçbir ayrımları yoktur.
Bireysel çıkarların öne alındığı siyasi çatışmalar toplumun sorunlarına çözüm getirmemiştir. İmparatorluğun parçalanmasında dış güçlerin etkisi de hat safhadadır. En acıklı olanı ise, neyi savunduğunu, neye karşı olduğunu bilmeyen, tarihin kendisine yüklediği kurtarıcılık görevi altında ezilen bir kuşak dramının boyutları dramatik bir şekilde dile getirilmiştir. Politik hırsların egemen olduğu bir ortamda insana özgü duyguların, özlemlerin, tutkuların yozlaşması; kardeşliğin düşmanlığa, sevginin sevgisizliğe, özverinin bencilliğe dönüşmesi de dönemin nitelikleri arasında sıralanabilir.
Bu siyasi çalkantılar arasında Ahmet Kerim’in Samiye’ye olan aşkı da ele alınmıştır. Her akşamüstü evine dönerken köşe başındaki konağın önünden her geçişinde birkaç saniye duraklayıp içerden gelen şarkı ile karışık piyano sesini dinlemek Ahmet Kerim’de alışkanlık haline gelir. Bu güzel sesin sahibi Samiye’yi görmek için can atar. Lakin içeri girmek için her duraklayışında konağın önünde kendisine hakim olmasını bilir ve yoluna devam eder. Belki de içeride kiminle, nasıl birisiyle karşılaşacağını bilmeden böyle yapar. Ahmet Kerim platonik aşkıyla mektuplaşmaya başlar. Fakat bir gün matbaaya doğru yol alırken Samiye ile yolları defalarca kesişir, defalarca göz göze gelirler. Nihayet ikisi de konuşma cesaretini toplarlar. Samiye, genç, güzel ve çekici biridir. Ahmet Kerim’i büyülemesini bilmiştir.
Samiye, İttihat ve Terakki Fırkası’ndan olan ağabeyi Selim Necati’nin isteğine uyarak Ahmet Kerim’i gece yarısı odasına alır. Selim Necati’nin, Ahmet Kerim’i Samiye’nin yatak odasında yakalayıp bir ırz düşmanı gibi öldürme girişimi başarısızlıkla sonuçlanır. Samiye kendini bağışlatmak için çırpınır; bu duygunun, bu isteğin tutsağı olur. Bu yolda her çılgınlığı göz önüne alır. Ahmet Kerim ise onun bütün girişimlerini alabildiğine katı bir duygusuzlukla karşılar. Aşkı nefrete döner artık. Bu inatçılık, genç kızdaki değişimi görmesini engeller. Sıradan bir olay biçiminde verilen, ayrıntısız, kısacık bir ölüm haberi geç de olsa Ahmet Kerim’i, bu ölümden kendisini sorumlu tutacağı yeni bir ruh halinin içine iter. Bu olayda Ahmet Kerim de suçludur, çünkü Samiye’yi hiç dinlemez. Nefret, yerini suçluluk duygusuna bırakır. Artık bundan sonrası Ahmet Kerim için kendi vicdanının sesini dinlediği dönemdir.
Ahmet Kerim, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’yı öldürmekten dolayı sanık olarak tutuklanan kimselerle birlikte ölümle karşı karşıya getirilmiştir. Bekirağa bölüğünde, suçsuz ve haksız, idam korkusuyla “Hüküm Gece”sini beklerken bile kişiliğine kabahat bulmaz; bütün sebep ve sonuçlarıyla hayat hesabının yükünü zamanına ve neslinin tarihine yükler.
Sırf hürriyete yapılan baskıya karşı koymak ve kişiliğini satılığa çıkarmamak için muhalefete geçen Ahmet Kerim, birdenbire kendini aralarında hiçbir öz ve niyet birliği bulunmayan Hasip, Halil Paşazade Ömer Beyler ile Necip Mollalar’ın, Neşet Paşalar’ın, Saim Efendiler’in içinde bulur. Ondan sonrası artık kaybedilmiş bir davadır.
Sinop sürgünü Ahmet Kerim’i içkinin kucağına atmış, alkolden yoksun kaldığı günlerde kafası yağı tükenmiş bir kandile dönen, eli titreyen bir adamdır. Zavallı anacığına mektup bile yazamaz hale gelmiştir. Ahmet Kerim için asıl acı şey ise henüz Sinop’a gitmeden kendini tanımış olmasıdır. Ahmet Kerim tam bir muhaliftir. Herkesin ak dediğine o kara der. Kendi bildiğini okur ve ne kadar büyük yanlışlıklar yaptığının farkına geç de olsa varır.
Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet döneminin işlendiği siyasi bir roman niteliğindedir. Yazar bir dönemde yaşanan siyasi olayları küçük fakat mühim bir aşk hikayesi ile süslemesini bilmiştir. Kitapta her ne kadar siyasi bir hava ağır bassa da bahsedilen olayların gerçek olması, romanın okunmasını cazip bir hale getirmektedir.
Siyasî olayların kurgusu içinde kişilerin psikolojisinin ağır bastığı romanda Yakup Kadri aynı zamanda, aydın-halk ikileminin ilk izlerini işlemektedir. Ayrıca romanın yazıldığı dönem itibarı ile dili ağırdır ve anlamayı kısmen güçleştirmektedir.
Yazar, toplumsal sorunlara belli bir siyasal açıdan eğilmiş ve bu sorunlara yaklaşımını elden geldiğince sanatsal bir düzeyde tutmaya çalışmıştır. Bununla birlikte, ruhsal çözümlemeleri, karakter yaratıcılığı ile ele aldığı dönemin toplumsal gerçeklerini çok iyi yansıtmıştır.
teşekkürler:)
YanıtlaSil