türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Modern Türkiye’nin Doğuşu, Bernard Lewis

Modern Türkiye’nin Doğuşu, Bernard Lewis, 2000, Ankara
Osmanlı İmparatorluğu’nun bozulan devlet ve idari yapısı üzerine, Tanzimatla başlayarak yapılan modernleşme çalışmalarının sonrasında kurulan Modern Türkiye Cumhuriyetinin yaşadığı süreci anlatmaktadır.
Eserde çöken bir imparatorluğun  yıkıntısından modern bir devletin nasıl oluştuğu anlatılmaktadır. Kitap bir giriş ve iki kısımdan oluşmaktadır.
Giriş kısmında Türk uygarlığının kaynakları ve tabiatı incelenmektedir. Birinci kısım değişmenin başlıca evreleri olan ana olay ve süreçleri; Osmanlı İmparatorluğunun  yıkılışı, Batının etkisi, Osmanlı Reformları, 19 ncu yüzyılda atılan devrim tohumları, İstibdat ve Aydınlanma, İttihat ve Terakki partisi, Atatürk tarafından Modern Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ve Atatürk sonrası Cumhuriyeti kapsar. Kitabın ikinci kısmında değişimin dört ana veçheleri olan ümmet ve millet, devlet ve hükümet, din ve kültür, elit ve sınıf daha ayrıntılı olarak incelenmiştir. Ayrıca  son bölümde Türk Devriminin başarısı üzerinde genel sonuçlar ortaya konmuştur. Yazarın bu incelemesi Atatürk’ün partisinin, bizzat kendisinin örgütlediği hür bir seçimle iktidardan uzaklaştığı 1950 yılına kadar olan dönemi kapsar.

Tarihlenk, Hakan Erdem

Tarih - Lenk, Y. Hakan Erdem, Doğan Egmont Yayıncılık, 2009, İstanbul  
Tarihçi yazar, tarih kitaplarında yer alan uydurma metinlerden, Osmanlıca hatalarına; bilgiçlerden, intihalcilere kadar geniş bir yelpazede okuyucuyu eleştirel okumaya davet ediyor. Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaptı.
        Yazar Türkiye’de bir eleştiri kültürü eksikliği olduğunu ve söz konusu tarih metinleri olunca bu eksikliğin daha da belirgin hale geldiğine dikkat çekiyor. Türkiye’de böyle bir kültür oluşturacak kadar külliyatın olmadığından ve bu türün bizzat yazarın kendisinden ( tabii ki yazarın insafının derecesine göre ) ve eş-dost meclislerinde konuşulanlardan oluştuğundan ibaret olduğunu belirtiyor. Bu nedenle ; bir yandan yanlışları , hataları bazen kuşaklar boyunca yeniden üretip durduğumuzu , diğer yandan da çok değerli metinlerin bile eleştirilmedikleri için eninde sonunda entellektüel açıdan kavruklaştığını ve etkisizleştiğini belirterek bunun da yazarları hantallaştırdığını savunuyor. Kitabın çıkış noktası da burada ortaya çıkıyor : Eleştiri ortamından uzak bir şekilde tarih metinleri üretilirse ortaya çıkabilecek sonuçları irdelemek.
        Kitabın amacı , tarih metinlerine eleştirel bakmak ve onların ontolojik anlamda  ne gibi sorunlar üretebileceğini tespit etmek. Bunu yaparken de , kişiler ve onların her konudaki bireysel tercihleri , varoluş biçimleri , hayat tarzları , karakter özellikleri ; din , dil , etnik kimlik , biyolojik ve sosyal cinsiyetleri veya cinsel yönelimleri ; özel veya profesyonel kurum , kuruluş veya cemaatlere mensubiyetleri vesaireyle değil ürettikleri metinlerle ilgilenilmiş.
        Kitap tematik olarak düzenlenmiş yedi bölümden oluşmaktadır.Birinci bölümde sadeleştirilen metinlerin , ikinci bölümde çevriyazılı metinlerin ne gibi sorunlar üretebileceği değerlendiriliyor.Üçüncü bölüm , bilgili olduğunu beyan ettiği konuda gereğini yapmayarak cahil kalma tercihini kullanan metinleri ve onların sorunlarını değerlendiriyor.Dördüncü bölümde , gerekli referans verilmeksizin yazılan metinler inceleniyor.Beşinci bölümde , yazarının aynı kalıp metninin değiştiği hallerle , aynı metnin muhtelif edisyonları inceleniyor. Altıncı bölümde , akademik dürüstlük çizgilerini ihlal eden ve maalesef Türkiye akademyasında oldukça yaygın olan haller ele alınıyor ve yedinci bölümde , başka bir uç durum, uydurma ve sahte metinler değerlendiriliyor.

Bir Ayaklanmanın Anatomisi, Yaşar Kalafat

Bir Ayaklanmanın Anatomisi, Yaşar Kalafat, ASAM, 1992, Ankara
Şeyh Sait İsyanı'nı temelleriyle birlikte ele alır.

