Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Nuri Conker - M. Kemal Atatürk, Piyade Okul Komutanlığı, 1981, Ankara
Kitap, Erkanı Harbiye Binbaşısı Mehmet Nuri Bey (Nuri CONKER)’in Balkan Savaşları sonunda 1’inci Tümen arkadaşlarına verdiği konferansların bir araya gelmesinden oluşan “Zabit ve Kumandan” isimli eserine, Bulgaristan’daki Türk Ataşemiliteri Kur.Yb. Mustafa Kemal’in 1914 yılında verdiği cevabıdır.
Balkan savaşı ile 1’inci Dünya Savaşı öncesindeki durumu içeren her iki eser de, tek bir kitap halinde birleştirilmiş olarak bulunmaktadır. ATATÜRK’ün yazdığı kitabı özetleyebilmek için öncelikle Nuri CONKER’in ne yazdığını bilmek gerekir.
1’İNCİ KİTAP: ZABİT VE KUMANDAN (NURİ CONKER)
(1) BİRİNCİ BÖLÜM: GİRİŞ
Kitabın giriş bölümünde;
(a) Harp tarihinin askerlere tecrübe kazandırdığı,
(b) Harp oyunları ve tatbikatların savaşın birer taklidi olduğu, asıl tecrübenin savaşla kazanıldığı,
(c) Birçok komutanın savaşı bizzat yaşayarak tecrübe kazandığı,
(ç) Alman ordusunun bu tecrübeyi kazanmak için savaşı bile göze aldığı,
(d) Savaşın savaşta öğrenildiği,
(e) Ülke ve orduların savaşa her an hazır olması gerektiği üzerinde durulmaktadır.
Silah sistemlerinin çoğalması ve gelişmesi, öğrenilecek bilgilerin çokluğunu gerektirdiğinden bahsedilmektedir.
Ordunun Balkan yenilgisi üzerinde durulmakta ve nedenleri araştırılmaktadır.
İnsan faktörü vurgulanarak; maddi güç sayılan ilim ve teknikle ilgili bilgilerin, seçkin insan nitelikleri ve fedakârlık gibi nitelikler olmadığı sürece başarıya ulaşmada yeterli olmayacağı üzerinde durulmaktadır.
Kitapta bir subayın zafere ulaşabilmesi için, kesinlikle edinilmesi gereken nitelik ve ilmi görüş, askeri karakter ve öneriler ile askeri üstünlükler ve yiğitliklerden söz edilmektedir.
Ayrıca bir subayın en çok görmeye, işitmeye ve düşünmeye zorunlu olduğu yerde, moral gücünü beslemeye yardımcı olacak nokta ve nitelikleri araştırması ve değerlendirmesi anlatılmaktadır.
Özellikle subay ruh ve yüreği ile subay karakterinin, askerlik sanatı açısından en önemli ve üstün vasıfların aynası olduğu vurgulanmıştır.
Nuri CONKER kitabında, kendilerinin yetiştirilmesindeki yanlışlıkları da eleştirmekten geri kalmamıştır. Kendi ağzıyla şöyle demektedir:
“Ne yalan söyleyeyim, biz piyade talimnamesinin ikinci bölümü olan muharebe kısmını üç yıllık harp okulu öğreniminin son aylarında birkaç derste her öğrenci ikişer üçer madde olmak üzere, bir okuma kitabı gibi okumuştuk. Hemen bütün öğretim ve eğitim süresince yalnız birinci bölümü öğrenmeye, uygulamaya bağlı kalmıştık. Oysa bu ilk bölüm daha çok erin ve belki en küçük tam askeri birliklerin savaşa hazırlanmasına ilişkindi. Subayın, subay olarak yetişmesini, subayın asıl görevlerini, savaşın subaydan istediği ruh ve ilmi güç ve niteliği temelde ikinci bölümü kapsıyordu. Hele subaya ruhi ve ilmi talimat veren Savaş Hizmetleri Tüzüğü’nün başındaki giriş bölümünü hiç okumamıştık. Bu kitaptan okuduğumuz ilk ders savaş düzenleri ve askerlerin bölümleri idi. Oysa bu girişin her bölümü başlı başına bir ders olabilecek genişlikte ve önemdeydi.”
CONKER, canını hiçe sayma ve fedakarlık duygusu ile ilgili olarak, Piyade Talimnamesi ve Süvari Talimnamesi’nin çeşitli bölümleri ile Topçu Talimnamesi’nde yazan ifadelere yer verdikten sonra, bu maddelerin gelişigüzel okunup geçilmemesini istiyor ve şöyle devam ediyor: “Kılıç kuşanan, forma taşıyan, subayım diye ortaya çıkan, hükümetin birçok harcamalarla donattığı, anaların 20–30 yaşlarındaki en işe yarar evlatlarını arkasına alarak namus, din ve devleti korumak üzere savaşa giden bizler, subaylar, maddeleri, her şeyden önce, bu maddeleri, çok, pek çok kere sürekli okumalıyız. Okumalıyız ki, savaşın bizden istediği görevin biçimi ve yapısını gerçek anlamıyla tanıyalım.”
