Turkey at the Straites, James T. Shotwell, Francis
Deak, The Macmillan Company, 1940, Newyork
Marmara Denizi’nde Bulunan Boğazların Tarihi Geçmişi Ve Türkiye’nin Egemenliğindeki Konumu İle İlgili Yazarların Anlatım ve Yorumları.
1940
yılında yayınlanan Turkey at the Straites (Boğazlardaki Türkiye) adlı kitapta
tarihçi yazarlar James T. SHOTWELL ve Francis DEAK tarafından boğazların tarihi
gelişimi ve Osmanlı ve Türkiye hakimiyetindeki durumunu incelenmiştir.
Kitap,
196 sayfa ve 14 bölümden oluşmaktadır. Boğazların eski ve ortaçağ dönemlerindeki
durumu, Rusların boğazlara inişi, Londra, Paris ve Berlin anlaşmaları, Birinci
Dünya Savaşı öncesi dönem, Birinci Dünya Savaşı dönemi, Sevr, Lozan ve Montrö
Anlaşmaları gibi bölümler mevcuttur.
Avrupa’yı
Asya’ya bağlayan Marmara Denizi üzerindeki Çanakkale ve İstanbul boğazları
asırlardır tarih sayfasında uluslararası
bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Boğazlardaki geçişin kontrolü
Karadeniz’i Akdeniz’e bağlaması sebebiyle jeopolitik bir önemi de beraberinde
getirmektedir. Ayrıca tarihteki vazgeçilmez mevkii nedeniyle İstanbul şehrinin de adını verdiği boğazdaki
ticari önemi ve liman şehri olması da boğazların birçok ülke tarafından arzu
edilmesine yol açmıştır.Tarihte sırasıyla Romalılar, Bizanslılar, Osmanlılar ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin hüküm sürdüğü boğazlar üzerinde özellikle denizcilikte
ileri olan Venedik, Ceneviz, Piza, Büyük Britanya ve Rusya gibi devletlerin de
emeli olmuştur.
İstanbul,
diğer deniz ticaret yolları kullanılmaya başlamadan önce Asya’dan Avrupa’ya
açılan ve adeta doğunun bir giriş kapısı konumunda bir şehirdi. Birçok ülke hem
Karadeniz üzerinden Rusya’nın engin topraklarına hem de Anadolu üzerinden
Ortadoğu ve Asya’ya yaptıkları ticarette İstanbul’u kullanıyordu. İstanbul
şehrine ve özellikle İstanbul boğazına hakim olan devlet de bu ticaretten en
büyük paya hiçbir şey yapmadan sahip olabiliyordu. İşte bu nedenle boğazlar
uluslar arası bir sorun haline gelmiş ve sürekli anlaşmazlıklara, anlaşmalara
ve kongrelere konu olmuştur.
Boğazlar
Türkler açısından da Avrupa’ya açılan bir kapı konumundaydı. Türk olan Selçuklu
devleti yapılan Haçlı seferlerinin temel
sebebiydi. 11’inci yüzyıl daki Moğol istilası Bizans devletinin Asya kıyılarına
hakim olma süresini biraz daha uzatmış oldu. Ancak 13’üncü yüzyıl sonlarında
Osman Bey’in Osmanlı İmparatorluğu’nu kurmasıyla yeni bir dönem başladı. Osmanlı
İmparatorluğu Bizans’ı yenerek Marmara Denizi’ne ulaşmıştı bile.
Osman
Bey’in oğlu Orhan Bey zamanında ise Marmara Denizi’nin güney sahillerinden
sonra sıra kuzey yani Avrupa sahillerine gelmiştir. Çanakkale Boğazı’ndaki
Gelibolu 1356’da Süleyman Bey tarafından alındı. Bu tarihten sonra yavaş yavaş
Çanakkale Boğazı’nın hem Avrupa hem de Asya kıyılarındaki tahkimatlar Osmanlı
topraklarına dahil olmaya başladı.1367 yılında Trakya’yı aşarak Edirne şehrini
imparatorluğun başkenti yaptılar. İstanbul ise, Osmanlı Devleti Çanakkale
Boğazı’ndaki limanları almasından itibaren bir asır geçmesine ve kaçınılmaz
talihine rağmen halen Bizans’ın toprağı olmaya devam ediyordu. Ancak Osmanlı baskılara
daha fazla dayanamayarak Ceneviz ve Venediklilerle Çanakkale Boğazı’ndan
serbest geçiş için anlaşmak zorunda kaldı. Çünkü hala deniz gücü fazla olan
ülke boğazlardan geçiş üstünlüğünü elinde tutuyordu. Osmanlı boğazlardan geçişi
elinde tutmak için ağır topların icad edilmesini beklemek zorunda kalacaktı.
