tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Nuri Conker - M. Kemal Atatürk

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Nuri Conker - M. Kemal Atatürk, Piyade Okul Komutanlığı, 1981, Ankara
Askerlik mesleği ve subaylığa dair.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yazıp yayınladığı kitapların kalınlık yönünden en ufaklarından biri olan “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” bir göndermeye karşılık olarak hasbihal biçiminde kaleme alınmıştır.
Kitap, Erkanı Harbiye Binbaşısı Mehmet Nuri Bey (Nuri CONKER)’in Balkan Savaşları sonunda 1’inci Tümen arkadaşlarına verdiği konferansların bir araya gelmesinden oluşan “Zabit ve Kumandan” isimli eserine, Bulgaristan’daki Türk Ataşemiliteri Kur.Yb. Mustafa Kemal’in 1914 yılında verdiği cevabıdır.
Balkan savaşı ile 1’inci Dünya Savaşı öncesindeki durumu içeren her iki eser de, tek bir kitap halinde birleştirilmiş olarak bulunmaktadır. ATATÜRK’ün yazdığı kitabı özetleyebilmek için öncelikle Nuri CONKER’in ne yazdığını bilmek gerekir.

Avicenna : His Life and Works, Soheil M. AFNAN

Avicenna : His Life and Works, Soheil M. AFNAN, 1958, London
(İbni Sina Hayatı ve Çalışmaları)
İbni Sina’nın hayatı ve çalışmalarının anlatıldığı kitapta ünlü filozofun mantık, metafizik, din ve psikoloji gibi problem sahalarına bakışı ve batı ve doğu ile olan ilişkisine yer verilmiştir.
Kitap on bölümden oluşmaktadır. Bunlar :

1.    Giriş
2.    10 yy. İran
3.    İbni Sina Hayatı ve Çalışmaları
4.    Mantığın Problemleri
5.    Metafiziğin problemleri
6.    Psikolojinin problemleri
7.    Dinin Problemleri
8.    Tıp ve Doğa problemleri
9.    İbni Sina ve Doğu
10.   İbni Sina ve Batı
11.   Sonuç

Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Halil İnalcık

Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Halil İnalcık, 2000, İstanbul
Osmanlı Devleti’nin kurumsal yapısı.
     Halil İnalcık’ın, Osmanlı Devleti’nin kurumsal yapısına odaklanan bu kitabında; Osmanlı devlet anlayışı, kanun rejimi, kanunların uygulanış biçimi ve adalet yöntemleri üzerinde incelemelerini görmekteyiz. Osmanlı Devletinin 700’ üncü yıldönümünde, bu devletin birçok millet ve dini, altı yüz yıl nasıl bir arada tutmuş ve idare etmiş olduğunu açıklamaya çalışmaktadır. Prensip bakımından Osmanlı ülkesi ve halkı, iktidarı Tanrı’dan alan ve yalnız Tanrı önünde sorumlu patrimonyal, mutlak bir hükümdarın hükmü altındadır. Bununla beraber onun bu iktidarı, nasıl siyasi bir pragmatizm dairesinde kanun, adalet ve ahlak prensiplerine göre icra etme zorunda olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Bu esaslar, gerçekte bürokrasiyi, hatta idareye karşı dava hakkı olan reayayı, hükümdar karşısında direnç gösterebilen bir güç durumuna getirmektedir.
Adalet anlayışı, haksızlıkları kaldırma çabasıyla ilan edilen adaletnameler, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Bürokratlar, asker ve ulema ile birlikte hareket ederek bu prensipleri çiğneyen bir hükümdarın saltanatına son verebilir; Osmanlı tarihinde bunun örnekleri az değildir. Bürokrasi; kanunu, yani devlet idaresinde objektif kuralları temsil eden bir kurum olarak, din ve devletin selameti adına hükümdarın karşısına çıkma gücüne sahiptir. Buna karşı hükümdar da, bürokratı(veziriazamı) hiçbir kurala bağlı olmaksızın azletmek gücüne sahiptir; böylece bu iki güç arasında bir dengeden söz etmek mümkündür. Bu durum, yazıya dökülmemiş bir anayasal denge rejimini anımsatır. Osmanlı devletinin uzun yüzyıllar payidar kalmasını, tarihçiler böyle açıklamaktadırlar. Bu kapsamda, yazar, tarihsel süreç içinde incelediği konuları değişik zamanlarda yazdığı beş makalede ortaya koymuş; bu kitapta da makaleleri bir araya getirerek bir bütün halinde bize sunmuştur. Özette, makaleler kendi başlıkları altında ele alınmıştır.