CONKER subaylığı, canını ve öz varlığını vermeyi kesinlikle göze almış olmak şeklinde ifade ediyor ve şöyle devam ediyor: “Askerlik bizim geçimimizi sağlayan bir sanattır. Biz bu sanattaki görevlerimizi öteki sanat sahipleri gibi yalnız aklımızla değil, aklımızdan başka can ve başımızla da yapıyoruz. Gerekirse kanımızı da akıtırız. Subaylık, başarı kazanmak için korkusuz ve canını hiçe sayarak çekinmeksizin savaşabilmektir. Bizim vazifelerimiz arasında ölüm de vardır. Fakat görev yaparken, ölüm asla düşünülmeyecektir.”
Subaylığın diğer sanat ve görev sahipleri ile karşılaştırılamayacağını söyleyen yazar, subayların görevlerinin barışta ağır hava ve arazi şartlarında, savaşta ise ağır şartlarda ve düşman ateşi karşısında geçtiğini ifade etmektedir. Genç bir teğmenin görevi uğruna akıtacağı kanın, maaşının karşılığı olduğunu hiçbir akıl sahibinin kabul olamayacağını vurgulayan yazar dökülen kanla ilgili olarak şöyle devam etmektedir: “Bu kan para ile ölçülmek durumundan çok yüksek bir duygunun vatan ve milletin kullanılması gibi, kutsal bir duyguların yönlendirilmesi ve yardımıyla akıtılabilir. İşte bu fedakârlıktır.”
(2) İKİNCİ BÖLÜM: SUBAYLARIN, ERLERİN KALPLERİNİ VE GÜVENLERİNİ KAZANMALARI VE MORAL GÜÇLERİNİ DESTEKLEMELERİ
İkinci bölümde Nuri CONKER; subayların;
(a) Erleri kendi çocukları gibi görerek onları tanımaları lazım geldiğinden,
(b) Disiplinin ordunun temeli olduğundan,
(c) Her askerin amir ve üstlerinin isteklerine uygun iş yapmasının uygun olacağından,
(ç) Subayların erleri eğitirken anlayışlı olmaları gerektiğinden,
(d) Silahın yurdumuza gözünü diken düşmanın bertaraf edilmesinde en etkili araç olduğu için iyi öğretilmesi gerektiğinden,
(e) Birliklerde yapılacak törenlerin askerleri olumlu yönde motive edeceğinden,
(f) Birlik sancaklarının kutsallığından ve manevi değerinden bahsederek askerlerle kendilerini yöneten subayların birbirlerine çok yakın olmaları ve birbirlerini tanımalarının lüzumundan söz etmektedir.
Nuri CONKER ilk önce disiplinle ilgili olarak; “Askeri disiplin ordunun temeli ve başarının birinci şartı olduğundan, her halde tam bir sertlikle kurulmalı ve sürdürülmelidir. Barışta, çoğu zaman gayret göstererek kıtalarda sağlanamayıp yalnız görünüşte elde edinilmiş olan disiplin, savaşın tehlikeli anlarında ve beklenmeyen olaylar karşısında verimsiz ve faydasız kalır.” diyerek askerlik mesleğinde disiplinin önemini belirtmektedir. Ancak, “Üstler, astlarının, her durum ve anda koruyucusu ve gözeticisi, şefkatli ve elinden tutucusu, dayanacağı kişiler olmalıdır.” diyerek subayla er arasında sıkı ve yakın bir ilişkinin kurulması gerektiğini de vurgulamaktadır.
Bu kapsamda, erleri tanımanın özellikle bölük komutanları ile teğmenlerin görevi olduğunu, erlerin yemeğinden yatağına, ailesinden temizliğine, yani her tutumuna ve davranışına bakmak ve gerektiğinde öğüt vererek onu aydınlatmanın ve düzeltmenin subaylar tarafından yapılmasını istemektedir.
(3) ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TAARRUZ FİKRİ
Nuri CONKER bu bölüme; “Savaş demek taarruz demektir. Savaşın bir teknik ve askerlik sanatı olarak tanınması yalnız taarruz uygulaması ile olmuştur. Savaştan yarar ve sonuç almak da ancak taarruza yönelik hareket etmekle olur. Taarruz eden veya hiç olmazsa bu düşünceyi aklında tutarak fırsat çıkınca taarruza girişen daima kazanır. Savunma olumsuzdur. Bunun en büyük yararı olsa da kaybetmemek olur. Fakat bu da geçicidir. Savaşta gaye ise, düşmanı yok etmek ve çökertmektir ki bu da yalnız taarruz etmekle olur.” şeklinde bir giriş yaparak öncelikle taarruzun önemini vurgulanmıştır.
Savunmanın ise orduyu, düşmanın irade ve isteğine boyun eğmeye zorlayacağını ifade ederek, ordunun taarruz ordusu olması ve savunmanın savaş şekillerinden çıkartılarak ordunun bir savaş yöntemi olarak yalnız taarruzu tanıması gerektiğini yazmıştır.
“Ordunun her türlü çalışma ve hazırlığı, taarruz etmek hedef ve amacına yönelik olmalıdır.” diyen yazar, daha sonra tarihten bu konuda örnekler vermiş ve taarruz ruhuna ve eğitimine yönelik talimnamelerde geçen ifadeleri aktarmıştır.