Ayaklanmalar, insanların  bir arada yaşamaya başladıkları dönemden itibaren görülen toplu olaylardır. Türk ve Türk -İslâm tarihinde de görülen çeşitli ayaklanmalardan hepsinde, ayaklanma faktörleri az  çok aynı iken, hemen hemen hepsinde ortak olan yön dinî içerikli olmalarıdır.
XIX. yy.'da ayaklanmaların yoğunlaşması, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması olayı ile yakından ilgilidir.
XVIII. yy.'da Rusya'nın zaman zaman Avusturya ile de birleşerek Osmanlı İmparatorluğu'na saldırısı olmuştur. Ruslar, 1783'de Kırım'ı ele geçirmiş Karadeniz'e inmişlerdir. Bu yayılma stratejisi bir yandan Boğazlar'a karşı, diğer yandan da İskenderun ve Basra Körfezi'ne yönelikti. Rusların bu politikası İngiltere ve Fransa'nın da menfaatlerini tehdit ediyordu. İngiltere ile Rusya arasındaki bu çıkar savaşı İngiltere'yi Osmanlı İmparatorluğu'nu koruma politikasına sevketti. Bu İngiliz politikası, 1878 Berlin Kongresi'ne kadar sürecektir. İngilizlerin bu tutumu, Kırım Savaşı (1853-1854)’nda İngilizlerin Ruslara cephe almasına yol açarken, Boğazlar milletler arası mesele durumuna geldi. İngiltere'nin bu tutumu, Rusya'nın politika değiştirmesine yol açtı. Yeni politikasında Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Hıristiyanları tahrike başladı.
Esasen Fransız İhtilâli'nin getirdiği akımlardan birisi olan özel anlamda milliyetçilik, Osmanlı İmparatorluğu bünyesine de sıçramış ve özellikle Hıristiyan

Marifimiz ve Servet-i İlmiyemiz, Tüccarzade İbrahim Hilmi

Marifimiz ve Servet-i İlmiyemiz, Tüccarzade İbrahim Hilmi, T.C.Kültür Bakanlığı, 2000,Ankara
Avrupa devletlerinin gerisinde kalma nedenlerimiz incelenmiş, çözüm önerileri getirilmiştir.                       
       Balkan Harbi’nde millete çöken yeis ve ümitsizliği izale etmek ve ahlaki, içtimai, idari, askeri, siyasi bütün karışıklıkların esasını araştırmak, iki asırlık kötü idaremizi ilan ederek millette bir uyanış hissi oluşturmak üzere Çatalca müdafaası esnasında başlatılmış olan Kitaphane-i İntibah külliyatında 1913 yılında yayınlanan bir kitaptır. Bu kitapta Tüccarzade İbrahim Hilmi Avrupa devletlerinin gerisinde kalma nedenlerimizi incelemiş ve çözüm önerileri getirilmiştir. Böylece İbrahim Hilmi Batılılaşmamıza yön verenler arasında bulunur.
       Yalnız bizi değil  bütün İslam memleketlerini en şiddetli zelzelelerden , harp ve kasırgalardan daha çok sarsan, daha çok tahrip eden şey var ise onun da umimi cahaletimiz ve eğitimsizliğimiz olduğunu, asırlarca boyunduruğumuz altında yaşayıp da sonradan istiklal kazanan ve başımıza en büyük musibet ve felaketleri getiren unsurların üstünlük sebepleri , onların maarife verdikleri ehemmiyetle, bizim bu hususta gösterdiğimiz rehavet olduğunu, Osmanlının orduya ve donanmaya ehemmiyet verdiğini, fakat maarife hiç ehemmiyet vermediğini, Eğitim bakanlığına asla ehil bir adam aranmadığını,

Simgeden Millete, Selim Deringil

Simgeden Millete, Selim Deringil,İletişim Yayınları, 2007,İstanbul
Osmanlı Devletinin 19. yy.ın son çeyreğinde simgesel bilinç oluşturmak suretiyle ayakta kalma çabaları, Mustafa Kemal ve milliyetçiliğin kökleri.
   Selim Deringil kitapta bir araya getirilen uzun yılların emeğini yansıtan makalelerinde, 19. yüzyıl imparatorluk tarihinin simgesel üretim ve yeniden-üretim alanlarını ele alıyor. Din, millet, devlet tanımlarını ve bunların siyasal alandaki kullanımlarını, II. Abdülhamit döneminden Mustafa Kemal’e uzanan süreçte, “devlet aklı” ve pratiklerine bakarak inceliyor.   Kitap dokuz makaleden oluşmaktadır. Bölümler arasında farklılıklar olmakla birlikte bazı bölümlerde tekrarların olduğu görülmektedir.
(1) Geleceğin İcadı Ve Muhayyel Cemaat Fikrinin Kısa Tanımı.
Her dönemde geleneğin ilk defa icat edildiği ve nedenlerinin dayandığı temeller toplumdaki algıyı etkileme amacı ile zaman içinde benimsenmesiyle oluşmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Basra’dan Avrupa başkentlerine kadar geniş bir coğrafyada kendisine tehdit algılaması ve tebaasını belirli bir simge etrafında birlik ve beraberlik etrafında toplama gayretlerinin olduğu, bu tür argümanların özellikle 19. yy. “Türklük sembolü “ haline gelen ve Cumhuriyet Türkiye’sinde Osmanlılığı simgelediği için yasaklanan serpuş, geçmişi ancak 19. yy.ın ilk çeyreğine uzanan bir “gelenek” olduğu görülmektedir.
Özellikle II. Abdülhamit döneminde devletin “meşruiyet zemini”nin yeni bir temele oturtulması gerektiğinin altı çiziliyordu. Bunun gerçekleşebilmesi için hilafet geleneğinin icadı ve Osmanlı sultanının bütün Müslümanların halifesi olduğunun benimsenmesi ve bir taraftan da propaganda yoluyla muhayyel cemaati genişletme gayretinin varlığıdır. Pan-İslamizm, Osmanlı hilafetine dış dünyada nüfuz temin eden her türlü politikadan oluşan uygulamaların tümünü kapsaması ve savunmaya yönelik meşru varlığını tehlikede gören bir devlet politikasının adıdır. Pan-İslamizm çerçevesinde uygulama alanında, Singapur, Cava