osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Medine Müdafaası, Fahrettin Paşa

Başkomutanlık tarafından Kanal Harekatı için görevlendirilen, 4’üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa, Kanal’ a taarruz etmeden önce Hicaz meselesini çözmek ister. Hicaz’ın kendine özgü bir yönetim biçimi vardır ve merkezi Mekke’dir. Bu şehirde bir vali,  bir komutan ve bunların üstünde, padişah tarafından atanan bir şerif vardır.
    Mekke valisi ve komutanı Cemal Paşa’ya, Mekke Şerifi Hüseyin’in iki yüzlü davrandığı, uzun süredir İngilizler ile görüşmeler  yaptığını, kendine güvenilmemesini gerektiğini rapor ederler. Cemal Paşa, Şerif Hüseyin’ den Cihad çağrısının gereklerini yapmasını ve Kanal seferi için yardım göndermesini ister. Şerif Hüseyin, İngilizlerin Çanakkale’den asker çekip Mısır’da kuvvet toplamalarına kadar Cemal Paşa’yı oyalar. Şerif Hüseyin isyan hazırlıklarına başlayınca Cemal Paşa ile Enver Paşa  görüşerek Medine’nin mümkün olduğu kadar elde tutulması kararını alırlar.  Cemal Paşa, bu görev için o sırada Suriye’de 12’nci Kolordu Komutanı olan  Fahrettin Paşa’yı seçer. Kendisine  Medine’de olan biteni anlamak ve gerekeni yapmasını emreder. Şerif Hüseyin ve oğullarını kuşkulandırmamak için de Medine’ye dini bir ziyaret amacı ile gidilmiş gibi  bir hava verilmesini ister.

Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, İsmail Hakkı Uzunçarşılı

Osmanlı tarihine dair gerek dilimizde ve gerekse yabancı dillerde birçok eser yazılmıştır. Bunların bir kısmı Osmanlıların ilk devirlerine ait Türkçe tarihlerle vakanüvis tarihleridir; eğer biri bu Osmanlı tarihlerini okuyacak olursa, üç kıtaya yayılmış olan bu muazzam imparatorluğa ait pek yüzeysel ve bir kısmı da noksan ve yanlış malumat sahibi olur. Yabancı dillerde yazılmış olanların pek çoğunun yorumları alaycı ve tenkitlerle dolu olarak görülür.

Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri, Ahmet Halaçoğlu

  XIX ve XX. yüzyıl içerisinde devam eden Osmanlı Avrupa mücadelesinin asıl sebebi  “Şark Meselesi” ne dayanmaktadır.  Daha ziyade XIX. Yüzyılda siyasi bir terim olarak ifade edilmeye başlayan Şark Meselesi’ nin tarihi menşei oldukça eskidir. Zaman ve mekana bağlı olarak çeşitli görünümlerde ortaya çıkan  (günümüzde Ortadoğu, Lübnan, Irak,  İsrail, Filistin meseleleri) ve değişik şekilde tarif edilen Şark

Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Halil İnalcık

Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Halil İnalcık, 2000, İstanbul
Osmanlı Devleti’nin kurumsal yapısı.
     Halil İnalcık’ın, Osmanlı Devleti’nin kurumsal yapısına odaklanan bu kitabında; Osmanlı devlet anlayışı, kanun rejimi, kanunların uygulanış biçimi ve adalet yöntemleri üzerinde incelemelerini görmekteyiz. Osmanlı Devletinin 700’ üncü yıldönümünde, bu devletin birçok millet ve dini, altı yüz yıl nasıl bir arada tutmuş ve idare etmiş olduğunu açıklamaya çalışmaktadır. Prensip bakımından Osmanlı ülkesi ve halkı, iktidarı Tanrı’dan alan ve yalnız Tanrı önünde sorumlu patrimonyal, mutlak bir hükümdarın hükmü altındadır. Bununla beraber onun bu iktidarı, nasıl siyasi bir pragmatizm dairesinde kanun, adalet ve ahlak prensiplerine göre icra etme zorunda olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Bu esaslar, gerçekte bürokrasiyi, hatta idareye karşı dava hakkı olan reayayı, hükümdar karşısında direnç gösterebilen bir güç durumuna getirmektedir.
Adalet anlayışı, haksızlıkları kaldırma çabasıyla ilan edilen adaletnameler, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Bürokratlar, asker ve ulema ile birlikte hareket ederek bu prensipleri çiğneyen bir hükümdarın saltanatına son verebilir; Osmanlı tarihinde bunun örnekleri az değildir. Bürokrasi; kanunu, yani devlet idaresinde objektif kuralları temsil eden bir kurum olarak, din ve devletin selameti adına hükümdarın karşısına çıkma gücüne sahiptir. Buna karşı hükümdar da, bürokratı(veziriazamı) hiçbir kurala bağlı olmaksızın azletmek gücüne sahiptir; böylece bu iki güç arasında bir dengeden söz etmek mümkündür. Bu durum, yazıya dökülmemiş bir anayasal denge rejimini anımsatır. Osmanlı devletinin uzun yüzyıllar payidar kalmasını, tarihçiler böyle açıklamaktadırlar. Bu kapsamda, yazar, tarihsel süreç içinde incelediği konuları değişik zamanlarda yazdığı beş makalede ortaya koymuş; bu kitapta da makaleleri bir araya getirerek bir bütün halinde bize sunmuştur. Özette, makaleler kendi başlıkları altında ele alınmıştır.

Modern Türkiye’nin Doğuşu, Bernard Lewis

Modern Türkiye’nin Doğuşu, Bernard Lewis, 2000, Ankara
Osmanlı İmparatorluğu’nun bozulan devlet ve idari yapısı üzerine, Tanzimatla başlayarak yapılan modernleşme çalışmalarının sonrasında kurulan Modern Türkiye Cumhuriyetinin yaşadığı süreci anlatmaktadır.
Eserde çöken bir imparatorluğun  yıkıntısından modern bir devletin nasıl oluştuğu anlatılmaktadır. Kitap bir giriş ve iki kısımdan oluşmaktadır.
Giriş kısmında Türk uygarlığının kaynakları ve tabiatı incelenmektedir. Birinci kısım değişmenin başlıca evreleri olan ana olay ve süreçleri; Osmanlı İmparatorluğunun  yıkılışı, Batının etkisi, Osmanlı Reformları, 19 ncu yüzyılda atılan devrim tohumları, İstibdat ve Aydınlanma, İttihat ve Terakki partisi, Atatürk tarafından Modern Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ve Atatürk sonrası Cumhuriyeti kapsar. Kitabın ikinci kısmında değişimin dört ana veçheleri olan ümmet ve millet, devlet ve hükümet, din ve kültür, elit ve sınıf daha ayrıntılı olarak incelenmiştir. Ayrıca  son bölümde Türk Devriminin başarısı üzerinde genel sonuçlar ortaya konmuştur. Yazarın bu incelemesi Atatürk’ün partisinin, bizzat kendisinin örgütlediği hür bir seçimle iktidardan uzaklaştığı 1950 yılına kadar olan dönemi kapsar.

Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, Halil İnalcık

 Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, Halil İnalcık, Türk Tarih Kurumu,1987, Ankara 
1443-1453 Fatih Dönemi olayları ve 15.asırda Rumeli’de hristiyan sipahiler ve menşeileri
    Fatih Devrinin tam bir tarihini yazmanın mümkün olmadığını söyleyen İnalcık, bu kitabında İstanbul’un fethiyle neticelenen 1443-1453 arasındakı gergin devreyi, imparatorluk buhranının tahlilini yeni kaynak malzemesi “Gazavat Sultan Murat” adlı eseri değerlendirerek yapmıştır.
    1444 BUHRANI:
    1439’da Floransa’da Şark ve Garp kiliseleri arasında “Unıon”un imzalanması ile Osmanlılar aleyhine bir haçlı seferi çıkarılmıştır. Bu toplantı; buhranın başlangıcı kabul edilmektedir. 1443 yılında Macaristan ve Lehistan Kralı Ladislas ve Sırp despotu Georg Brankovıc’in Balkanları istila etmesi Türkler’in yakın zamanda Balkanlardan atılacağı düşüncesini getirecektir. Balkan İstilası ve II.Murad’ın tahttan çekilmesi Osmanlı Devlet’ini bir buhrana sürükleyecektir. 1444 yılı hem Osmanlı hem de Avrupa genel tarihi için bir dönüm noktası olmuştur. 1443 yılında Macaristan ve Lehistan Kralı Türkler’den gelen sulh teklifini kabul etmiş ancak Haçlı donanmasının boğazlara doğru bir harekete geçtiğini öğrenince ve Türkler’in Balkanlardan çıkarılmasının çok kolay bir hale geldiği inancına varınca da antlaşmayı bozmuştur. Bu antlaşma ile ilgili tetkikler, görüşler, vesikalar uzun uzadıya açıklanmaya çalışılmış 1444 yılında olup bitenleri yakından izleyen Cyriacus’un mektupları sırasıyla Türkçe tercümeleri ile verilmiştir. (Cyriacus; Klasik çağ eserlerine meraklı oldukça tanınmış bir hümanist seyyahtır. Papa tarafından 1444 yılında durum hakkında bilgi toplamak üzerine gönderilmişti.)