Her muharebeye başlangıçtan itibaren kesinlikle taarruzla başlanması gerektiğini ifade eden yazar, mevziin güç ve dayanıklılığından yararlanmak veya yeterli kuvvetin henüz toplanamamış olmasından dolayı muharebeye savunma ile başlanılmak zorunda kalınsa bile sonucun taarruzla alınacağı düşüncesinin akıldan çıkarılmamasını istemiştir.
Bölümün sonunda ise, “taarruz fikri, hiçbir zaman subay ve komutanın düşünceleri, (harita çalışmaları dahil) dışında kalmamalıdır” diyerek konuyu sonlandırmıştır.
(4) DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: KENDİLİĞİNDEN İŞGÖRME VE SORUMLULUĞU YÜKLENME
Bir subayın kendi kendine iş görmeye istekli ve tutkun olmasını en büyük vasıf olarak niteleyen yazar, bu özelliğin subayı yücelten, üstün kılan, belirleyen güven ve iftihar kaynağı olduğunu ifade etmektedir.
“Ordunun esenliği ve mutluluğu, komuta heyetinin bu yüksek vasfa fazlasıyla sahip olmasına bağlıdır. Ordu, görevini yerine getirirken mutlak yukardan emir beklemeyen amirler, subay ve subaylar heyetinin varlığına muhtaçtır. Her rütbedeki komutanlarda amaca ulaşmak konusunda ne kadar kendiliklerinden iş görme, bağımsız karar verme, düşünme ve iş yapmak, işe girişmek kudret ve alışkanlığı ve yatkınlığı olursa, ordunun çevikliği ve uygulaması o kadar yüksek olur.” diyerek subayların inisiyatif sahibi olmasının ordu için ne kadar şart olduğunu vurgulamaktadır.
Çeşitli talimnamelerden, sorumluluğu üzerine almaktan çekinme, rütbe sahiplerinin kendiliklerinden tedbir almaya alışmış olmaları, kendiliğinden iş görme, sorumluluk sevgisi ile ilgili maddeleri de aktaran yazar, her komutanın işte bu kendiliğinden iş görme vasfını elde etmek zorunda olduğunu ifade etmektedir.
Bu bölümde ilgi çeken bir husus da, emir tekrarının sadece erlerden istenecek bir uygulama olmadığını, bir korgeneralin bile bir orgenerale karşı yerine getirmesi gerektiğini, bunun bir alışkanlık halini almasını ve amirin de herhalde verdiği emrin tekrarını istemesi gerektiğini ifade eden sözleridir.
İKİNCİ KİTAP: ZABİT VE KUMANDAN İLE HASBİHAL (M. KEMAL ATATÜRK)
İkinci kitapta, Mustafa Kemal ATATÜRK, Nuri CONKER’in “Zabit ve Kumandan” isimli kitabıyla sohbet etmekte ve cevabi düşüncelerini yazmaktadır. Altı bölümden oluşan “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal”, Ruşen Eşref ÜNAYDIN tarafından yazılan bir girişle başlamaktadır.
GİRİŞ:
ATATÜRK bu eseri ile o zamanki ordunun bütün eksikliklerini beş altı maddede toplayıp beş on satırda ortaya koymuş; bu eksiklikler giderilmezse böyle bir ordudan harp zamanı yurdu koruma vazifesi beklenemeyeceğini felaketten önce sezerek yüksek makamların kulağına haykıra haykıra ulaştırmıştır.
Kitapta, ordu kurmanın iyi subay yetiştirmeye bağlı olduğu inancı belirtilmiş; en iyi ve geniş Harbiye Mektebi öğretiminin bile asıl ordu mektebinde, iyi komutanların gözcülüğü ve yetiştiriciliği sayesinde sırf iş üzerindeki ciddi eğitim çalışmaları ile geliştirilebileceği bildirilmiştir.
Ruşen Eşref ÜNAYDIN’a göre bunları yapabilmek bir genç kolağası şöyle dursun, değme yüksek rütbeli ve makamlı yiğidin bile kârı değildir.
BİRİNCİ BÖLÜM:
ATATÜRK bu bölümde, Nuri CONKER’in kitabını geç okuduğunu, ancak çok hoşuna gittiğini, ordunun basiretsiz ve bilgisiz komutanların yönetiminde başarısız olabileceğini, subayların daima okuyarak kendilerini yenilemeleri gerektiğini yazmaktadır.
Nuri CONKER’in yazdıklarını düşündüğünü ve genelde kendisine hak vererek katıldığını belirten ATATÜRK, Harbiye Mektebi’nde verilen eğitimle ilgili olarak, hakiki feyiz verebilecek asıl mektebin kıt’alar olduğunu ifade etmekte ve “Harbiye Mektebi’nden alınan şehadetnameler, genç teğmenin Bölük Komutanı efendisinin terbiyesi dairesine kabule şayan olduğuna delâlet eder. Genç teğmen, san’atının asıl ruhunu intisap ettiği bölüğün efradı önünde, bölüğün babası olan yüzbaşısından ve daha büyük amirleri tarafından, iş üzerinde bulunaraktan öğrenecektir.” diyerek teğmenlerin yetiştirilmesinde Bölük Komutanlığının önemini vurgulamaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM:
Bu bölümde bir subayın taşıması gereken özveri, ölümü göze alma, emri altındakileri sevk ve idare edebilme, taarruz ruhu, inisiyatif (kendiliğinden hareket ve iş görme) özellikleri hakkında, Nuri CONKER’in görüşlerine katılan ATATÜRK, kendi düşüncelerini de çeşitli örneklerle destekleyerek açıklamıştır.