Aslında
Çanakkale Boğazı, boğazlardaki kilit nokta değildi. İstanbul Boğazı Karadeniz’e
ulaşmak için daha da önemliydi. Bazı Avrupa devletleri Çanakkale Boğazı’nı
rahatlıkla geçse bile Karadeniz’e ulaşmak için Bizans’a muhtaçtı.Türkler
İstanbul’un fethinden bir yıl önce, daha evvel Anadolu yakasına kurdukları
Anadolu Hisarı’nın karşı kıyısına Rumeli Hisarı’nı kurdular. Bu sayede
boğazların kontrolünü biraz daha sağlamlaştırmayı hedefliyordu. Macar top
ustası tarafından dökülen toplar İkinci Mahmut tarafından bu kalelere
yerleştirildi. İstanbul böylece hem batı hem de doğudan kuşatılmış oluyordu.
Rumeli Hisarı’na yerleştirilen toplarla boğazın kontrolü sürekli hale
getiriliyordu. Osmanlı Devleti boğazlardan geçişi ücrete tabi tutmaya başladı.
Ücret ödemeden geçmeye kalkan gemilere Rumeli ve Anadolu Hisarları’ndaki toplarla
batırılıyordu. Ancak Karadeniz’deki kıyı hakimiyeti boğazlardaki kadar güçlü
olmayınca Osmanlı’nın hristiyan deniz ticaretini tamamen durdurmaya gücü
yetmiyordu. 1475’de Azak ve Kırım kaleleri de Osmanlı’ya geçince bu kontrol
tamamen sağlanmış oldu. Böylece Karadeniz tamamen bir Türk gölü halini aldı. Bu
durum 1774’de Rusların bölgede sahneye çıkışına kadar devam etti.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun 15 ve 16’ncı yüzyıllardaki yükselişi her ne kadar Avrupa ve
Amerika’daki tarih derslerinde yeteri kadar takdir edilmese de tarihteki en
önemli olaylardan biridir. Belki de Roma ve Arap imparatorluklarından sonra
tarihteki en büyük imparatorluk olan Osmanlı döneminde meydana gelen tarihi
olaylar arasında, sıradan bir öğrencinin bilgi sahibi olduğu Rönesans, Reform
ve din savaşları gibi önemli olaylar sayılabilir. Martin Luther’in isyan ettiği
dönemde Yavuz Sultan Selim (1512-1526) İranlıları yenerek imparatorluğunu
Suriye ve Mısır’a kadar genişletmişti. Daha sonra Abbasilerden halifeliği devraldı
ve islamın da temsilcisi oldu. Selim’in oğlu olan Kanuni Sultan Süleyman ise
Tuna vadisine gelerek 1521’de Belgrat’ı aldı. 1526’da ise Mohaç savaşında Macar
kralı II. Lui’yi mağlup etti. Böylece Osmanlı Balkanlara tamamen hakim olup Orta Avrupa’ya doğru ilerlemeye başladı.
1535’de Kanuni Sultan Süleyman ile Fransa kralı I. Francis arasında
Kapitülasyonlar adı verilen Fransızlara
Akdeniz’deki deniz ticaretinde ve Osmanlı topraklarında bazı ayrıcalıklar
tanıyan anlaşmalar imzalandı. Kapitülasyonlar 1740’da imzalanan bir anlaşmayla
sürekli bir hal aldı ve 1914’e kadar diğer yabancıları da kapsayacak şekilde
devam etti. 18’inci yüzyıl sonlarında neredeyse tüm Avrupa devletleri Osmanlı
topraklarındaki ticaret alanında kendi vatandaşları için ayrıcalıklar elde
etmiş bulunuyordu.