Modern Türkiye’nin Doğuşu, Bernard Lewis

Modern Türkiye’nin Doğuşu, Bernard Lewis, 2000, Ankara
Osmanlı İmparatorluğu’nun bozulan devlet ve idari yapısı üzerine, Tanzimatla başlayarak yapılan modernleşme çalışmalarının sonrasında kurulan Modern Türkiye Cumhuriyetinin yaşadığı süreci anlatmaktadır.
Eserde çöken bir imparatorluğun  yıkıntısından modern bir devletin nasıl oluştuğu anlatılmaktadır. Kitap bir giriş ve iki kısımdan oluşmaktadır.
Giriş kısmında Türk uygarlığının kaynakları ve tabiatı incelenmektedir. Birinci kısım değişmenin başlıca evreleri olan ana olay ve süreçleri; Osmanlı İmparatorluğunun  yıkılışı, Batının etkisi, Osmanlı Reformları, 19 ncu yüzyılda atılan devrim tohumları, İstibdat ve Aydınlanma, İttihat ve Terakki partisi, Atatürk tarafından Modern Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ve Atatürk sonrası Cumhuriyeti kapsar. Kitabın ikinci kısmında değişimin dört ana veçheleri olan ümmet ve millet, devlet ve hükümet, din ve kültür, elit ve sınıf daha ayrıntılı olarak incelenmiştir. Ayrıca  son bölümde Türk Devriminin başarısı üzerinde genel sonuçlar ortaya konmuştur. Yazarın bu incelemesi Atatürk’ün partisinin, bizzat kendisinin örgütlediği hür bir seçimle iktidardan uzaklaştığı 1950 yılına kadar olan dönemi kapsar.

Esir Şehrin İnsanları, Kemal Tahir

Esir Şehrin İnsanları, Kemal Tahir, İthaki Yayınları, 2000, İstanbul
Kurtuluş Savaşı Zamanı İstanbul
Salt bilgiyle yoğrulmuş tarih eğitim ve öğretimi, bireyin tarihe karşı olumsuz tutumlar sergilemesine, tarihten uzak kalmasına ve tarihe yabancılık duymasına neden olabilmektedir. Tüm bu olumsuzlukları minimize etmek için tarihi romanların, tarihsel bilgiler ile birlikte senkronize olarak verilmesi yerinde olur. Tarihi romanlar, tarihe karşı olan ilgisizliği ve ön yargıları en aza indirgeyen, yok edebilen ve tarihi sevdiren yapıtlardır.
    Mayası akademik tarihi bilgi olan tarihi romanlar, bireyin okuma hazzını, doygunlaştıracağı gibi bilgisinde ve entelektüel dağarcığında ilerlemeye olanak tanır. Ülkemizde son dönemlerde tarihi roman yazımında büyük ilerlemeler katledilmiş olmasına rağmen bu durum emekleme dönemindeki bir bebeğin çabası kadardır.
    Sosyal bilimlerde branşlaşmalar olmasına rağmen branşlar-alanlar arasında keskin bir çizgi yoktur. Branşlar arasında bilgi bazında sürekli bir sirkülasyon vardır.
    Tarih ve edebiyatın etkileşimi de bize tarihin içinde edebiyatın, edebiyatın içinde de tarih olduğunun en büyük göstergesidir.

Devlet Ana, Kemal Tahir

Devlet Ana, Kemal Tahir, İthaki Yayınları, İstanbul, 2005
Osmanlı Devleti kurulmadan önceki Anadolu’nun görünümünü ve Anadolu insanının özlemlerini anlatırken, güvenli, adaletli bir devlete duyduğu ihtiyacı açığa çıkarmaktadır.

Roman, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulmasından hemen öncesinde Orhan Bey’in ölümünden önceki dönemden başlayarak, Orhan Bey’in ölümünden sonra yerini alan Osman Bey’in yayılmaya başlama sürecinde geçen olayları ve Söğüt ve civarında yaşayan Türk toplumunu ile aynı coğrafyada ve çevrede Türklerle yan yana yaşayan diğer toplumların yaşam tarzlarını ve ilişkilerini anlatmaktadır.
Olaylar Türkmen Kayı boyunun bulunduğu Bitinya ucunun merkezi söğüt ve çevresinde yaşanmaktadır. Devlet ana romanı; Türk’lerin Müslüman olarak yaşam tarzlarını, törelerini, aile yapıları ve tarihsel kültürlerine bağlılıklarını, Hıristiyan ve Yahudi insanlarla nasıl adalet ve uyum içinde birlikte yaşadıklarını, Türklerin mertliklerini ve aydın kişiliklerini, otoriter yönetim düzenlerini ve demokratik fikir alışverişlerini,  büyüğü sayma küçüğü koruma güdülerini, savaşçılıklarını ve cesaretlerini sürükleyici bir şekilde anlatmaktadır.
Roman, Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi’nin son günlerinde başlamaktadır.  Osman Bey, babası yerine Bitinya (Söğüt civarı)