Nuri CONKER’in kitabında sorduğu, “Zabir nedir?” sorusuna yönelik Piyade Talimnamesindeki “Zabit, maiyetindeki efrad için numune-i imtisaldir.” cevabının ve CONKER’in bu konuda yazdıklarının bütün subaylar tarafından büyük bir dikkat ve ciddiyetle okunması gerektiğini belirten ATATÜRK, bir milletin evlatlarının önüne geçip onları ateşe sevk etmek hak ve salahiyetine ancak, CONKER’in bahsettiği metanet (dayanıklılık, sağlamlık) ve besalet (yiğitlik, yararlılık) bileşkesini bulmuş olan subayların sahip olabileceğini ifade etmiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
Bu bölümde ATATÜRK, Türk milletinin her ferdinin aileden itibaren ve askerliği müddetince kişinin ruhsal derinliklerine inilerek ulvi duygularla yetiştirilmesi lazım geldiği üzerinde durmaktadır.
Bir subayın, kendisine bağlı erlerin kalplerini ve güvenlerini kazanmaları gerektiğine, insanların ancak böyle yönetilebileceğine değinen Atatürk, konu ile ilgili olarak Musa, İsa ve Napolyon’dan da örnekler vermiştir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:
Ordunun vazifesinin, vatanı çiğnemek isteyen düşmana karşı ayağa kalkmak olduğunu ve bu kalkışın yerinde durmak için değil, düşmana atılmak için olursa kalkılmış olduğuna değeceğini ifade eden ATATÜRK bu bölümde, başarının en güvenilir aracının taarruz olduğunu, ancak taarruz ordusunu vücuda getirecek milletin taarruz ruhuna sahip olması gerektiğini vurgulamaktadır.
Konu ile ilgili olarak Japon komutanların taarruz ruhu ile ilgili ifadelerinden de örnekler verilmiştir.
BEŞİNCİ BÖLÜM:
Mustafa Kemal ATATÜRK bu bölümde de bir harekatın nadiren planlandığı şekliyle yürüyebileceğini, muhtemelen bir çok faktörün değişebileceğini, işte değişebilen bu durumlarda askerlerin kendi inisiyatiflerini kullanarak ve kimseden emir beklemeden karar vererek uygulamalarını salık vermektedir.
Subay, astsubay ve erlerin, bazen üstlerinden hiçbir emir alamadığı durumların olacağını, bu sebeple gerek komutanların ve gerek erlerin bizzat düşüncelerini işleterek kendiliğinden iş görebilecek yetenekte yetişmiş olduklarına kanaat edilmeden bir birliğin güvenilir bir kuvvet olarak tanımlanmasını gaflet ve felaket olarak nitelemektedir.
Bir kuvveti oluşturan insanların umumi hayatları, fikirleri, hareket serbestileri ezilmemiş, gürbüz, neşeli er ve subaylardan oluşuyorsa, böyle bir askeri birlikte biraz düşünce işleterek kendiliğinden iş görme kabiliyetinin fazlaca görüleceğini belirten ATATÜRK, konu ile ilgili olarak İtalyan muharebesinde Derne kuvvetlerine kumanda ettiği sürece bu gerçeği ispatlayan bir çok örnek gördüğünü ifade etmiş ve bunlardan bazılarına kitabında da yer vermiştir.
Tabii ki, inisiyatifin de sınırsız olmadığına ilişkin “Harpte büyük başarıların esaslarının en başı olan müstakil faaliyet, gereken haddi aşmamış olanıdır.” şeklindeki talimname ifadesine yer veren ATATÜRK, inisiyatifin haddini bilmeme mertebesine vardığı bir orduda herkesin kendi başına buyruk olacağını, amir ve maiyetin yok olacağını, onun için itaat ve inzibatın kurulamayacağını söylemiştir.
İnisiyatifin gerekliliği ve faydalarına ilişkin talimnamelerdeki maddelerin okunmasına ve bunların iyiliklerine ilişkin pek çok övgülerde bulunulmasına rağmen, kendiliğinden iş görmenin yayılmasına ve faydalı bir şekle sokarak özel bir vazife olarak tanınmasına ilişkin Osmanlı Ordusunda herhangi bir düşünce sarfedilmediğinin ve karara varılmadığının itiraf edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.
ALTINCI BÖLÜM:
Kitabın son bölümünde ise ATATÜRK hayatı hiçe sayma, taarruz düşüncesi ve kendiliğinden iş görme gibi askerliğin en önemli nitelikleri ile ilgili Derne kuvvetlerine emir komuta ederken tuttuğu notlardan ve gelen raporlardan alıntılar yaparak örnekler vermektedir.
Örneklerde kendilerinin ve arkadaşlarının yaralanmasına, hatlarının bozulmasına, toplarının nişangahlarının bozulmasına aldırış etmeden taarruza devam eden birlik komutanlarının raporları bulunmaktadır.
Askerlik mesleği ve subaylığa dair.Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yazıp yayınladığı kitapların kalınlık yönünden en ufaklarından biri olan “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” bir göndermeye karşılık olarak hasbihal biçiminde kaleme alınmıştır.
