İstiklal Mahkemesi Hatıraları, Kılıç Ali

İstiklal Mahkemesi Hatıraları, Kılıç Ali, Yenigün Haber Ajansı ve Matbaacılık A.Ş, 1997, İstanbul
İstiklal Mahkemeleri’nin yapmış olduğu inceleme ve davalar ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e yapılması tasarlanan suikastın irdelenmesi.

Kılıç Ali (1888-1971) adıyla bilinen Ali Kılıç, 1888-1971 yılları arasında yaşamıştır. Balkan Savaşı’nda,  Çanakkale muharebelerinde ve Teşkilat-ı Mahsusa’ da  görev yapmıştır. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa’ ya dahil olarak O’ nun vermiş olduğu emirler doğrultusunda çeşitli görevlerde bulunmuştur. 1920 yılında Birinci TBMM’ ne Antep milletvekili olarak seçilmiştir. Bu görevde iken Ankara’ da teşkil edilen İstiklal Mahkemesi’ nde görev yapmıştır. Bu görevde iken yapmış oldukları tetkik ve mahkemeleri “ İstiklal Mahkemesi Hatıraları ” olarak kaleme almıştır. 
Birinci Dünya Savaşı’nın ağır şartları sonucunda  millette, kendi kaderine hakim olma düşüncesi ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu düşüncelerin ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün önderliğinde  Millet Meclisi kurulmuştur. Savaş sonrası oluşan kritik ve bunalımlı günlerde

Kiralık Konak, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Kiralık Konak, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, 1999, İstanbul
Türk toplumunun tarihsel gelişim sürecinde ilk belirtileri XVIII. yüzyılda görülen ve Tanzimat’la somutlaşan batılılaşma hareketleri, buna bağlı olarak hayat tarzı, değerler, ahlak, kısacası kültürel değişim.
Naim Efendi çok zengin, zengin olduğu kadarda hesaplı bir kişiydi. Babasından kalma bir servetti. Büyük bir ihtimamla idare ve muhafaza ediyordu. II. Abdülhamit döneminde devletin yüksek mevkilerinde bulundu. Birçok defalar valiliklerde dolaştı. Şurayı Devlet Azası, Rüşümat Müdüri Umumisi oldu. İnkılâptan iki sene evvel dolaşık bir “TEVLİYET” (Mütevellilik) davası yüzünden istifasını verdi ve Hükümet işlerinden tiksinerek bir köşeye çekildi. Fakat memuriyet döneminden kalma bayramlaşma ve özel deftere imza olayını hiçbir zaman aksatmazdı.

Türk Yazı Devrimi, Bilal N. Şimşir

Türk Yazı Devrimi, Bilal N. Şimşir, Türk Tarih Kurumu, 1992, Ankara
Türk Yazı Devrimi’nin safhaları ve devrimin dünyada uyandırdığı yankılar anlatılmaktadır. 
Eser Türk tarihi ile ilgili değerlendirmelerin yer aldığı birinci bölüm, Sovyetler Birliği ve bağlı ülkelerin Latin harflerine geçişinin konu edildiği ikinci bölüm, Türk Yazı Devriminin ayrıntılı olarak anlatıldığı üçüncü bölüm ile devrimin dış dünyadaki yankılarının üzerinde durulduğu dördüncü bölümden oluşmaktadır.

1928 yılında Türkiye’de yazı devrimi yapıldı. Yaklaşık bin yıldır kullanılmakta olan Arap yazısı bırakıldı, yerine Latin harfleri kullanılmaya başlandı. Türk Yazı Devrimi isimli kitap yazar tarafından Türk kültür tarihinde bir dönüm noktası olan Türk yazı devriminin ellinci yıl dönümü münasebetiyle yazılmıştır. Ancak bazı gecikmeler nedeniyle kaleme alındıktan ancak on beş yıl sonra yayınlanabilmiştir. 
Kitabın birinci bölümünde Türk tarihi ile ilgili değerlendirmeler yer alır. Yazara göre:  Genel Türk tarihi belli bir coğrafya ekseninde gelişmemiştir. Türkler dehalarını değişik eksenlerde birçok devlet kurarak göstermişlerdir. Buna paralel olarak da yer değiştirmiş, din değiştirmiş ve yazı değiştirmişlerdir.
Orta Asya’nın yerli halkı olan Türklerin en eski yazısı hakkında henüz yeterince bilgi yoktur. Bilinen en eski Türk yazılı belgeleri Köktürk hanedanı döneminden VII ve VIII inci yüzyıllardan kalmadır. Bunların en eskisi 688–692 yılları arasında yazıldığı sanılan Gobi yöresi yazıtıdır. Elli yıl sonra 732-733 yıllarında Orhun yazıtları dikilmiştir. Dolayısıyla ilk bilinen Türk alfabesi Köktürk alfabesidir. Köktürk’lerin mirasçıları Uygurlar Köktürk alfabesini bırakmış, Uygur alfabesini geliştirmişlerdir. Türkler aynı dönemde, Sogud, Mani, Brahmi yazılarını kullanmışlardır. Yer yer Tibet, Çin, Moğol-Passepa ve Nasturi-Süryani yazılarını da kullanmışlardır. Dokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru Türkler Müslümanlığın ve dolayısıyla Arap yazısının etkisine girmişlerdir. Selçuklular döneminde Arapça, İslam dünyasının artık ortak yazı dili olmaya başlar.