Felatun Bey ile Rakım Efendi, Ahmet Mithat

Felatun Bey ile Rakım Efendi, Ahmet Mithat Efendi, 2004, İstanbul
Lale Devri İstanbul’unun ve XIX’uncu yüzyıl kültür ve anlayışının, birbirine zıt görüşlü iki tip aydının yaşayışları etrafında anlatılması.
    Roman fakir bir ailenin zeki, namuslu, yetim ve çalışkan çocuğu Rakım Efendi ile Avrupa kültürü ile yetişmiş, aslında görgüsüz, hayattan zevk almaktan başka bir şey düşünmeyen Felatun Bey’in hayatlarının karşılaştırılmasını yapmaktadır. Bir çok noktada hayat çizgileri kesişen bu ikiliden, sonuç itibariyle kazanan hep Rakım Efendi’dir.
    Felatun Bey ve kardeşi Mihriban Hanım küçük yaşta annelerini kaybetmiştir. Babasının batı hayranlığından dolayı Felatun Bey Avrupai bir tarzda yetiştirilmiştir. Rakım Efendi ise Tophane’de annesi ve dadısı ile büyümüş fakir bir çocuktur ve geleneksel bir anlayışla yetiştirilmiştir. Felatun Bey gibi Rakım Efendi de Hariciye Kaleminde çalışmaktadır. Rakım Efendi ayrıca özel yazı yazmakta, İngiliz bir ailenin kızlarına da Türkçe dersleri vermektedir.

Kürdistan Tarihinde Dersim, Nuri Dersimi

Kürdistan Tarihinde Dersim, Nuri Dersimi, 2004, İstanbul
Cumhuriyet aleyhtarı, taraflı ve maksatlı bir bakış açısıyla kaleme alınmış kitapta Dersim'in tarihi, coğrafi özellikleri ve bölgede meydana gelen ayaklanmalar anlatılmaktadır.
Kitap 16 bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde tarihi ve coğrafi olarak dersim anlatılmaktadır.
I.    BÖLÜM: Tarihi ve Coğrafi Olarak Dersim
Bazı Kürtler ‘der’ kapı, ‘sim’ gümüş anlamında olduğu için, Dersim kelimesini ‘Gümüşkapı’ biçiminde anlamlandırmaktadır. Yazara göre, bu yörede bulunan halk Dersim’i Kürdistan olarak algılamaktadır. Kürt adıyla anılan millet, eski Med milletinin kendisidir. Mediya, asırlar boyunca fatih uluslar tarafından elden ele geçmiş, fakat Med Ulusu (Kürtler) vatanının dağlarında ve yaylalarında varlıklarını korumuşlardır.
Yazara göre, tarihsel süreci içerisinde Dersim halkı Bizans, Selçuklu, Moğollar, İlhanlılar ve Akkoyunlular ile yıllarca mücadele vermiş hepsinde de başarılı olmuştur.
Yazar, Türkiye sınırları içinde bulunan Kürdistan bölgesini üçe ayırmaktadır.

Tarihin Sınırlarına Yolculuk, İlber Ortaylı

Tarihin Sınırlarına Yolculuk, İlber Ortaylı, 2008, İstanbul
İlber Ortaylı’nın Osmanlının tamamen yıkılmadığı sadece iktidarın şekil değiştirdiğini, cumhuriyetin Osmanlının bir devamı olduğunu, Osmanlıyı reddetmemizin mümkün olmadığı, tarihimizi merak etmemiz ve doğru öğrenmemiz gerektiği, ve bize neler kazandıracağı hakkındaki düşünceleridir.

(1) Efsaneler ve sloganlar arasında bir tarih…
Osmanlı tarihi konusunda farklı bakışlar söz konusudur. Türkiye’deki insanlardan bazıları biz Osmanlı değiliz derken bazıları “Osmanlı biziz diyor.”Böyle bir ayırım mümkün değildir. Osmanlıda kurumlar vardır. Bunların devamlı bir şekilde devamlılığı vardır. Bu devamlılık araştırıldığında Osmanlı tarihine teknik olarak bakış meselesi halledilmiş olacaktır. Bugünün Türk’ünün tarihten bir kopukluğu mevcuttur. Neden diye sorulduğunda cevaplandırılacak soru şudur:”neden bu kadar meraksız” toplumumuzdaki merak Afrika kabilesinden fazla değildir. Bir şeyin detayına inmek soru sormak, somut delil aramak gibi bir merakımız yok. Osmanlı tarihine nasıl bakmamız gerektiğine bir cevap veremiyoruz. Bunun çözümü öncelikle iyi bir mantıktan geçer. sonra felsefeye gider filolojide halledilmelidir. Türkiye’de bu yapılmamış bu konuda yirmi sene sonra sonuç verecek okullar açılmamış, daha çok üç yıl sonrası düşünülmüştür. Osmanlı tarihine batılı kavramlarla yaklaşarak oradan bir sonuç çıkarmak yanlıştır. bu kavramlar batıda çok detaylı, hassas, hukuk tarihi, tarih, filoloji araştırmalarıyla çıkan bilgilere göre şekillenmiştir. Bizde böyle bir şans yok. Böyle olunca da tarih ekolü oluşamamaktadır. Osmanlı cemiyetinin renkliliği ve birtakım milletlerin bulunması Osmanlı düzeninin dinamizmini sağlamıştır

(2) Osmanlının kabuk değiştirme dönemi.

Drina Köprüsü, İvo Andriç

Drina Köprüsü, İvo Andriç,Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1990
Drina Köprüsü, Bosna’da Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinin bir köprü ve kasabayla beraber gelişimi ve yıkılışının romansı anlatımı.

    Kitap yazarı İvo Andriç,1892 Yılında Saray-Bosna’da doğmuştur. Viyana, Zagrep ve Gratz Üniversitelerinde felsefe ve Slav edebiyatı okumuş, 2 nci Dünya Savaşına kadar çeşitli ülkelerde konsolosluk ve elçiliklerde görev almıştır. Bu eseriyle 1961 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Yazar, Sokullu Mehmet Paşa’nın yaptırdığı köprünün öyküsüyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş nedenlerini de sergilemektedir. Yazarın en ünlü, en önemli eseri olan bu roman, Yugoslavya’da 15 kez basılmış, memleketimizde birinci baskısı 2,5 ay gibi kısa bir süre içinde tükenmiştir
    Eserin gerek ülkemizde, gerek başka ülkelerde böyle büyük bir başarı sağlaması, hele 1961 Nobel Armağanı kazanması, hiç boşuna değildir. Anlatılan olaylar, gerçi küçük bir kasabada, Vişegrad kasabasında geçer ama, bu kasaba rasgele bir kasaba değildir. Burası, o zamanlar her ikisi de Osmanlı İmparatorluğu’nun birer eyaleti olan Sırbistan’la Bosna Hersek sınırı üzerinde, doğu ile batıyı birleştiren  ya da ayıran, Drina ırmağı kıyısındadır. Bundan ötürü de Osmanlı İmparatorluğunun en güçlü zamanında, Vişegrad kasabasında, bu ırmağın üzerine kurulan köprü, yüzyıllar boyunca, doğu ile batının alışverişini sağlamış, bir çok büyük ve zengin olaylara sahne olmuş, yada bu olaylara tanıklık etmiştir. Orta çağdan başlayan kuruluş hikayesi, 19 ncu yüzyıl içerisinde kardeşliğine ve ortak yönlerinin ayrılmazlığına içtenlikle inanılan, sevinç ve felaket günlerini bir arada yaşayan, kopmaz bağlarla birbirine bağlı değişik inanç ve etnik kökenlerden insanların, hayat mücadelesi ve birbirleri ile olan ilişkilerindeki köklü değişiklikleri anlatmaktadır.

Zeytindağı, Falih Rıfkı Atay

Zeytindağı, Falih Rıfkı Atay,1981, İstanbul
Birinci Dünya Savaşında Yedeksubay olarak Filistin, Kanal ve Yemen Cephelerinde görev yapmış yazarın gözlem ve düşünceleri.
        Zeytin dağı, Falih Rıfkı ATAY’ın 1914 yılından itibaren 4 yıl yedek subay olarak görev yaptığı Dördüncü Ordu Karargahındaki anılarını, 4 ncü Ordu K. Cemal Paşa’yı, mütareke yıllarını, meşrutiyeti, İttihat ve Terakkiyi; kısaca saltanatı, Suriye’de, Filistin ve Hicaz’daki son yıllarını, imparatorluğun kartondan kule gibi yıkılışını anlatır. Falih Rıfkı ATAY 1914 yılında Suriye’ye gitti, Cemal Paşa’nın özel kaleminde çalıştı. 1918 yılında Cemal Paşa Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) olunca, özel kalem müdür yardımcılığı yaptı. Akşam gazetesindeki köşesinde “Günün Fıkraları” başlığı altında; Milli Mücadele karşısında olanları yeren, aşağılayan yazılar yazdı. Atatürkçü bir Türk yazarıdır. Atatürk’ün yakın çevresinde yer almış, 1922 yılından sonra Bolu ve Ankara Milletvekilliği yapmıştır. Zeytindağı’nın ilk yayımlanması 1932 yılında olmuştur. Eser, 1964 yılına kadar 5 baskı yapmış olup; büyük ilgi görmüştür. Falih Rıfkı ATAY Osmanlı  imparatorluğunun çöküş yıllarında, Anadolu’dan gönderilmiş askerlerin, Filistin, Hicaz, Medine’deki savaş yıllarını, iktidar mücadelelerini,”Filistin, Trablus, Medine’yi kaybederlerse Türk milletinin yaşayamaz,” olacağını sanan imparatorluğun elit tabakasını, insanını anlatır. “Türk milleti kendi başına devlet yapamaz “ diyen Osmanlının ana fikrini, genç Mustafa KEMAL yıkmış: yerine görkemli bir Türk Devleti kurmuştur. 

Yüzbaşı Selahattin'in Romanı, İlhan Selçuk

Yüzbaşı Selahattin'in Romanı, İlhan Selçuk, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1973
Yüzbaşı Selahattin'in 1894-1921 yıllarını kapsayan anıları
    İlhan Selçuk tarafından yazılan ‘’Yüzbaşı Selahattin’in Romanı’’ adlı yapıtın yazılmasına neden olan faktör bir başka yazarın romanının ödül almasıdır. Ödülü alan roman Kemal Tahir’in ‘’Yorgun Savaşçı’’ adlı yapıtıdır. Ödül alan bu roman tekrar okunmaya başlanıyor. Tekrar okunuşunda romanda geçen Yüzbaşı Selahattin’in hikayesi İlhan Selçuk’un dikkatini çekiyor ve bunun üzerine bir roman yazmaya karar veriyor.
    Yüzbaşı Selahattin’in anıları on beş ciltten oluşmaktadır. Sayfa numaraları bulunmayan bu anılarını bölümler halinde yazmıştır. Yüzbaşı Selahattin ilk defa Urfa’da bu anılarını yazmaya başlıyor. Anıların son bölümü ise ‘’Edirne Bölümü’’dür. Dört yılda yazılan bu anılar 1894-1921 yıllarını kapsar.
    Yüzbaşı Selahattin’in anılarında, salt anı olmaktan çok hayatın her bölümüne ait fragmanlar yer almaktadır.
    Yüzbaşı Selahattin koca bir imparatorluğun yıkılışını, Balkan, 1. Dünya Savaşı’nı, Kurtuluş Savaşı’nı görmüş ve o dönemin şartlarında yetişmiş bir askerdir.
    Bu dönemler istibdadın, devrimlerin, ayaklanmaların yaşandığı dönemlerdir. İlk defa Avrupa’da başlayan milliyetçilik (1789 Fransız İhtilali) namı diğer ulusçuluk, işçi devrimleri ve örgütlenmelerin etkisi Osmanlı’da da hissedilmeye başlanmış ve etkisini yavaş yavaş göstermiştir.

Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri, Ahmet Hallaçoğlu,

Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri, Ahmet Hallaçoğlu, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1995
Balkan Harbi’nden sonra Anadolu’ya olan göç hareketi, yaşanan problemler, tarafsız bir gözle anlatılmaktadır.
    Osmanlı Devleti 18’inci yüzyıldan itibaren askeri siyasi ve iktisadi gücünden çok şey kaybetmiştir. İmparatorluğun son yıllarında yapılan savaşlarda üst üste yenilgiler alınmıştır. Sonuçları bakımından alınan yenilgiler içerisinde en üzücü olanlarından birisi de Balkan Harpleridir.  Balkan Harbi Meşrutiyet’ten sonra gerek iç gerekse de dış politikada yapılan ağır hataların devamından kaynaklanmıştır. Birinci Balkan Harbi’nde Osmanlı Orduları Çatalca hattına kadar çekilerek birkaç hafta içerisinde ancak fecaat olarak nitelendirilebilecek bir durum meydana gelmiş, hemen bütün Rumeli Bulgarların eline geçmiştir. Türkler tarihin hiçbir döneminde bu derece ağır bir hezimete uğramamıştır
    Balkan Muharebeleri neticesinde, Balkanlar’ın siyasi haritası önemli ölçüde değişmiştir. Osmanlı Devleti Avrupa’daki topraklarının %83’ ünü, nüfusunun ise %69’ unu; bunlara ilaveten devlet gelirlerinin önemli bir kısmı ile önemli ölçüde bir ziraat potansiyelini kaybetmiştir. Çizilen yeni sınırlara göre Balkanlardaki Türk – İslam unsurunu çoğunluğu Osmanlı hakimiyetinden çıkıp diğer Balkan Devletlerinin idaresine geçmiştir. Bilhassa Yunanistan ve Bulgaristan’a bırakılan topraklarında kalan Türkler, yapılan anlaşma hükümlerine aykırı olarak, idaresi altına girdikleri devletlerin hükümetleri veya ahalisi tarafından baskılara uğramış ve gördükleri zulüm yüzünden, tarlalarını, ev – barklarını kısacası tüm maddi varlıklarını bırakarak Osmanlı Devleti’ne sığınmak zorunda kalmışlardır. Anadolu’ya gelen göçmenler, karşılaştıkları ve sebep oldukları problemlere nazaran, Anadolu’nun demografik, ekonomik ve içtimai yapısına da büyük etkilerde bulunmuştur. Kaybedilen topraklardan göçmenlerin gerek bulundukları yerlerde, gerekse nakil sırasında karşılaştıkları zorlukların yanında, Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu mali sıkıntı yüzünden, göçmenlere gerekli yardım yapılamamış ve bu dönemde göçmenler çok zor güler geçirmiştir. Göçler esnasında başta barınma, yiyecek ve giyecek problemlerin yanında sağlık ve eğitim gibi birçok alanda ciddi sıkıntılar yaşanmıştır.