Kitap, Erkanı Harbiye Binbaşısı Mehmet Nuri Bey (Nuri CONKER)’in Balkan Savaşları sonunda 1’inci Tümen arkadaşlarına verdiği konferansların bir araya gelmesinden oluşan “Zabit ve Kumandan” isimli eserine, Bulgaristan’daki Türk Ataşemiliteri Kur.Yb. Mustafa Kemal’in 1914 yılında verdiği cevabıdır.
Balkan savaşı ile 1’inci Dünya Savaşı öncesindeki durumu içeren her iki eser de, tek bir kitap halinde birleştirilmiş olarak bulunmaktadır. ATATÜRK’ün yazdığı kitabı özetleyebilmek için öncelikle Nuri CONKER’in ne yazdığını bilmek gerekir.
1’İNCİ KİTAP: ZABİT VE KUMANDAN (NURİ CONKER)
(1) BİRİNCİ BÖLÜM: GİRİŞ
Kitabın giriş bölümünde;
(a) Harp tarihinin askerlere tecrübe kazandırdığı,
(b) Harp oyunları ve tatbikatların savaşın birer taklidi olduğu, asıl tecrübenin savaşla kazanıldığı,
(c) Birçok komutanın savaşı bizzat yaşayarak tecrübe kazandığı,
(ç) Alman ordusunun bu tecrübeyi kazanmak için savaşı bile göze aldığı,
(d) Savaşın savaşta öğrenildiği,
(e) Ülke ve orduların savaşa her an hazır olması gerektiği üzerinde durulmaktadır.
Silah sistemlerinin çoğalması ve gelişmesi, öğrenilecek bilgilerin çokluğunu gerektirdiğinden bahsedilmektedir.
Ordunun Balkan yenilgisi üzerinde durulmakta ve nedenleri araştırılmaktadır.
İnsan faktörü vurgulanarak; maddi güç sayılan ilim ve teknikle ilgili bilgilerin, seçkin insan nitelikleri ve fedakârlık gibi nitelikler olmadığı sürece başarıya ulaşmada yeterli olmayacağı üzerinde durulmaktadır.
Kitapta bir subayın zafere ulaşabilmesi için, kesinlikle edinilmesi gereken nitelik ve ilmi görüş, askeri karakter ve öneriler ile askeri üstünlükler ve yiğitliklerden söz edilmektedir.
Ayrıca bir subayın en çok görmeye, işitmeye ve düşünmeye zorunlu olduğu yerde, moral gücünü beslemeye yardımcı olacak nokta ve nitelikleri araştırması ve değerlendirmesi anlatılmaktadır.
Özellikle subay ruh ve yüreği ile subay karakterinin, askerlik sanatı açısından en önemli ve üstün vasıfların aynası olduğu vurgulanmıştır.
Nuri CONKER kitabında, kendilerinin yetiştirilmesindeki yanlışlıkları da eleştirmekten geri kalmamıştır. Kendi ağzıyla şöyle demektedir:
“Ne yalan söyleyeyim, biz piyade talimnamesinin ikinci bölümü olan muharebe kısmını üç yıllık harp okulu öğreniminin son aylarında birkaç derste her öğrenci ikişer üçer madde olmak üzere, bir okuma kitabı gibi okumuştuk. Hemen bütün öğretim ve eğitim süresince yalnız birinci bölümü öğrenmeye, uygulamaya bağlı kalmıştık. Oysa bu ilk bölüm daha çok erin ve belki en küçük tam askeri birliklerin savaşa hazırlanmasına ilişkindi. Subayın, subay olarak yetişmesini, subayın asıl görevlerini, savaşın subaydan istediği ruh ve ilmi güç ve niteliği temelde ikinci bölümü kapsıyordu. Hele subaya ruhi ve ilmi talimat veren Savaş Hizmetleri Tüzüğü’nün başındaki giriş bölümünü hiç okumamıştık. Bu kitaptan okuduğumuz ilk ders savaş düzenleri ve askerlerin bölümleri idi. Oysa bu girişin her bölümü başlı başına bir ders olabilecek genişlikte ve önemdeydi.”
CONKER, canını hiçe sayma ve fedakarlık duygusu ile ilgili olarak, Piyade Talimnamesi ve Süvari Talimnamesi’nin çeşitli bölümleri ile Topçu Talimnamesi’nde yazan ifadelere yer verdikten sonra, bu maddelerin gelişigüzel okunup geçilmemesini istiyor ve şöyle devam ediyor: “Kılıç kuşanan, forma taşıyan, subayım diye ortaya çıkan, hükümetin birçok harcamalarla donattığı, anaların 20–30 yaşlarındaki en işe yarar evlatlarını arkasına alarak namus, din ve devleti korumak üzere savaşa giden bizler, subaylar, maddeleri, her şeyden önce, bu maddeleri, çok, pek çok kere sürekli okumalıyız. Okumalıyız ki, savaşın bizden istediği görevin biçimi ve yapısını gerçek anlamıyla tanıyalım.”
CONKER subaylığı, canını ve öz varlığını vermeyi kesinlikle göze almış olmak şeklinde ifade ediyor ve şöyle devam ediyor: “Askerlik bizim geçimimizi sağlayan bir sanattır. Biz bu sanattaki görevlerimizi öteki sanat sahipleri gibi yalnız aklımızla değil, aklımızdan başka can ve başımızla da yapıyoruz. Gerekirse kanımızı da akıtırız. Subaylık, başarı kazanmak için korkusuz ve canını hiçe sayarak çekinmeksizin savaşabilmektir. Bizim vazifelerimiz arasında ölüm de vardır. Fakat görev yaparken, ölüm asla düşünülmeyecektir.”
Subaylığın diğer sanat ve görev sahipleri ile karşılaştırılamayacağını söyleyen yazar, subayların görevlerinin barışta ağır hava ve arazi şartlarında, savaşta ise ağır şartlarda ve düşman ateşi karşısında geçtiğini ifade etmektedir. Genç bir teğmenin görevi uğruna akıtacağı kanın, maaşının karşılığı olduğunu hiçbir akıl sahibinin kabul olamayacağını vurgulayan yazar dökülen kanla ilgili olarak şöyle devam etmektedir: “Bu kan para ile ölçülmek durumundan çok yüksek bir duygunun vatan ve milletin kullanılması gibi, kutsal bir duyguların yönlendirilmesi ve yardımıyla akıtılabilir. İşte bu fedakârlıktır.”
(2) İKİNCİ BÖLÜM: SUBAYLARIN, ERLERİN KALPLERİNİ VE GÜVENLERİNİ KAZANMALARI VE MORAL GÜÇLERİNİ DESTEKLEMELERİ
İkinci bölümde Nuri CONKER; subayların;
(a) Erleri kendi çocukları gibi görerek onları tanımaları lazım geldiğinden,
(b) Disiplinin ordunun temeli olduğundan,
(c) Her askerin amir ve üstlerinin isteklerine uygun iş yapmasının uygun olacağından,
(ç) Subayların erleri eğitirken anlayışlı olmaları gerektiğinden,
(d) Silahın yurdumuza gözünü diken düşmanın bertaraf edilmesinde en etkili araç olduğu için iyi öğretilmesi gerektiğinden,
(e) Birliklerde yapılacak törenlerin askerleri olumlu yönde motive edeceğinden,
(f) Birlik sancaklarının kutsallığından ve manevi değerinden bahsederek askerlerle kendilerini yöneten subayların birbirlerine çok yakın olmaları ve birbirlerini tanımalarının lüzumundan söz etmektedir.
Nuri CONKER ilk önce disiplinle ilgili olarak; “Askeri disiplin ordunun temeli ve başarının birinci şartı olduğundan, her halde tam bir sertlikle kurulmalı ve sürdürülmelidir. Barışta, çoğu zaman gayret göstererek kıtalarda sağlanamayıp yalnız görünüşte elde edinilmiş olan disiplin, savaşın tehlikeli anlarında ve beklenmeyen olaylar karşısında verimsiz ve faydasız kalır.” diyerek askerlik mesleğinde disiplinin önemini belirtmektedir. Ancak, “Üstler, astlarının, her durum ve anda koruyucusu ve gözeticisi, şefkatli ve elinden tutucusu, dayanacağı kişiler olmalıdır.” diyerek subayla er arasında sıkı ve yakın bir ilişkinin kurulması gerektiğini de vurgulamaktadır.
Bu kapsamda, erleri tanımanın özellikle bölük komutanları ile teğmenlerin görevi olduğunu, erlerin yemeğinden yatağına, ailesinden temizliğine, yani her tutumuna ve davranışına bakmak ve gerektiğinde öğüt vererek onu aydınlatmanın ve düzeltmenin subaylar tarafından yapılmasını istemektedir.
(3) ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TAARRUZ FİKRİ
Nuri CONKER bu bölüme; “Savaş demek taarruz demektir. Savaşın bir teknik ve askerlik sanatı olarak tanınması yalnız taarruz uygulaması ile olmuştur. Savaştan yarar ve sonuç almak da ancak taarruza yönelik hareket etmekle olur. Taarruz eden veya hiç olmazsa bu düşünceyi aklında tutarak fırsat çıkınca taarruza girişen daima kazanır. Savunma olumsuzdur. Bunun en büyük yararı olsa da kaybetmemek olur. Fakat bu da geçicidir. Savaşta gaye ise, düşmanı yok etmek ve çökertmektir ki bu da yalnız taarruz etmekle olur.” şeklinde bir giriş yaparak öncelikle taarruzun önemini vurgulanmıştır.
Savunmanın ise orduyu, düşmanın irade ve isteğine boyun eğmeye zorlayacağını ifade ederek, ordunun taarruz ordusu olması ve savunmanın savaş şekillerinden çıkartılarak ordunun bir savaş yöntemi olarak yalnız taarruzu tanıması gerektiğini yazmıştır.
“Ordunun her türlü çalışma ve hazırlığı, taarruz etmek hedef ve amacına yönelik olmalıdır.” diyen yazar, daha sonra tarihten bu konuda örnekler vermiş ve taarruz ruhuna ve eğitimine yönelik talimnamelerde geçen ifadeleri aktarmıştır.
Her muharebeye başlangıçtan itibaren kesinlikle taarruzla başlanması gerektiğini ifade eden yazar, mevziin güç ve dayanıklılığından yararlanmak veya yeterli kuvvetin henüz toplanamamış olmasından dolayı muharebeye savunma ile başlanılmak zorunda kalınsa bile sonucun taarruzla alınacağı düşüncesinin akıldan çıkarılmamasını istemiştir.
Bölümün sonunda ise, “taarruz fikri, hiçbir zaman subay ve komutanın düşünceleri, (harita çalışmaları dahil) dışında kalmamalıdır” diyerek konuyu sonlandırmıştır.
(4) DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: KENDİLİĞİNDEN İŞGÖRME VE SORUMLULUĞU YÜKLENME
Bir subayın kendi kendine iş görmeye istekli ve tutkun olmasını en büyük vasıf olarak niteleyen yazar, bu özelliğin subayı yücelten, üstün kılan, belirleyen güven ve iftihar kaynağı olduğunu ifade etmektedir.
“Ordunun esenliği ve mutluluğu, komuta heyetinin bu yüksek vasfa fazlasıyla sahip olmasına bağlıdır. Ordu, görevini yerine getirirken mutlak yukardan emir beklemeyen amirler, subay ve subaylar heyetinin varlığına muhtaçtır. Her rütbedeki komutanlarda amaca ulaşmak konusunda ne kadar kendiliklerinden iş görme, bağımsız karar verme, düşünme ve iş yapmak, işe girişmek kudret ve alışkanlığı ve yatkınlığı olursa, ordunun çevikliği ve uygulaması o kadar yüksek olur.” diyerek subayların inisiyatif sahibi olmasının ordu için ne kadar şart olduğunu vurgulamaktadır.
Çeşitli talimnamelerden, sorumluluğu üzerine almaktan çekinme, rütbe sahiplerinin kendiliklerinden tedbir almaya alışmış olmaları, kendiliğinden iş görme, sorumluluk sevgisi ile ilgili maddeleri de aktaran yazar, her komutanın işte bu kendiliğinden iş görme vasfını elde etmek zorunda olduğunu ifade etmektedir.
Bu bölümde ilgi çeken bir husus da, emir tekrarının sadece erlerden istenecek bir uygulama olmadığını, bir korgeneralin bile bir orgenerale karşı yerine getirmesi gerektiğini, bunun bir alışkanlık halini almasını ve amirin de herhalde verdiği emrin tekrarını istemesi gerektiğini ifade eden sözleridir.
İKİNCİ KİTAP: ZABİT VE KUMANDAN İLE HASBİHAL (M. KEMAL ATATÜRK)
İkinci kitapta, Mustafa Kemal ATATÜRK, Nuri CONKER’in “Zabit ve Kumandan” isimli kitabıyla sohbet etmekte ve cevabi düşüncelerini yazmaktadır. Altı bölümden oluşan “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal”, Ruşen Eşref ÜNAYDIN tarafından yazılan bir girişle başlamaktadır.
GİRİŞ:
ATATÜRK bu eseri ile o zamanki ordunun bütün eksikliklerini beş altı maddede toplayıp beş on satırda ortaya koymuş; bu eksiklikler giderilmezse böyle bir ordudan harp zamanı yurdu koruma vazifesi beklenemeyeceğini felaketten önce sezerek yüksek makamların kulağına haykıra haykıra ulaştırmıştır.
Kitapta, ordu kurmanın iyi subay yetiştirmeye bağlı olduğu inancı belirtilmiş; en iyi ve geniş Harbiye Mektebi öğretiminin bile asıl ordu mektebinde, iyi komutanların gözcülüğü ve yetiştiriciliği sayesinde sırf iş üzerindeki ciddi eğitim çalışmaları ile geliştirilebileceği bildirilmiştir.
Ruşen Eşref ÜNAYDIN’a göre bunları yapabilmek bir genç kolağası şöyle dursun, değme yüksek rütbeli ve makamlı yiğidin bile kârı değildir.
BİRİNCİ BÖLÜM:
ATATÜRK bu bölümde, Nuri CONKER’in kitabını geç okuduğunu, ancak çok hoşuna gittiğini, ordunun basiretsiz ve bilgisiz komutanların yönetiminde başarısız olabileceğini, subayların daima okuyarak kendilerini yenilemeleri gerektiğini yazmaktadır.
Nuri CONKER’in yazdıklarını düşündüğünü ve genelde kendisine hak vererek katıldığını belirten ATATÜRK, Harbiye Mektebi’nde verilen eğitimle ilgili olarak, hakiki feyiz verebilecek asıl mektebin kıt’alar olduğunu ifade etmekte ve “Harbiye Mektebi’nden alınan şehadetnameler, genç teğmenin Bölük Komutanı efendisinin terbiyesi dairesine kabule şayan olduğuna delâlet eder. Genç teğmen, san’atının asıl ruhunu intisap ettiği bölüğün efradı önünde, bölüğün babası olan yüzbaşısından ve daha büyük amirleri tarafından, iş üzerinde bulunaraktan öğrenecektir.” diyerek teğmenlerin yetiştirilmesinde Bölük Komutanlığının önemini vurgulamaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM:
Bu bölümde bir subayın taşıması gereken özveri, ölümü göze alma, emri altındakileri sevk ve idare edebilme, taarruz ruhu, inisiyatif (kendiliğinden hareket ve iş görme) özellikleri hakkında, Nuri CONKER’in görüşlerine katılan ATATÜRK, kendi düşüncelerini de çeşitli örneklerle destekleyerek açıklamıştır.
Nuri CONKER’in kitabında sorduğu, “Zabir nedir?” sorusuna yönelik Piyade Talimnamesindeki “Zabit, maiyetindeki efrad için numune-i imtisaldir.” cevabının ve CONKER’in bu konuda yazdıklarının bütün subaylar tarafından büyük bir dikkat ve ciddiyetle okunması gerektiğini belirten ATATÜRK, bir milletin evlatlarının önüne geçip onları ateşe sevk etmek hak ve salahiyetine ancak, CONKER’in bahsettiği metanet (dayanıklılık, sağlamlık) ve besalet (yiğitlik, yararlılık) bileşkesini bulmuş olan subayların sahip olabileceğini ifade etmiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
Bu bölümde ATATÜRK, Türk milletinin her ferdinin aileden itibaren ve askerliği müddetince kişinin ruhsal derinliklerine inilerek ulvi duygularla yetiştirilmesi lazım geldiği üzerinde durmaktadır.
Bir subayın, kendisine bağlı erlerin kalplerini ve güvenlerini kazanmaları gerektiğine, insanların ancak böyle yönetilebileceğine değinen Atatürk, konu ile ilgili olarak Musa, İsa ve Napolyon’dan da örnekler vermiştir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:
Ordunun vazifesinin, vatanı çiğnemek isteyen düşmana karşı ayağa kalkmak olduğunu ve bu kalkışın yerinde durmak için değil, düşmana atılmak için olursa kalkılmış olduğuna değeceğini ifade eden ATATÜRK bu bölümde, başarının en güvenilir aracının taarruz olduğunu, ancak taarruz ordusunu vücuda getirecek milletin taarruz ruhuna sahip olması gerektiğini vurgulamaktadır.
Konu ile ilgili olarak Japon komutanların taarruz ruhu ile ilgili ifadelerinden de örnekler verilmiştir.
BEŞİNCİ BÖLÜM:
Mustafa Kemal ATATÜRK bu bölümde de bir harekatın nadiren planlandığı şekliyle yürüyebileceğini, muhtemelen bir çok faktörün değişebileceğini, işte değişebilen bu durumlarda askerlerin kendi inisiyatiflerini kullanarak ve kimseden emir beklemeden karar vererek uygulamalarını salık vermektedir.
Subay, astsubay ve erlerin, bazen üstlerinden hiçbir emir alamadığı durumların olacağını, bu sebeple gerek komutanların ve gerek erlerin bizzat düşüncelerini işleterek kendiliğinden iş görebilecek yetenekte yetişmiş olduklarına kanaat edilmeden bir birliğin güvenilir bir kuvvet olarak tanımlanmasını gaflet ve felaket olarak nitelemektedir.
Bir kuvveti oluşturan insanların umumi hayatları, fikirleri, hareket serbestileri ezilmemiş, gürbüz, neşeli er ve subaylardan oluşuyorsa, böyle bir askeri birlikte biraz düşünce işleterek kendiliğinden iş görme kabiliyetinin fazlaca görüleceğini belirten ATATÜRK, konu ile ilgili olarak İtalyan muharebesinde Derne kuvvetlerine kumanda ettiği sürece bu gerçeği ispatlayan bir çok örnek gördüğünü ifade etmiş ve bunlardan bazılarına kitabında da yer vermiştir.
Tabii ki, inisiyatifin de sınırsız olmadığına ilişkin “Harpte büyük başarıların esaslarının en başı olan müstakil faaliyet, gereken haddi aşmamış olanıdır.” şeklindeki talimname ifadesine yer veren ATATÜRK, inisiyatifin haddini bilmeme mertebesine vardığı bir orduda herkesin kendi başına buyruk olacağını, amir ve maiyetin yok olacağını, onun için itaat ve inzibatın kurulamayacağını söylemiştir.
İnisiyatifin gerekliliği ve faydalarına ilişkin talimnamelerdeki maddelerin okunmasına ve bunların iyiliklerine ilişkin pek çok övgülerde bulunulmasına rağmen, kendiliğinden iş görmenin yayılmasına ve faydalı bir şekle sokarak özel bir vazife olarak tanınmasına ilişkin Osmanlı Ordusunda herhangi bir düşünce sarfedilmediğinin ve karara varılmadığının itiraf edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.
ALTINCI BÖLÜM:
Kitabın son bölümünde ise ATATÜRK hayatı hiçe sayma, taarruz düşüncesi ve kendiliğinden iş görme gibi askerliğin en önemli nitelikleri ile ilgili Derne kuvvetlerine emir komuta ederken tuttuğu notlardan ve gelen raporlardan alıntılar yaparak örnekler vermektedir.
Örneklerde kendilerinin ve arkadaşlarının yaralanmasına, hatlarının bozulmasına, toplarının nişangahlarının bozulmasına aldırış etmeden taarruza devam eden birlik komutanlarının raporları bulunmaktadır.
güzel özetlemişsin
YanıtlaSilresmen kitabı yazmışsın
YanıtlaSilne kadar kısa ya
YanıtlaSilhangi bölük
Sil