Atatürk’ün Yurt Gezileri, Mehmet Önder

Atatürk’ün Yurt Gezileri, Mehmet Önder, 1998, İstanbul
Atatürk’ün Anadolu’da yaptığı yurt gezileri.
    Yazar, Dr. Mehmet Önder, 1926 yılında Konya'nın Çumra ilçesi’nde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Konya'da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne devam etti; ama tarih sevgisi ağır bastığından 1946 yılında bu fakülteden ayrılarak 1950 yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin sanat tarihi bölümünden mezun oldu.
    Bundan sonra, müze müdürlüğü, bu müdürlükler sırasında 20’ye yakın müzenin oluşturulması, yurtdışı müze müdürlükleri,  Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü, Başbakanlık Kültür Müsteşarı, Almanya'da Bonn Büyükelçiliği’nde Kültür Müsteşarlığı görevlerinde bulundu.
    Mehmet Önder, merkezi Berlin'de bulunan Alman Arkeoloji Enstitüsü üyesi, Londra’da Uluslar arası Mevlana Araştırmaları Kurumu’nun şeref üyesi, Lahore’da İkbal Akademisi üyesi ve daha birçok kültür derneğinin üyesi oldu. Ayrıca Önder, Türk-Alman Dostluk Derneği ve Türkiye-Pakistan Kültür Derneği Genel Başkanlığı’nı da yaptı.

Asitane, Ahmet Ragıp Akyavaş

Âsitâne, Ahmet Ragıp Akyavaş, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2000, Ankara   

        A.Ragıp AKYAVAŞ’ın eşi Mukaddes AKYAVAŞ; eşinin başta Zafer Adalet ve Son Havadis gazeteleri olmak üzere muhtelif gazete ve dergilerde neşredilen makalelerini büyük bir özenle saklamıştır. Bu çalışmaları,  Prof. Dr. Ali BİRİNCİ ve Prof. Dr. Beynun AKYAVAŞ derlemişlerdir. Prof. Dr. Beynun AKYAVAŞ, A.Ragıp AKYAVAŞ’ın oğludur. Eserdeki, İstanbul ile ilgili yazılar bir araya getirilirken kronolojik bir sıralama yapmak yerine mevzu bütünlüğü göz önünde bulundurulmuştur. Eser İstanbul’u 1960’lı yılların bakış açısıyla, 10 ana başlık altında, makalelerle değerlendirmektedir.
        (1). FETİH: Fatih Sultan Mehmet Edirne’de bulunuyordu. Ecdadının Anadolu’da kurduğu devlet gittikçe genişliyordu. Fatih bu muazzam toprakların ortasında bir Bizans devletine tahammül edemiyordu. Genç Padişahın geceleri gözünü uyku tutmuyordu. Bu buhranlı gecelerin birinde Veziriazamı çağırdı:
— Lala şu yatağı görüyor musun? İçinde sabahlara kadar uyuyamıyorum.
Rumeli Hisarının tarihi adı Kal’a-i Boğazkesen’dir. Anadolu Hisarının adı da Güzelce hisardır. Rumeli Hisarının yapımında bizzat kendisi nezaret ediyordu. İnşaat geceleri meşaleler ışığında aralıksız devam ediyordu.  Firuz Ağa Kala kumandanı nasp edildi. Bu inşaat karşısında rahatsız olan Bizans Kayseri sürekli Fatihe elçi gönderiyordu. Bizans elçisine Fatih şöyle diyordu:
— Git efendine söyle ki, şimdiki Padişah evvelkilere benzemez. Benim gücümün yettiği yerlere onun arzusu bile ulaşamaz.

İstiklal Mahkemesi Hatıraları, Kılıç Ali

İstiklal Mahkemesi Hatıraları, Kılıç Ali, Yenigün Haber Ajansı ve Matbaacılık A.Ş, 1997, İstanbul
İstiklal Mahkemeleri’nin yapmış olduğu inceleme ve davalar ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e yapılması tasarlanan suikastın irdelenmesi.

Kılıç Ali (1888-1971) adıyla bilinen Ali Kılıç, 1888-1971 yılları arasında yaşamıştır. Balkan Savaşı’nda,  Çanakkale muharebelerinde ve Teşkilat-ı Mahsusa’ da  görev yapmıştır. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa’ ya dahil olarak O’ nun vermiş olduğu emirler doğrultusunda çeşitli görevlerde bulunmuştur. 1920 yılında Birinci TBMM’ ne Antep milletvekili olarak seçilmiştir. Bu görevde iken Ankara’ da teşkil edilen İstiklal Mahkemesi’ nde görev yapmıştır. Bu görevde iken yapmış oldukları tetkik ve mahkemeleri “ İstiklal Mahkemesi Hatıraları ” olarak kaleme almıştır. 
Birinci Dünya Savaşı’nın ağır şartları sonucunda  millette, kendi kaderine hakim olma düşüncesi ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu düşüncelerin ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün önderliğinde  Millet Meclisi kurulmuştur. Savaş sonrası oluşan kritik ve bunalımlı günlerde

Türk Yazı Devrimi, Bilal N. Şimşir

Türk Yazı Devrimi, Bilal N. Şimşir, Türk Tarih Kurumu, 1992, Ankara
Türk Yazı Devrimi’nin safhaları ve devrimin dünyada uyandırdığı yankılar anlatılmaktadır. 
Eser Türk tarihi ile ilgili değerlendirmelerin yer aldığı birinci bölüm, Sovyetler Birliği ve bağlı ülkelerin Latin harflerine geçişinin konu edildiği ikinci bölüm, Türk Yazı Devriminin ayrıntılı olarak anlatıldığı üçüncü bölüm ile devrimin dış dünyadaki yankılarının üzerinde durulduğu dördüncü bölümden oluşmaktadır.

1928 yılında Türkiye’de yazı devrimi yapıldı. Yaklaşık bin yıldır kullanılmakta olan Arap yazısı bırakıldı, yerine Latin harfleri kullanılmaya başlandı. Türk Yazı Devrimi isimli kitap yazar tarafından Türk kültür tarihinde bir dönüm noktası olan Türk yazı devriminin ellinci yıl dönümü münasebetiyle yazılmıştır. Ancak bazı gecikmeler nedeniyle kaleme alındıktan ancak on beş yıl sonra yayınlanabilmiştir. 
Kitabın birinci bölümünde Türk tarihi ile ilgili değerlendirmeler yer alır. Yazara göre:  Genel Türk tarihi belli bir coğrafya ekseninde gelişmemiştir. Türkler dehalarını değişik eksenlerde birçok devlet kurarak göstermişlerdir. Buna paralel olarak da yer değiştirmiş, din değiştirmiş ve yazı değiştirmişlerdir.
Orta Asya’nın yerli halkı olan Türklerin en eski yazısı hakkında henüz yeterince bilgi yoktur. Bilinen en eski Türk yazılı belgeleri Köktürk hanedanı döneminden VII ve VIII inci yüzyıllardan kalmadır. Bunların en eskisi 688–692 yılları arasında yazıldığı sanılan Gobi yöresi yazıtıdır. Elli yıl sonra 732-733 yıllarında Orhun yazıtları dikilmiştir. Dolayısıyla ilk bilinen Türk alfabesi Köktürk alfabesidir. Köktürk’lerin mirasçıları Uygurlar Köktürk alfabesini bırakmış, Uygur alfabesini geliştirmişlerdir. Türkler aynı dönemde, Sogud, Mani, Brahmi yazılarını kullanmışlardır. Yer yer Tibet, Çin, Moğol-Passepa ve Nasturi-Süryani yazılarını da kullanmışlardır. Dokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru Türkler Müslümanlığın ve dolayısıyla Arap yazısının etkisine girmişlerdir. Selçuklular döneminde Arapça, İslam dünyasının artık ortak yazı dili olmaya başlar.

Eski Dünya Seyahatnamesi, İlber Ortaylı

Eski Dünya Seyahatnamesi, İlber Ortaylı, 2007, Ankara
Prof.Dr.İlber ORTAYLI’nın değişik zamanlarda ve değişik nedenlerle gittiği ve gördüğü  ülkelerle ve şehirlerle ilgili düşünceleri.
KIRIM: ECDAD TOPRAĞI
Yazar bu bölümde, Kırım’ın eski bir ecdat toprağı olduğundan, tarihi birçok yerini (Çehov’un evini, Yalta Konferansının yapıldığı sarayı, Puşkin’in yaşadığı yer gibi) görme imkanına sahip olduğundan, Selanik’le nüfus olarak mukayese edilebilecek bir Yahudi şehri olduğundan ve özellikle Odessa’nın dünya savaşları sırasında çok zarar gördüğünden, hala Osmanlı’dan kalan izler taşıdığından ve halkları (Ukraynalılar, Ruslar, Kırım Türkleri ve Karaylar) arasındaki ilişkilerden bahsetmiştir.