Eski Dünya Seyahatnamesi, İlber Ortaylı

Eski Dünya Seyahatnamesi, İlber Ortaylı, 2007, Ankara
Prof.Dr.İlber ORTAYLI’nın değişik zamanlarda ve değişik nedenlerle gittiği ve gördüğü  ülkelerle ve şehirlerle ilgili düşünceleri.
KIRIM: ECDAD TOPRAĞI
Yazar bu bölümde, Kırım’ın eski bir ecdat toprağı olduğundan, tarihi birçok yerini (Çehov’un evini, Yalta Konferansının yapıldığı sarayı, Puşkin’in yaşadığı yer gibi) görme imkanına sahip olduğundan, Selanik’le nüfus olarak mukayese edilebilecek bir Yahudi şehri olduğundan ve özellikle Odessa’nın dünya savaşları sırasında çok zarar gördüğünden, hala Osmanlı’dan kalan izler taşıdığından ve halkları (Ukraynalılar, Ruslar, Kırım Türkleri ve Karaylar) arasındaki ilişkilerden bahsetmiştir.

ORTADOĞU
KIRK YIL ÖNCESİ

Yazar bu bölümde, Evliya Çelebi dışında, Ortadoğu ile ilgili doğru düzgün bir çalışma olmadığından, Refik Halit KARAY’ın sürgün zamanı o yöreler hakkında hazırladığı “Gurbet Hikayeleri” kitabının bir şaheser olduğundan, bu bölgeyi anlayabilmek için Arapça, Farsça ve İbranca bilen uzmanlara ihtiyaç olduğundan bahsetmiştir.
Ayrıca, Suriye’deki Halep ve Şam’ın Türkiye için öneminden, bu bölgelerde hala Türkiye’nin etkisi olduğundan ve Türkçenin yaygın bir şekilde konuşulduğundan bahsetmiştir.
SURİYE GEZİM; ŞAM
Yazar bu bölümde, asıl Suriye denilen bölgenin, şu anki Suriye Devletinden daha geniş bir bölgeyi ifade ettiğinden, eski Büyük Suriye’nin Filistin’i, Ürdün’ü, Lübnan’ı kapsadığından, bu bölgelerin Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katıldığından, eskinin gözde ticaret merkezlerinin bu bölgede olduğundan, dört asırlık Osmanlı döneminin bu bölge için sulh zamanı olduğundan, Şam’ın İslam dünyası için Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra gelen en önemli şehir olduğundan ve Osmanlı’nın da Suriye’ye özel önem verdiği ve bazı ayrıcalıklar tanıdığından bahsetmiştir.
HALEB

Türkiye’nin Etnik Yapısı, Ali Tayyar Önder

Türkiye’nin Etnik Yapısı, Ali Tayyar Önder, Fark Yayınları, İstanbul, 2006
Türkiye’deki etnik nüfusun bilimsel analizi
           Bilimsel araştırma türünde olan eser, Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak görev yapan yazarın arşiv ve kaynakların titiz bir şekilde elden geçirilmesiyle meydana gelmiş ilmi değeri yüksek bir eserdir. Yazar Türkiye’nin stratejik konumu dolayısıyla ülkemizin ekonomik ve teknik ilerlemesinin önüne geçmek maksadıyla Batı’nın kendisi için sorun olarak gördüğü fakat ülkemiz için zenginlik olarak empoze etmeye çalıştığı etnik farklılıkları kanıtlarıyla yok etmektedir.
            Kitapta Türkiye’deki etnik farklılıkların tarihsel kökenine inilmekte ve hemen hemen hepsinin aynı coğrafyadan ve kökenden geldikleri bilimsel olarak kanıtlanmaktadır. Yukarıda bahsi geçen küresel güçTürkiye’de var olan barış ortamını bozmak maksadıyla Kürt, Laz, Çerkes, Gürcü, Nusayri diye halkı tabakalara bölmeye çalışmaktadır.
            Yazar, ülke gündemine suni olarak getirilen Türkiyelilik tanımının

Yahya Kemal’in Dünyası, Süheyl Ünver

Yahya Kemal’in Dünyası, Süheyl Ünver, Tercüman Tarih ve Kültür Yayınları, 1980 İstanbul
Yazarın kaleminden Yahya Kemal muhtelif konulardaki görüşleri.
        Şair Yahya Kemal ile 1943-1958 yılları arasında bir çok kez sohbet etme fırsatı bulmuş olan yazar, dinlediklerini kaydetmiş ve diğer insanlarla paylaşmak için kaydettiklerini bir kitap altında toplamıştır. Kitap, Yahya KEMAL’in ağzından yazılmıştır. Ortaya çıkan eserin şairin kendi eseri olmadığını yazar açıkça ifade etmektedir. Yazarın kaleminden şair Yahya KEMAL’in muhtelif konulardaki görüşleri özetle şu şekildedir :
(1)     TARİH KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİ :
Bir millet/insan geçmişi ile bağını koparmamalıdır. Kopardığında kendisi olmayacaktır. Geçmişin tamamını sevmek gerekmez, fakat yapılan güzel işleri sevmek, takdir etmek gerekir. Geçmişte yapılan kötü işleri görüp irtibatı koparmak doğru değildir.
Avrupa’nın yaşayış tarzı bize hakim olmaya başladı. Tepeden tırnağa kadar Avrupa’ya benziyoruz. Saçlarımızı onlar gibi kestiriyoruz, onlar gibi yatıyor, onlar gibi kalkıyoruz. Bu sebeple; Türk üslubu, Türk çarşısı kayboldu. Artık bu güzellikleri hatıra olarak duvarımıza asıyoruz. Türk mimarları toplanıp “İngiliz evi” gibi bir “Türk evi” inşa etmelidir ve bu her Türkün hayaline işlenmelidir. Avrupalılardan eski doğu kültürüne ait eşyaların, silahların zevkini almaya başladık. Belki bu münasebetle bir gün kendi eşyalarımızı da sevmeğe başlarız.

Yüzbaşının Kızı, Aleksandr Puşkin

Yüzbaşının Kızı, Aleksandr Puşkin, İş Bankası Kültür Yayınları, 2001, İstanbul
1700’ lü yıllarda, bir ayaklanmanın ortasında, Rusya’da yaşanmış bir aşk hikâyesi.
Klasik Rus Edebiyatının kurucusu Puşkin, Yüzbaşının Kızı’nda bir halk ayaklanmasını ele alır. Konunun odak noktası, Pugaçev'in önderliğinde 1773'te patlak veren büyük bir köylü ayaklanması ve bu karmaşanın ortasında yaşanmış bir aşk hikâyesidir. Kitabın kahramanlarından, Emelyan Pugaçev adli isyancı köylü önderi, Don ve Ural Kazaklarının başına geçerek, üzerine gönderilen 25 bin kişilik Çar ordusunu bozguna uğratır. Düzensiz bir halk ordusunun başında kırlardan kentlere doğru yürüyüşe geçer, birçok kenti kuşatır, Moskova kapılarına dayanır, çarlığı ta temelinden sarsacak bir güce erişir. Eserde Pugaçev’in karşısına koyulan kahraman ise, henüz doğmadan, babası tarafından orduya yazdırılarak asker olmak zorunda kalan ve itibar sahibi bir aileye mensup olan Pyotr Andreyiç tir. Olaylar XVIII. Asrın ilk yıllarında cereyan eder. Andreyiç’in orduya katılması, aşkı, isyancılarla ilişkileri, ihanet, sadakat ve daha birçok duygu sade ve şiirsel bir dille ortaya konarak vücuda getirilmiş bir başyapıttır. Tarihsel roman 'geleneğine' göre kısa sayılabilecek bu metin, edebiyat tarihçilerince Tolstoy'un Savaş ve Barışı'nın öncüsü sayılmaktadır.
Eserde anlatılan olaylar Rusya'da, 1700'lü yıllarda Çariçe döneminde geçmektedir. Rus ordusundan kıdemli binbaşı rütbesinde emekli olan Andrey Petroviç Grinyov, Avdotya Vasilyevna ile evlidir. Simbirsk'in köyünde oturan varlıklı bir ailedir. Doğan çocuklarının sekizi, daha bebekken ölürler. Doğacak dokuzuncu çocuklarını, daha kız veya erkek olacağı belli olmadan, aile dostlarından bir binbaşının yardımıyla Semenovski Alayına çavuş olarak yazdırırlar. Çocuk eğer kız doğacak olursa, çavuşun öldüğü bildirilecek ve iş de böylece kapatılacaktır.

Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, Halil İnalcık

 Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, Halil İnalcık, Türk Tarih Kurumu,1987, Ankara 
1443-1453 Fatih Dönemi olayları ve 15.asırda Rumeli’de hristiyan sipahiler ve menşeileri
    Fatih Devrinin tam bir tarihini yazmanın mümkün olmadığını söyleyen İnalcık, bu kitabında İstanbul’un fethiyle neticelenen 1443-1453 arasındakı gergin devreyi, imparatorluk buhranının tahlilini yeni kaynak malzemesi “Gazavat Sultan Murat” adlı eseri değerlendirerek yapmıştır.
    1444 BUHRANI:
    1439’da Floransa’da Şark ve Garp kiliseleri arasında “Unıon”un imzalanması ile Osmanlılar aleyhine bir haçlı seferi çıkarılmıştır. Bu toplantı; buhranın başlangıcı kabul edilmektedir. 1443 yılında Macaristan ve Lehistan Kralı Ladislas ve Sırp despotu Georg Brankovıc’in Balkanları istila etmesi Türkler’in yakın zamanda Balkanlardan atılacağı düşüncesini getirecektir. Balkan İstilası ve II.Murad’ın tahttan çekilmesi Osmanlı Devlet’ini bir buhrana sürükleyecektir. 1444 yılı hem Osmanlı hem de Avrupa genel tarihi için bir dönüm noktası olmuştur. 1443 yılında Macaristan ve Lehistan Kralı Türkler’den gelen sulh teklifini kabul etmiş ancak Haçlı donanmasının boğazlara doğru bir harekete geçtiğini öğrenince ve Türkler’in Balkanlardan çıkarılmasının çok kolay bir hale geldiği inancına varınca da antlaşmayı bozmuştur. Bu antlaşma ile ilgili tetkikler, görüşler, vesikalar uzun uzadıya açıklanmaya çalışılmış 1444 yılında olup bitenleri yakından izleyen Cyriacus’un mektupları sırasıyla Türkçe tercümeleri ile verilmiştir. (Cyriacus; Klasik çağ eserlerine meraklı oldukça tanınmış bir hümanist seyyahtır. Papa tarafından 1444 yılında durum hakkında bilgi toplamak üzerine gönderilmişti.)

Felatun Bey ile Rakım Efendi, Ahmet Mithat

Felatun Bey ile Rakım Efendi, Ahmet Mithat Efendi, 2004, İstanbul
Lale Devri İstanbul’unun ve XIX’uncu yüzyıl kültür ve anlayışının, birbirine zıt görüşlü iki tip aydının yaşayışları etrafında anlatılması.
    Roman fakir bir ailenin zeki, namuslu, yetim ve çalışkan çocuğu Rakım Efendi ile Avrupa kültürü ile yetişmiş, aslında görgüsüz, hayattan zevk almaktan başka bir şey düşünmeyen Felatun Bey’in hayatlarının karşılaştırılmasını yapmaktadır. Bir çok noktada hayat çizgileri kesişen bu ikiliden, sonuç itibariyle kazanan hep Rakım Efendi’dir.
    Felatun Bey ve kardeşi Mihriban Hanım küçük yaşta annelerini kaybetmiştir. Babasının batı hayranlığından dolayı Felatun Bey Avrupai bir tarzda yetiştirilmiştir. Rakım Efendi ise Tophane’de annesi ve dadısı ile büyümüş fakir bir çocuktur ve geleneksel bir anlayışla yetiştirilmiştir. Felatun Bey gibi Rakım Efendi de Hariciye Kaleminde çalışmaktadır. Rakım Efendi ayrıca özel yazı yazmakta, İngiliz bir ailenin kızlarına da Türkçe dersleri vermektedir.

Fatih–Harbiye, Peyami Safa

 Fatih–Harbiye, Peyami Safa, Ötüken Neşriyat, 2000, İstanbul
 Batılılaşma hareketlerinin Türk toplumundaki etkileri.
Üzerinde en çok tartıştığımız kavramlardan biri de batılılaşmadır. Sosyal hayatımıza girdiği ilk günden bu yana, kavramın olumlu ya da olumsuz yönleri üzerinde çok durulmuş, günümüzde bile durulmaya devam edilmektedir. Özellikle edebî eserlerde batılılaşma kavramı oldukça geniş bir yer tutmakta, batılılaşmanın yanlış anlaşılması veya olumsuzlukları üzerinde durulmaktadır. Bu türler içerisinde hikâye ve romanlarda batılılaşma en çok üzerinde durulan bir konu olmuştur.
Fatih–Harbiye, Peyami Safa'nın Doğu–Batı, alafrangalık, yerlilik, şarklılık, ruh, madde vb. gibi sosyal ve felsefî konuları derinliğine aldığı ilk romanlarından biridir. Kitabın adı olan Fatih–Harbiye, bir tramvay hattının adıdır. Şark ve garp arasında kalan Türk gencini anlatan kitap, 1930'lu yılların başında Türk insanının yaşadığı kimlik problemlerine değinen ve semt olarak Fatih ve Harbiye (Beyoğlu)'yi seçen Peyami Safa’nın toplumsal romanıdır.

Bir Bilim Adamının Romanı, Oğuz Atay

Bir Bilim Adamının Romanı, Oğuz Atay, Bilgi Yayınevi, 1975, Ankara
Prof. Dr. Mustafa İNAN’ın Hayat Hikayesi.
    Roman, 1971 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Bilim Kurulu’nun bilim ödülü töreninin tasviri ile başlar. Bu ödüle layık görülen kişi, 1944’lerde başlayıp 1967’deki vefatına kadar ki bilimsel çalışmaları ve bilim adamı yetiştirilmesinde yarattığı ekol sebebiyle, Prof. Dr. Mustafa İNAN’dır. Ancak dikkat edileceği gibi, bu ödüle ölümünden dört yıl sonra layık görülmüştür.
    Mustafa İNAN, eşi arkeoloji profesörü Jale İNAN’ın verdiği bilgiye göre 24 Ağustos 1911’de Adana’da doğmuştur. Babası Hüseyin Avni Bey seyyar posta memuru, annesi Rabia Hanım ise ev hanımıdır. 1898’de evlenen Hüseyin-Rabia çiftinin Mustafa İNAN’dan önce doğan çocuklarının çoğu küçük yaşta ölmüştür. Mustafa İNAN doğduğu zaman sadece Emine ve Zübeyde isimli iki kızı sağ kalmıştır. Mustafa İNAN’dan sonra da Güzide, Mehmet ve Sami dünyaya gelmiştir. O dönemde Anadolu’da çocukların yaşaması mucizedir. Hastalıklar, kazalar birbirini izlemektedir. Mustafa İNAN da bunlardan nasibini alır. Adana’da yazın sıcaklarında zenginler yaylalara çıkarlar. Fakirler de serinlemek için damların üstünde yatarlar. Mustafa böyle bir gecede gözünün ağrısından bir türlü uyuyamaz. Annesi bir ev ilacı sürmüş ve gözlerini bağlamıştır. Sabah annesi erken kalkar ve evi toplamakla uğraşır. Bu sarada uyanan Mustafa gözleri bağlı halde damda dolaşırken aşağı düşer. Mustafa’yı doktora götürürler. Çocuğun yaraları dikilir, sarılır. Ne var ki Mustafa kendine gelemez, hayatından ümit kesilmiştir. Küçük Mustafa bir süre sonra iyileşmiştir ancak, bu düşüşün sarsıntısını uzun süre çeker.

Kesirler Ve Ondalık Sayılar, Karen Bryant Mole

Kesirler Ve Ondalık Sayılar, Karen Bryant Mole, Tübitak Yayınları, 2005, Ankara

    Türkiye’de kesirler konusunda oldukça az sayıda araştırmaya rastlanmaktadır. Var olan araştırmaların çoğunluğu çocukların kesir konusu ile yaşadığı güçlüklerin belirlenmesinden ibarettir. Bu araştırmalar, öğrencilerin kesirlerle işlem yaparken kuralları yanlış genellediklerini, kesirleri karşılaştıramadıklarını ve verilen kesirleri şekille göstermekte zorlandıklarını göstermiştir.  Yapılan araştırmalarda, çocukların, farklı biçimlerde  (sembolik, sözel problem ve kavramsal) sunulan kesir problemlerindeki performansı incelenmiştir. Çocukların sembolik biçimde sunulan problemlerde, sözel problemlere ve kavramsal düzeydeki sorulara göre daha başarılı oldukları gözlenmiştir.

Kıbrıs Girit Olmasın, Rauf R.Denktaş

Kıbrıs Girit Olmasın, Rauf Denktaş, Remzi Kitabevi, 2004, İstanbul

    Kitap,Kıbrıs’ın tarihini de göz önüne alarak,Kıbrıs meselesini tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır.Özellikle belirli yaşanmış olaylar ve Rauf Denktaş’ın Birleşmiş Milletlerle yapmış olduğu yazışmalar çok önem arz etmektedir.Kitap ayrıca yaklaşık 90 sayfalık Rauf Denktaş’ın diğer düşüncelerine ve yazışmalarına yer vermiştir.
        ‘’Kıbrıs ve o zamanki Girit sorunu arasında büyük benzerlikler vardır’’diyen Kostantin Mitsotakis(1998 Yılında) bu benzerliği açıkça ortaya koymuştur.
‘’Giritliler neden kurtuldular biliyor musunuz? Bir gece hep birlikte ayaklandılar ve Türkleri boğazlayarak ortadan kaldırdılar.Bizim elimize Kıbrıs Türklerini kesip doğrama fırsatı geçti ama liderlerimiz her şeyi berbat ederek yüzlerine gözlerine bulaştırdılar…Türk Türk’tür.köpeklere benzer hepsi de’’(To Periodiko  Dergisi)
       ‘’ Giritlilerin 85 yıl beklemeyi de içeren bir özgürlük mücadelesi verdiklerini hatırlamak gerekir.Elenizm,beklemesini de ısrarla olmasını da bildiğini geçmişte kanıtlamıştır.Kıbrıs Elenlerinin de,diğer Elenlerden  geri kalmayacakları bilinmelidir.’’(Agon Gazetesi)

İlber Hoca’yla Topkapı Sarayı, İlber Ortaylı

İlber Hoca’yla Topkapı Sarayı, İlber Ortaylı, Muştu Yayınları, 2008, İstanbul
 
 (1) Yazdığı eserlerle tarihimize ışık tutan Prof. Dr. İlber ORTAYLI, bu kitabında Topkapı Sarayının tüm mekanlarını okurlarıyla paylaşmakta, sarayın gizemli dünyasını fotoğraflar eşliğinde tanıtmaktadır.
        (2) İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Topkapı Sarayı, Osmanlı Devletinin yönetim merkezi ve padişahların ikametgah yeri olmuştur. Saray mütevazi fakat güzel yapısıyla, hoş bahçeleri ve özgün konumuyla, içindeki hazinelerin ve arşivlerin zenginliğiyle eski imparatorluğun evi ve en büyük sarayıdır. Bu yönleriyle Osmanlı’da güzellikle tevazuu, din anlayışı ile dünya anlayışını bir arada gösteren önemli bir örnektir.
        (3) Topkapı Sarayı, dünyanın en güzel şehri İstanbul’un en güzel köşesine inşa edilmiştir. Bu bölge Bizans’ın da yönetim merkezidir. Saray, Bizans Sarayının üzerine yapılmıştır. Bizans Sarayından kalan taşlar ve sütunlar da sarayın yapımında kullanılmıştır.

Anadolu Notları, Reşat Nuri Güntekin

Anadolu Notları, Reşat Nuri Güntekin, İnkılap Yayınları, 2002, İstanbul

Cumhuriyet dönemi Türk romanının en önemli isimlerden birisi olan Reşat Nuri Güntekin 25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. 1912 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirerek 1913  yılında Bursa’da öğretmenlik hayatına başlamıştır. 1931 yılında Milli Eğitim müfettişi, 1933-1943 yılları arasında Çanakkale milletvekili, 1947 yılına kadar Milli Eğitim Başmüfettişi, 1954 yılına kadar Paris Kültür Ataşesi olarak görev yapmıştır. UNESCO’da Türkiyeyi temsil etmiştir. 1954 yılında emekli olmuş, kanser tedavisi için gittiği Londra’da 7 Aralık 1956’da ölmüştür. Yazarın, romanları, hikayeleri, tiyatro eserlerinin yanı sıra çeşitli çevirileri de bulunmaktadır.
“Anadolu Notları I-II” kitabı iki kitaptan oluşmaktadır. Birinci kitap, yazarın Anadolu yollarında, istasyonlarda, trende vb. başından geçen ve  çevresinde gelişen olayları, gözlemlerini aktarmaktadır. İkinci kitap ise, daha çok düşüncelerinden oluşmaktadır.
Kitap 53 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler yazarın Anadolu’da gezerken tuttuğu notlardır. Yazar birçok notunda yer ve zaman belirtmemiştir. Fakat bahsettiği olaylardan Cumhuriyetin ilk dönemlerini anlattığı rahatça anlaşılmaktadır.
Yazar notlarında zaman ve yerden bahsetmemesini “Zaten Anadolu’da zamanlar ve yerler kadar birbirine yakın ve birbirine benzer ne var ki?” diyerek açıklamıştır. Tarih ve zaman tutmanın gereksiz olduğunu belirtmiştir.
Yazarın gezi notları içinden dikkat çekenlerden bazıları aşağıya çıkartılmıştır:
Anadolu’da yolculuk yaparken trenlerde, insanların içinde bulunduğu duygular, diğer insanlara karşı tavırlar, kompartımana yolcu girmesini engellemek için başvurulan hileler anlatılmaktadır. Bu yöntemlerden bulaşıcı hastalıklı gibi görünmek ve tren kalkana kadar kompartımanda yolcu olmayan kişileri tutarak dolu görüntüsü vermek ilgi çekicidir.
Anadolu’da kitap ve gazete satışlarından bahsedilmiştir. Türkiye’de sağlam bir yayın kuruluşunun olmadığı, “Bizde halk gazete, kitap okumaz.” imajının oluştuğu, Anadolu’ya satılmak için çok az kitabın gönderildiği gibi değerlendirmelerde bulunulmuştur.

Osmanlı Sarayında Hayat, İlber Ortaylı

Osmanlı Sarayında Hayat, İlber Ortaylı, 2008, İzmir
Topkapı Sarayı etrafında şekillenen hayat
Topkapı Sarayı Osmanlı sultanlarının yaşadığı yerdir. İstanbul fatihi II. Mehmet tarafından 1460’ ta yaptırılmıştır. 19’uncu yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı padişahları ve saray halkı burada ikamet etmiş ancak 1850’lerin başına gelindiğinde sultanlar artık Dolmabahçe Sarayında yaşamaya başlamıştır.
Köklü bir tarihe sahip İstanbul 1400’lü yıllarda konut bölgeleri büyük miktarda boşalmış harap ve bitap bir haldeydi. Fetih sonrasında II. Mehmet tarafından şehirde yapılan medreseler, camiler, bedestenler, kervansaraylar, hamamlar harap ve bitap Doğu Roma başkenti bir Türk şehri haline getirmiştir.
Osmanlılarda saray hem devlet reisinin ikamet yeri hem de ofisidir. Topkapı Sarayı yapılırken Bizans Sarayından kalan taş ve sütunlar sarayın yapımında kullanılmıştır. Saray o dönemde şehrin her tarafına hakim ve her yerinden görülebilen bir yere kurulmuştur. Ayrıca Ayasofya’ya yakın bir yerdedir. Çünkü padişahlar Cuma ve teravih namazlarını burada kılarlardı. Ayasofya’nın ne yapısının ne de adının değiştirilmemesi Osmanlının insanlık mirasına duyduğu saygıyı gösterir.

Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, Sadri Maksudi Arsal

Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, Sadri Maksudi Arsal, Ötüken Yayınevi, 1975, İstanbul
Milliyetçiliğin milletlerin hayatında oynadığı rol
       Kitap, yazarın milliyetçiliğin  esaslarıyla ilgili  meseleler hakkındaki araştırmalar neticesinde elde ettiği fikir ve kanaatlerden oluşmaktadır. Milliyet meselesini hukuk tarihi ve sosyoloji alanlarında  kabul edilmiş, müsbet ilmi esaslardan ayrılmayarak, tamamen objektif bir şekilde incelenmiştir.
      Ord.Prof. Sadri Maksudi Arsal, Milliyetçiliğin milletlerin hayatında oynadığı rolün ehemmiyetine rağmen, ne dilimizde ne de Avrupa dillerinde, milliyet esasını sosyolojik bakımdan inceleyen objektif bir eserin olmaması ve mevcut eserlerin de milliyetçilik esasını saldırıcılığı temsil eden  eserler, yada milliyet duygusunun milletlerin tarihindeki rol ve ehemmiyetini inkar eden kozmopolitlik propaganda aracı olarak kullanılması nedeniyle milliyetçiliği sosyolojik açıdan ele alarak incelemiş ve değerlendirmeleri sonucunda zamanımızda milliyetçiliğin ne şekilde olması gerektiğini ortaya koymuştur.
     Yazara göre bugünkü milliyetçilik;

Kürdistan Tarihinde Dersim, Nuri Dersimi

Kürdistan Tarihinde Dersim, Nuri Dersimi, 2004, İstanbul
Cumhuriyet aleyhtarı, taraflı ve maksatlı bir bakış açısıyla kaleme alınmış kitapta Dersim'in tarihi, coğrafi özellikleri ve bölgede meydana gelen ayaklanmalar anlatılmaktadır.
Kitap 16 bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde tarihi ve coğrafi olarak dersim anlatılmaktadır.
I.    BÖLÜM: Tarihi ve Coğrafi Olarak Dersim
Bazı Kürtler ‘der’ kapı, ‘sim’ gümüş anlamında olduğu için, Dersim kelimesini ‘Gümüşkapı’ biçiminde anlamlandırmaktadır. Yazara göre, bu yörede bulunan halk Dersim’i Kürdistan olarak algılamaktadır. Kürt adıyla anılan millet, eski Med milletinin kendisidir. Mediya, asırlar boyunca fatih uluslar tarafından elden ele geçmiş, fakat Med Ulusu (Kürtler) vatanının dağlarında ve yaylalarında varlıklarını korumuşlardır.
Yazara göre, tarihsel süreci içerisinde Dersim halkı Bizans, Selçuklu, Moğollar, İlhanlılar ve Akkoyunlular ile yıllarca mücadele vermiş hepsinde de başarılı olmuştur.
Yazar, Türkiye sınırları içinde bulunan Kürdistan bölgesini üçe ayırmaktadır.

Şeytan’la Konuşmalar, Hilmi Ziya Ülken

Şeytan’la Konuşmalar, Hilmi Ziya Ülken, 2003, İstanbul

     Yazar Şeytan’ı kişiselleştirerek eserinde O’nunla konuşmalarına yer vermiş. Kutsal kitaplarda geçen, insanların kendisinden korktuğu ve kendisinin şerrinden Tanrı’ya sığındığı bu yaratığın insan suretinde yazarın çalışma odasına girerek kendisiyle konuşması ile konulara giriş yapmış. Her ne kadar insanlar kendisinden korksa da, yazarımız korkmamakla birlikte O’nu tanıyan, tanımaya çalışan ve O’nunla yaptığı konuşmalarla da yazacağı, araştıracağı ve inceleyeceği konulara yön veren bir yaklaşım sergilenmektedir.
    Şeytan’ın odasına bir kış gecesi izinsiz girmesine karşı yazar soğukkanlılıkla Şeytan’ı bir an evvel göndermek ister, ancak şeytan musallat olur ve gitmek istemez. Aradan biraz zaman geçer. Şeytan’ın elinde topaç ve hacıyatmaz  vardır. Yazar bunların anlamını ve ne işe yaradıklarını sorar. Şeytan bu iki şeyin kendi marifetleri olduğunu teşbihlerle açıklar.

Türk Sufiliğine Bakışlar, Ahmet Yaşar Ocak

Türk Sufiliğine Bakışlar, Ahmet Yaşar Ocak, 2007, İstanbul
Türk Sufilik tarihinin önemli birtakım kişileri ve konuları etrafında değişik zamanlarda kaleme alınmış yazılardan oluşmaktadır.
          Anadolu topraklarında 12’nci yüzyıl başlarından itibaren yeni bir sentez halinde oluşmaya başlayan Müslüman Türk kültürünün ana besleyici kaynakları, esas itibariyle Orta Asya ve Orta Doğu kökenlidir ve geniş çapta sufiliğin etkisini taşır. Heterodoks Halk İslam’ının farklı kültürleri bağdaştırıcı özelliğini, tasavvufi-mistik karakterinin baskınlığını sergileyen yazar, Türk İslam’ının dört önemli kişiliğini özellikle ele alıyor; Ahmed-i Yesevi, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli. 
           Yaşadığı çağı aşarak günümüz insanına kadar ulaşabilen,