Burada
tüm kapitülasyonları saymak gerekmez ancak hepsinin ortak özelliği ise
Karadeniz’e geçilememesiydi. Hala İstanbul Boğazı geçişe kapalıydı. Yalnızca
1482 ve 1513’deki kapitülasyonlarda Venediklilerle
Osmanlı donanmasının yeniden inşası karşılığında sağlanacak olan
Karadeniz’deki birkaç ticari ayrıcalık
vardı. Ancak Venediklilerin denizcilikteki, Osmanlının ise genişlemesindeki
düşüş bu durumu ortadan kaldırdı ve Batı Karadeniz kıyıları yabancı gemilere
tekrar kapatıldı. Bu durum Rusya’nın 18’inci yüzyıl sonlarında kuzey
sahillerinde yer edinmesine ve Karadeniz’deki deniz ticaretinde yer edinmesine
kadar devam etti. Osmanlı Devleti bu konudaki sert politikasını batının onca
baskısına rağmen doğudan yani Rusya’dan gelen bir baskıyla değiştirmek zorunda
kalıyordu. Bu konudaki ilk belirgin sinyal 1699 Karlofça Anlaşması’yla
verilmişti. Artık Osmanlı’nın Karadeniz’deki tekeli Avusturya ve Rusya gibi iki
önemli güçle karşı karşıyaydı.
Rusya
hükümdarı Büyük Peter bir gövde gösterisiyle İstanbul’a bir elçi göndererek
Karadeniz’deki Rus ticaret gemilerine serbestiyet istedi.Ancak bu teklif
Osmanlı Devleti tarafından reddedildi. Bu konudaki anlaşmazlık sonucunda
Osmanlı-Rus savaşı çıktı ve Osmanlı Devleti bu savaşı kazandı. Savaş sonunda
Prut Anlaşması(1711) imzalandı.Bu anlaşma Osmanlı lehine olan durumu muhafaza
eden nitelikte bir anlaşmaydı. 1739’da Fransızların da desteğiyle Osmanlı ile
Ruslar arasında Belgrat Anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre Karadeniz’deki Azak
Kalesi yıkılıyor ve Rus gemilerinin Karadeniz’de bulunması yasaklanıyordu. Böylece
Ruslar Karadeniz’de biraz olsun dizginlenmişti.
Ancak
daha sonra Rusya’nın başına geçen Katarina ise durumu değiştirmek niyetindeydi.
Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki tahkimatı ve gemi inşası artış gösterdi. Ruslar
Avusturya ile bir ittifak kurarak Çanakkale Boğazını kapatıp Osmanlı’yı bölgeye
hapsetmek istediler. Ancak Avusturya’nın korkuları bu girişime tam olarak
başarı getirmedi. Ancak Ruslar Türklerin sert politikasını kırarak Karadeniz
sahillerine yerleşmiş oldu. Bu durum 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla daha da
perçinleniyordu. Böylece Rusların Avrupa’ya yaklaşmasının ilk adımı atılmış
oluyordu. Ancak bu sefer de diğer büyük Avrupa devletleri Rusya gibi güçlü bir
devletle uğraşmak zorunda kalıyordu. Çünkü bu durum dünya üzerindeki dengeleri
değiştiriyordu. Böylece boğazlar, bölgesel sorun olmaktan çıkıp tamamen uluslar arası bir sorun halini almaya
başlamış oldu.
Rusya’nın
boğazlar üzerindeki emelleri ticari olmaktan çok politikti. Bu nedenle Rus Çariçesi Katarina 1789’da Avusturya ile
ittifak ederek Osmanlı’ya tekrar savaş açtı, amacı ise İstanbul’u ele
geçirmekti. İngiltere, Hollanda ve Polonya bu duruma hemen itiraz ettiler. Bu
girişimin sonucunda ise kaybeden yine Osmanlı oldu ve başta Rusya olmak üzere
birçok devlet ticari ayrıcalıklar elde etti. Fransa ise bu tarihlerde ihtilalle
meşgul olduğu için duruma fazla ilgi gösteremedi.
19’uncu
yüzyıl başlarında ise Fransa’nın, eski dostu Osmanlı Devleti’nin toprağı olan
Mısır’ı işgaliyle durum değişti. İngiltere Hint yoluna açılan stratejik bir bölgeyi
kaybetmek istemiyordu. O döneme kadar hep Osmanlı’nın karşısında yer alan
Ruslar da boğazlara daha rahat yerleşebilmek için Osmanlı’ya destek olmayı
talep etti. İngilizler de Rusya ile aynı tarafta yer aldı. Böylece boğazlar üç
büyük devlet arasında bir sorunun parçası oldu. İlk kriz Fransızların geri
adımıyla sonuçlandı. Ancak daha sonra benzer bir olay yine Mısır’da yaşandı.