ORTADOĞU
KIRK YIL ÖNCESİ

Yazar bu bölümde, Evliya Çelebi dışında, Ortadoğu ile ilgili doğru düzgün bir çalışma olmadığından, Refik Halit KARAY’ın sürgün zamanı o yöreler hakkında hazırladığı “Gurbet Hikayeleri” kitabının bir şaheser olduğundan, bu bölgeyi anlayabilmek için Arapça, Farsça ve İbranca bilen uzmanlara ihtiyaç olduğundan bahsetmiştir.
Ayrıca, Suriye’deki Halep ve Şam’ın Türkiye için öneminden, bu bölgelerde hala Türkiye’nin etkisi olduğundan ve Türkçenin yaygın bir şekilde konuşulduğundan bahsetmiştir.
SURİYE GEZİM; ŞAM
Yazar bu bölümde, asıl Suriye denilen bölgenin, şu anki Suriye Devletinden daha geniş bir bölgeyi ifade ettiğinden, eski Büyük Suriye’nin Filistin’i, Ürdün’ü, Lübnan’ı kapsadığından, bu bölgelerin Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katıldığından, eskinin gözde ticaret merkezlerinin bu bölgede olduğundan, dört asırlık Osmanlı döneminin bu bölge için sulh zamanı olduğundan, Şam’ın İslam dünyası için Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra gelen en önemli şehir olduğundan ve Osmanlı’nın da Suriye’ye özel önem verdiği ve bazı ayrıcalıklar tanıdığından bahsetmiştir.
HALEB

Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, Halil İnalcık

 Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, Halil İnalcık, Türk Tarih Kurumu,1987, Ankara 
1443-1453 Fatih Dönemi olayları ve 15.asırda Rumeli’de hristiyan sipahiler ve menşeileri
    Fatih Devrinin tam bir tarihini yazmanın mümkün olmadığını söyleyen İnalcık, bu kitabında İstanbul’un fethiyle neticelenen 1443-1453 arasındakı gergin devreyi, imparatorluk buhranının tahlilini yeni kaynak malzemesi “Gazavat Sultan Murat” adlı eseri değerlendirerek yapmıştır.
    1444 BUHRANI:
    1439’da Floransa’da Şark ve Garp kiliseleri arasında “Unıon”un imzalanması ile Osmanlılar aleyhine bir haçlı seferi çıkarılmıştır. Bu toplantı; buhranın başlangıcı kabul edilmektedir. 1443 yılında Macaristan ve Lehistan Kralı Ladislas ve Sırp despotu Georg Brankovıc’in Balkanları istila etmesi Türkler’in yakın zamanda Balkanlardan atılacağı düşüncesini getirecektir. Balkan İstilası ve II.Murad’ın tahttan çekilmesi Osmanlı Devlet’ini bir buhrana sürükleyecektir. 1444 yılı hem Osmanlı hem de Avrupa genel tarihi için bir dönüm noktası olmuştur. 1443 yılında Macaristan ve Lehistan Kralı Türkler’den gelen sulh teklifini kabul etmiş ancak Haçlı donanmasının boğazlara doğru bir harekete geçtiğini öğrenince ve Türkler’in Balkanlardan çıkarılmasının çok kolay bir hale geldiği inancına varınca da antlaşmayı bozmuştur. Bu antlaşma ile ilgili tetkikler, görüşler, vesikalar uzun uzadıya açıklanmaya çalışılmış 1444 yılında olup bitenleri yakından izleyen Cyriacus’un mektupları sırasıyla Türkçe tercümeleri ile verilmiştir. (Cyriacus; Klasik çağ eserlerine meraklı oldukça tanınmış bir hümanist seyyahtır. Papa tarafından 1444 yılında durum hakkında bilgi toplamak üzerine gönderilmişti.)

Kıbrıs Girit Olmasın, Rauf R.Denktaş

Kıbrıs Girit Olmasın, Rauf Denktaş, Remzi Kitabevi, 2004, İstanbul

    Kitap,Kıbrıs’ın tarihini de göz önüne alarak,Kıbrıs meselesini tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır.Özellikle belirli yaşanmış olaylar ve Rauf Denktaş’ın Birleşmiş Milletlerle yapmış olduğu yazışmalar çok önem arz etmektedir.Kitap ayrıca yaklaşık 90 sayfalık Rauf Denktaş’ın diğer düşüncelerine ve yazışmalarına yer vermiştir.
        ‘’Kıbrıs ve o zamanki Girit sorunu arasında büyük benzerlikler vardır’’diyen Kostantin Mitsotakis(1998 Yılında) bu benzerliği açıkça ortaya koymuştur.
‘’Giritliler neden kurtuldular biliyor musunuz? Bir gece hep birlikte ayaklandılar ve Türkleri boğazlayarak ortadan kaldırdılar.Bizim elimize Kıbrıs Türklerini kesip doğrama fırsatı geçti ama liderlerimiz her şeyi berbat ederek yüzlerine gözlerine bulaştırdılar…Türk Türk’tür.köpeklere benzer hepsi de’’(To Periodiko  Dergisi)
       ‘’ Giritlilerin 85 yıl beklemeyi de içeren bir özgürlük mücadelesi verdiklerini hatırlamak gerekir.Elenizm,beklemesini de ısrarla olmasını da bildiğini geçmişte kanıtlamıştır.Kıbrıs Elenlerinin de,diğer Elenlerden  geri kalmayacakları bilinmelidir.’’(Agon Gazetesi)

İlber Hoca’yla Topkapı Sarayı, İlber Ortaylı

İlber Hoca’yla Topkapı Sarayı, İlber Ortaylı, Muştu Yayınları, 2008, İstanbul
 
 (1) Yazdığı eserlerle tarihimize ışık tutan Prof. Dr. İlber ORTAYLI, bu kitabında Topkapı Sarayının tüm mekanlarını okurlarıyla paylaşmakta, sarayın gizemli dünyasını fotoğraflar eşliğinde tanıtmaktadır.
        (2) İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Topkapı Sarayı, Osmanlı Devletinin yönetim merkezi ve padişahların ikametgah yeri olmuştur. Saray mütevazi fakat güzel yapısıyla, hoş bahçeleri ve özgün konumuyla, içindeki hazinelerin ve arşivlerin zenginliğiyle eski imparatorluğun evi ve en büyük sarayıdır. Bu yönleriyle Osmanlı’da güzellikle tevazuu, din anlayışı ile dünya anlayışını bir arada gösteren önemli bir örnektir.
        (3) Topkapı Sarayı, dünyanın en güzel şehri İstanbul’un en güzel köşesine inşa edilmiştir. Bu bölge Bizans’ın da yönetim merkezidir. Saray, Bizans Sarayının üzerine yapılmıştır. Bizans Sarayından kalan taşlar ve sütunlar da sarayın yapımında kullanılmıştır.

Osmanlı Sarayında Hayat, İlber Ortaylı

Osmanlı Sarayında Hayat, İlber Ortaylı, 2008, İzmir
Topkapı Sarayı etrafında şekillenen hayat
Topkapı Sarayı Osmanlı sultanlarının yaşadığı yerdir. İstanbul fatihi II. Mehmet tarafından 1460’ ta yaptırılmıştır. 19’uncu yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı padişahları ve saray halkı burada ikamet etmiş ancak 1850’lerin başına gelindiğinde sultanlar artık Dolmabahçe Sarayında yaşamaya başlamıştır.
Köklü bir tarihe sahip İstanbul 1400’lü yıllarda konut bölgeleri büyük miktarda boşalmış harap ve bitap bir haldeydi. Fetih sonrasında II. Mehmet tarafından şehirde yapılan medreseler, camiler, bedestenler, kervansaraylar, hamamlar harap ve bitap Doğu Roma başkenti bir Türk şehri haline getirmiştir.
Osmanlılarda saray hem devlet reisinin ikamet yeri hem de ofisidir. Topkapı Sarayı yapılırken Bizans Sarayından kalan taş ve sütunlar sarayın yapımında kullanılmıştır. Saray o dönemde şehrin her tarafına hakim ve her yerinden görülebilen bir yere kurulmuştur. Ayrıca Ayasofya’ya yakın bir yerdedir. Çünkü padişahlar Cuma ve teravih namazlarını burada kılarlardı. Ayasofya’nın ne yapısının ne de adının değiştirilmemesi Osmanlının insanlık mirasına duyduğu saygıyı gösterir.

Kürdistan Tarihinde Dersim, Nuri Dersimi

Kürdistan Tarihinde Dersim, Nuri Dersimi, 2004, İstanbul
Cumhuriyet aleyhtarı, taraflı ve maksatlı bir bakış açısıyla kaleme alınmış kitapta Dersim'in tarihi, coğrafi özellikleri ve bölgede meydana gelen ayaklanmalar anlatılmaktadır.
Kitap 16 bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde tarihi ve coğrafi olarak dersim anlatılmaktadır.
I.    BÖLÜM: Tarihi ve Coğrafi Olarak Dersim
Bazı Kürtler ‘der’ kapı, ‘sim’ gümüş anlamında olduğu için, Dersim kelimesini ‘Gümüşkapı’ biçiminde anlamlandırmaktadır. Yazara göre, bu yörede bulunan halk Dersim’i Kürdistan olarak algılamaktadır. Kürt adıyla anılan millet, eski Med milletinin kendisidir. Mediya, asırlar boyunca fatih uluslar tarafından elden ele geçmiş, fakat Med Ulusu (Kürtler) vatanının dağlarında ve yaylalarında varlıklarını korumuşlardır.
Yazara göre, tarihsel süreci içerisinde Dersim halkı Bizans, Selçuklu, Moğollar, İlhanlılar ve Akkoyunlular ile yıllarca mücadele vermiş hepsinde de başarılı olmuştur.
Yazar, Türkiye sınırları içinde bulunan Kürdistan bölgesini üçe ayırmaktadır.

Türk Sufiliğine Bakışlar, Ahmet Yaşar Ocak

Türk Sufiliğine Bakışlar, Ahmet Yaşar Ocak, 2007, İstanbul
Türk Sufilik tarihinin önemli birtakım kişileri ve konuları etrafında değişik zamanlarda kaleme alınmış yazılardan oluşmaktadır.
          Anadolu topraklarında 12’nci yüzyıl başlarından itibaren yeni bir sentez halinde oluşmaya başlayan Müslüman Türk kültürünün ana besleyici kaynakları, esas itibariyle Orta Asya ve Orta Doğu kökenlidir ve geniş çapta sufiliğin etkisini taşır. Heterodoks Halk İslam’ının farklı kültürleri bağdaştırıcı özelliğini, tasavvufi-mistik karakterinin baskınlığını sergileyen yazar, Türk İslam’ının dört önemli kişiliğini özellikle ele alıyor; Ahmed-i Yesevi, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli. 
           Yaşadığı çağı aşarak günümüz insanına kadar ulaşabilen,

Tarihin Sınırlarına Yolculuk, İlber Ortaylı

Tarihin Sınırlarına Yolculuk, İlber Ortaylı, 2008, İstanbul
İlber Ortaylı’nın Osmanlının tamamen yıkılmadığı sadece iktidarın şekil değiştirdiğini, cumhuriyetin Osmanlının bir devamı olduğunu, Osmanlıyı reddetmemizin mümkün olmadığı, tarihimizi merak etmemiz ve doğru öğrenmemiz gerektiği, ve bize neler kazandıracağı hakkındaki düşünceleridir.

(1) Efsaneler ve sloganlar arasında bir tarih…
Osmanlı tarihi konusunda farklı bakışlar söz konusudur. Türkiye’deki insanlardan bazıları biz Osmanlı değiliz derken bazıları “Osmanlı biziz diyor.”Böyle bir ayırım mümkün değildir. Osmanlıda kurumlar vardır. Bunların devamlı bir şekilde devamlılığı vardır. Bu devamlılık araştırıldığında Osmanlı tarihine teknik olarak bakış meselesi halledilmiş olacaktır. Bugünün Türk’ünün tarihten bir kopukluğu mevcuttur. Neden diye sorulduğunda cevaplandırılacak soru şudur:”neden bu kadar meraksız” toplumumuzdaki merak Afrika kabilesinden fazla değildir. Bir şeyin detayına inmek soru sormak, somut delil aramak gibi bir merakımız yok. Osmanlı tarihine nasıl bakmamız gerektiğine bir cevap veremiyoruz. Bunun çözümü öncelikle iyi bir mantıktan geçer. sonra felsefeye gider filolojide halledilmelidir. Türkiye’de bu yapılmamış bu konuda yirmi sene sonra sonuç verecek okullar açılmamış, daha çok üç yıl sonrası düşünülmüştür. Osmanlı tarihine batılı kavramlarla yaklaşarak oradan bir sonuç çıkarmak yanlıştır. bu kavramlar batıda çok detaylı, hassas, hukuk tarihi, tarih, filoloji araştırmalarıyla çıkan bilgilere göre şekillenmiştir. Bizde böyle bir şans yok. Böyle olunca da tarih ekolü oluşamamaktadır. Osmanlı cemiyetinin renkliliği ve birtakım milletlerin bulunması Osmanlı düzeninin dinamizmini sağlamıştır

(2) Osmanlının kabuk değiştirme dönemi.

Yüzyıldır Neden Bocalıyoruz?, Niyazi Berkes

Yüzyıldır Neden Bocalıyoruz?, Niyazi Berkes, 1997, İstanbul
Osmanlı Devletinin son dönemlerinden beri yapılmaya çalışılan gelişmelerin sekteye uğramasının sebepleri, gericiliğin tarihi gelişmelere etkisi ve Devletçilik
Kitap iki ciltten oluşmaktadır.
(1)    Birinci Cilt:
(a)    Meseleler ne zaman başladı?
Türkler, Osmanlı İmparatorluğu dediğimiz siyasal egemenliğin kuvvetini on sekizinci yüzyılın başına kadar devam ettirmişler, fakat bu yüzyılın başında bu kuvvet ilk önemli dış engellerle karşılaşmağa başlamıştı. On sekizinci yüzyılın başında imparatorluğun yalnız eski kudretini kaybetmekle kalmadığını, aynı zamanda gerilemeğe başladığını o zamanın devlet adamları bile anlamışlardı.
(b)    Eski Düzene Dönme Çabaları.
On yedinci yüzyılda Osmanlı devlet sisteminin dünyanın geçirmekte olduğu büyük değişmenin tesiri altında bozulmaya, aslındakinden farklı şekillere girmeye başladığı görülmüş bulunuyordu. En önemli değişiklik bu sistemin can damarı olan toprağın idare ediliş usullerinde olmuş, bunlarla ilgili mali, idari, sınaî ve hatta ilmi örgütler başka başka şekillere girmeğe başlamıştı. Toprak rejimi ve ona dayanan devlet maliyesi, ordu, hükümet ve idare bilim müesseseleri. Dikkate değen nokta hiç birinin bu değişmenin veya onların deyimiyle bozulmanın, hiçbirinin nedenlerini araştıramamalarıdır.

Zeytindağı, Falih Rıfkı Atay

Zeytindağı, Falih Rıfkı Atay,1981, İstanbul
Birinci Dünya Savaşında Yedeksubay olarak Filistin, Kanal ve Yemen Cephelerinde görev yapmış yazarın gözlem ve düşünceleri.
        Zeytin dağı, Falih Rıfkı ATAY’ın 1914 yılından itibaren 4 yıl yedek subay olarak görev yaptığı Dördüncü Ordu Karargahındaki anılarını, 4 ncü Ordu K. Cemal Paşa’yı, mütareke yıllarını, meşrutiyeti, İttihat ve Terakkiyi; kısaca saltanatı, Suriye’de, Filistin ve Hicaz’daki son yıllarını, imparatorluğun kartondan kule gibi yıkılışını anlatır. Falih Rıfkı ATAY 1914 yılında Suriye’ye gitti, Cemal Paşa’nın özel kaleminde çalıştı. 1918 yılında Cemal Paşa Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) olunca, özel kalem müdür yardımcılığı yaptı. Akşam gazetesindeki köşesinde “Günün Fıkraları” başlığı altında; Milli Mücadele karşısında olanları yeren, aşağılayan yazılar yazdı. Atatürkçü bir Türk yazarıdır. Atatürk’ün yakın çevresinde yer almış, 1922 yılından sonra Bolu ve Ankara Milletvekilliği yapmıştır. Zeytindağı’nın ilk yayımlanması 1932 yılında olmuştur. Eser, 1964 yılına kadar 5 baskı yapmış olup; büyük ilgi görmüştür. Falih Rıfkı ATAY Osmanlı  imparatorluğunun çöküş yıllarında, Anadolu’dan gönderilmiş askerlerin, Filistin, Hicaz, Medine’deki savaş yıllarını, iktidar mücadelelerini,”Filistin, Trablus, Medine’yi kaybederlerse Türk milletinin yaşayamaz,” olacağını sanan imparatorluğun elit tabakasını, insanını anlatır. “Türk milleti kendi başına devlet yapamaz “ diyen Osmanlının ana fikrini, genç Mustafa KEMAL yıkmış: yerine görkemli bir Türk Devleti kurmuştur.