Umrandan Uygarlığa, Cemil Meriç

Umrandan Uygarlığa, Cemil Meriç, Ötüken Yayınevi, 1974,İstanbul
Uygarlık kavramına ışık tutularak 70'li yıllardaki batılılaşma-çağdaşlaşma-uygarlık tartışmaları ve kültürel yozlaşma anlatılmaktadır.
        Bütün Kur'an'ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani, İslâm. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın! Zavallı Türk aydını... Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev papağanlaşır. "Çağdaşlaşmayla batılılaşma arasındaki fark" ne demek? Batılılaşma miti eskiyince, yeni bir yalan çıktı sahneye, daha doğrusu aynı nâzenin taze bir makyajla arz-ı endâm etti: çağdaşlaşma. Intelijansiyamızın uğrunda şampanya şişeleri patlattığı bu ihtiyar kahpe, Tanzimat'tan beri tanıdığımız Batı'nın son tecellisi. Çağdaşlaşma, karanlık, kaypak, rezil bir kavram. Rezil, çünkü tehlikesiz, masum, tarafsız bir görünüşü var. Çağdaşlaşmanın kıstası ne? Hippilik mi, bürokrasi mi, atom bombası imal etme gücü mü?

Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay

Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay, Oğlak Yayıncılık, 1998, İstanbul
Roman, 33 yıl süren Abdülhamit devrini, İttihat ve Terakki zamanını ve Mondros Mütarekesi dönemindeki toplumun yaşantısı, değer anlayışı ve kişiler arasındaki ilişkiler anlatılmaktadır.
        Adnan Bey; 93 Muhaberesi denilen 1877 Türk-Rus Savaşında şehit olan Albay Selim Bey’in oğludur. Hasta annesiyle, İstanbul’un Aksaray semtinde oturmakta, yoksul bir yaşam sürmektedirler. Adnan, Darüşşafaka Lisesini, ardından Mektebi Hukuku bitirir. Fakat Adliye’ye girmek istemez. Çünkü Adliye’ye girdiği zaman  taşraya gönderilecek ve taşrada üçüncü adam olarak görev yapacaktır. Adnan avukatlıkta yapmak istemez. Aynı memur gibi avukat da dilediğince  ve özgürce hareket edemeyecektir. Oysa Adnan kitap yazmak ve kendini herkese anlatmayı istemekte ve bir yandan da özel dersler vererek evin geçimini sağlamak arzusundadır.
        Adnan’ın annesi verem hastasıdır. Adnan annesinin hastalığına çok üzülmektedir. Yoksulluk nedeniyle gerekli tedavisini yaptıramamaktadır. Annesi de oğlunun kendi durumuna üzülmemesi için rahatsızlığını oğlundan saklamaya çalışmakta rahatsızlığının verdiği acıya ve ızdıraba rağmen olduğundan daha iyi görünmeye çalışmaktadır.

Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri, Yusuf Akçura

Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri, Yusuf Akçura,  Maarif Matbaası, 1940, İstanbul
 
Osmanlı dağılma devrinin; sebepleri, ıslahatlar ve büyük devletlerle ilişkileri   

Kitap, dört asır dünya tarihine damgasını vuran Osmanlı Devleti’nin hem içten hem de dıştan kaynaklanan nedenlerden dolayı etkinliğini kaybettiğini incelemiştir. İncelediği tarihsel olayları incelerken yerli ve yabancı farklı kaynakların değerlendirmelerine yer vererek hangisinin daha muteber olduğunu nedenleriyle birlikte açıklamıştır. Kitabın objektif ve nitelikli bilimsel belgelere dayanır bir şekilde yazıldığı anlaşılıyor.
Hem Osmanlı hem de genç Türkiye dönemini yaşamış bir yazarın elinden çıkması nedeniyle eser, ayrı bir değer taşımaktadır. Ele alınan iki yüzyıllık dönemde geri kalmışlığın ve dağılmanın nedenleri ele alınmıştır. Kitapta sıralanan bu nedenlerden özellikle Rusya ve Nemçe(Avusturya-Macaristan İmparatorluğu) ile yapılan muharebeler, İngiltere denge ve Fransa’nın Napolyon Döneminde uyguladığı istila politikası geniş bir şekilde ele alınmıştır.
        Birçok siyasi tarih kitabında satır aralarından öğrenebildiğimiz arka planda gelişen olaylar ölçülü bir ayrıntı ile aktarılmıştır. Örneğin M.Ali Paşa’nın hangi kurnazlıklarla

At Sırtında Anadolu, Fred Burnaby

At Sırtında Anadolu, Fred Burnaby, İletişim Yayıncılık A.Ş., 2005, İstanbul
1886'da Anadolu'yu beş ayda gezen İngiliz bir subayın gezi notları.
Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkların durumuna ilişkin Avrupa kamuoyunda ortaya atılan iddiaların gerçeklik durumunu anlamak, Anadolu’da olan bitenleri kendi gözleriyle görmek isteyen İngiliz subayı Fred Burnaby, 1876 yılında, Anadolu’yu baştanbaşa dolaşır, izlenimlerini bu kitapta toplar.
Frederic Gustovus Burnaby, 1842 yılında doğmuş, 1885 yılında 43 yaşında iken Sudan’a sefere giderken bir mızrak darbesiyle ölmüştür. Howard Kolejinde eğitim görmüş, 16 yaşına İngiliz Ordusunda süvari subayı olarak göreve başlamıştır. 1881’de Alay Komutanı olmuştur. İzin sürelerinde çeşitli gazetelerin özel muhabiri sıfatıyla savaş bölgelerini gezmiştir. 1876 yılında aynı şekilde Hive’ye yaptığı seyahati aktardığı “At Sırtında Hive’ye Yolculuk” adlı eseri best-seller olmuştur.
Fred Burnaby, Anadolu’yu beş ayda gezmiş, yaklaşık 3200 kilometre yol kat etmiştir. Gezinin zamanlaması olarak 1877 Osmanlı-Rus Harbi öncesine denk gelmiş olması sebebiyle, çıkacak savaş hakkında pek çok görüşmelerde bulunmuş, halkın, komutanların, yabancıların bu konuda düşüncelerini aktarma şansı bulmuştur. Ayrıca, yazar, 1876 Kanuni Esasi’nin ilan edildiği günlerde de Anadolu’dadır.
Yazar, Anadolu’ya gitmesinin nedenleri olarak, Avrupa’da Türkler hakkında

Piri Reisin Hayatı ve Eserleri, Prof. Dr. Afet İnan

Piri Reisin Hayatı ve Eserleri, Prof. Dr. Afet İnan, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1987
Piri Reis’in hayatı ve eserleri, eserlerin tarihi değeri ve çağdaşı olan eserlerle karşılaştırılması.
16. yy.da yapılmış olan Piri Reis’in Amerika Haritası ile Kitabı Bahriyesini incelemek için onun yaşadığı devrin tarihini hatırlamak; eserlerini nasıl bir siyasi ortamda meydana getirdiğini öğrenmek ve devrin diğer eserleri ile karşılaştırmak gerekmektedir.
Türk-Osmanlı tarihinin genel durumunu ele aldığımızda; 13. yy. da Türk-Selçuklu İmparatorluğu parçalanmaya boyun eğmiş; Anadolu’da ise Osmanlı Beyliği diğer beylikler arasında idare sistemi ile yerleşme olanağı elde etmiştir. Fetihler Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında 14, 15, 16. yy.da devam etmiş ve buralara kıyı olan denizlere hâkim olunmuştur. Türk İmparatorluğu Siyasi ve kültürel bir varlık haline gelmiştir. Doğu ve batıda üstünlük sağlanmış; ordunun ve donanmanın kuruluşu ve işlemesi belirli kurallara göre teşkilatlanmıştır. Eğitim ve fikir hayatı, güzel sanatlar, edebiyat, ekonomik hayat, iç ve dış ticaret de gelişme göstermiştir.
Genel çizgilerle özetlenen Osmanlı medeniyetini izleyen gerileme hareketi 1683 Viyana kapılarında başlamıştır. Bu yenilgiyi tetikleyen ise genel durumdaki ilerleyişin aksaması olmuştur.
Piri Reis; belirli bir devre içinde yaşamış ve eser vermiş bir Türk bilgini

Marifimiz ve Servet-i İlmiyemiz, Tüccarzade İbrahim Hilmi

Marifimiz ve Servet-i İlmiyemiz, Tüccarzade İbrahim Hilmi, T.C.Kültür Bakanlığı, 2000,Ankara
Avrupa devletlerinin gerisinde kalma nedenlerimiz incelenmiş, çözüm önerileri getirilmiştir.                       
       Balkan Harbi’nde millete çöken yeis ve ümitsizliği izale etmek ve ahlaki, içtimai, idari, askeri, siyasi bütün karışıklıkların esasını araştırmak, iki asırlık kötü idaremizi ilan ederek millette bir uyanış hissi oluşturmak üzere Çatalca müdafaası esnasında başlatılmış olan Kitaphane-i İntibah külliyatında 1913 yılında yayınlanan bir kitaptır. Bu kitapta Tüccarzade İbrahim Hilmi Avrupa devletlerinin gerisinde kalma nedenlerimizi incelemiş ve çözüm önerileri getirilmiştir. Böylece İbrahim Hilmi Batılılaşmamıza yön verenler arasında bulunur.
       Yalnız bizi değil  bütün İslam memleketlerini en şiddetli zelzelelerden , harp ve kasırgalardan daha çok sarsan, daha çok tahrip eden şey var ise onun da umimi cahaletimiz ve eğitimsizliğimiz olduğunu, asırlarca boyunduruğumuz altında yaşayıp da sonradan istiklal kazanan ve başımıza en büyük musibet ve felaketleri getiren unsurların üstünlük sebepleri , onların maarife verdikleri ehemmiyetle, bizim bu hususta gösterdiğimiz rehavet olduğunu, Osmanlının orduya ve donanmaya ehemmiyet verdiğini, fakat maarife hiç ehemmiyet vermediğini, Eğitim bakanlığına asla ehil bir adam aranmadığını,

İktidar Sembolleri ve İdeoloji: II.Abdülhamit Dönemi, Selim Deringil

İktidar Sembolleri ve İdeoloji: II.Abdülhamit Dönemi, Selim Deringil, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, 2002, İstanbul 

Modernleşme Tarihimizde II.Abdülhamit Döneminin İncelenmesi
Abdülhamit dönemindeki iktidar sembolizmi gözden geçirildiğinde; görülmektedir ki, sembolizmin simgeleri olarak devlet törenleri, modern protokol doğrultusunda cami mimarisinde gerçekleşen değişimler ile devlet gücünü ortaya koyan armalar, nişanlar, vb. gibi çeşitli simgesel tezahürler öne çıkmaktadır. Genel olarak, Abdülhamit dönemi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki iktidar simgeleri, üçü padişah ve sarayla ilgili olmak üzere dört kategoriye ayrılmaktadır. Her şeyden önce, Osmanlı Devleti’nin şanı ve kudretini doğrudan yansıtan kamusal binalardaki armalar, resmi müzik, törenler ve kamusal işler gibi, padişah/halifenin kişiliğinin kudsiyeti ile bağlantılı simgeler vardır. İkinci sırada nişanlar, imparatorluk sancağı ve öteki törensel ziynetler gibi, imparatorluğun cömertliğinin daha özgül ve kişisel tezahürleri gelir. Üçüncüsü, saraydaki önde gelen isimlere ait olduğu öne sürülen hat örnekleri gibi dinsel açıdan simgesel maddelerdir.
Dördüncüsü ise, farklı bir kategori oluşturan ve Osmanlı resmi dokümantasyonunda yer alan dil sembolizmiyle ilgilidir. Her zaman hükümdarın şahsıyla doğrudan doğruya bağlantılı olmamakla birlikte, resmi belgelerde sık sık kendini gösteren belirli kilit ibare ve sözcükler, Abdülhamit dönemi bürokrasisinin yöneten ve yönetilen ilişkisi gibi sorunları nasıl kavramsallaştırdıklarına, göçebe halklara karşı tutumlarına, devlet seçkinleri olarak kendi içlerindeki ilişkilere dair çok değerli ipuçları vermektedir.    
Abdülhamit döneminde devletin topluma, o zamana kadar görülmemiş bir derecede nüfuz etmesi ve buna yönelik olarak Habermas’cı söylemle, “meşrutiyet açığını” kapatmaya yönelik yeni resmi ideoloji üretme süreci başlamıştır. Bu süreç içerisinde resmi ideoloji olarak