Mısır valisi Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etti ve Osmanlı Ruslar’dan yardım
zorunda kaldı. Bu durum tabii ki İngiliz ve Fransızları pek hoşnut etmedi.
Boğazlara tamamen yerleşmek hevesinde olan Ruslar, İstanbul’a Osmanlı’nın
müttefiki gibi de olsa ayak basmış bulunuyordu. İsyan bastırılsa bile Rusların
bu tutumu gelecekteki olayların da sinyallerini vermişti.
19’uncu
yüzyıl ortalarında imzalanan Londra ve Boğazlar sözleşmeleri(1840) Osmanlı
lehine olarak imzalansa da devamında
imzalanan sırasıyla Paris (1856), Londra(1871) ve Berlin (1878) anlaşmaları
durumu Rusya lehine değiştirmişti. Özellikle Osmanlı – Rus savaşından Osmanlı
yenilgiyle ayrıldıktan sonra imzalanan Berlin anlaşması Ruslara fazla söz hakkı
tanımış, boğazlardaki statükoyu savunan ve Rus egemenliğinin sıkıntı
yaratacağını bilen İngilitere bu anlaşma esnasında yalnız kalmış ve diğer büyük
devletlerin yeterince desteğini görememiştir.
Birinci
Dünya Savaşı başlangıcında ise tarafsız olan Osmanlı Devleti bir oldu bitti ile
Almanya saflarında yer almış ve topraklarının dört bir yanında yapılan savaşlar
sonucunda savaşı kaybederek işgale uğramıştır. Savaşın son yıllarına gelinirken
Rusya’da yaşanan Bolşevik ihtilali boğazlar üzerinde emeli olan Rusları bu
durumdan alıkoysa da başta İngilizler olmak üzere Fransızlar da boğazlardan
işgal yıllarında pay sahibi olmuştu. Sevr Anlaşmasının(1920) ağır şartlarında
ezilen Osmanlı Devleti, Boğazları ve İstanbul’u İngilizlere bırakmak zorunda
kalıyordu.
Bu
yıllarda Osmanlı Devleti de tarihe karışıyor ve Türkiye Cumhuriyeti kuruluyordu(1923).
Birçok devletle aynı anda savaşarak elde edilen Mustafa Kemal Atatürk
önderliğindeki bağımsızlık savaşı sonunda imzalanan Lozan Anlaşması ile
Boğazlar ortak bir komisyon tarafından yönetiliyor ve askersizleştiriliyordu. Türkiye’nin pek
benimsemediği şekilde sonuçlanan ve Türkiye açısından bazı kısıtlamalar içeren
Lozan sonundaki durum fazla uzun sürmedi.1936 yılında uluslararası bir anlaşma
olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Bu sözleşmeden avantajlı olarak
çıkan ülkeler ise bölgeye kıyısı olan başta Türkiye olmak üzere Rusya idi.
Anlaşmada Türkiye’nin savaşan ve tarafsız ülke olma durumuna göre savaş ve barış
durumlarındaki geçişler düzenleniyordu. Burada göze çarpan en önemli husus ise,
Türkiye savaşan veya kendisini savaş tehditi altında hisseden ülke olduğunda
tamamen serbest şekilde boğazlardaki geçişe hükmediyordu. Sözleşmede Rusya
lehine ise Ege Denizi’ne geçiş ve diğer
ülke savaş gemilerinin Karadeniz’e geçişinde tonaj limiti getirilmesi gibi bazı
önemli avantajlar sağlanıyordu.
İkinci
Dünya Savaşından önce Fransa, İngiltere ve Türkiye arasında imzalanan pakt da
Rus tehditinden çekinen Türkiye’ye bir destek ve ittiak niteliğindeydi.
Boğazlardaki mevcut rejim korunmak
istenmişti. Herhangi bir Rus veya Alman saldırısında ise İngiltere ve Fransa
Türkiye’yi koruyacak ve derhal karşılık verecekti.
Yazara
göre İkinci Dünya Savaşı’nda kilit nokta olan Balkanlara komşu ve özellikle
boğazlara hakim olan Türkiye’nin tavrının savaşın gidişatını etkileyeceği
muhakkaktır. Bu nedenle günümüzde ve gelecekte Türkiye ve boğazların dünya
politikasında çok önemli bir yere sahip olması kaçınılmazdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder