MİT’in Gizli Tarihi, Tuncay Özkan, Alfa
Yayınevi, 2003, İstanbul
Türk İstihbarat Teşkilatları ve Milli İstihbarat Teşkilatının tarihi.
(1) Giriş
Türkler tarihleri boyunca
gizli servis faaliyetlerinin etkilerine daima açık olan bir devlet ve idari
yapı sürdürmüşlerdir. Bizans, İran ve diğer uluslarla ilişkilerde Türklerin gizli
servisleri yâda casuslarının çokça başarılı olamadıkları görülmektedir.
Türklerin "Çaşıt" (Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre; casus, ara bozmak
amacıyla söz taşıyan kimse) diye ilk
zamanlar adlandırdıkları, daha sonra devşirmeler arasından yetiştirdikleri ve
"Martolos" adını verdikleri casusları vardır. Ancak karşı casusluk
veya casusluğu çözecek bir organizasyonları yoktur. Zaten devletin yönetiminin
büyük bir bölümü Türk olmayan ve devşirme olarak adlandırılan gayrı müslimlerin
elindedir. Bunların devletin üst kademelerine gelişleri gibi, casusluk
faaliyetlerinin kontrolü de hemen hemen imkânsız olmuştur. Örneğin Türkler
tarihleri boyunca Çinlilerin casusluk faaliyetlerine karşı koymaya çalışmışlar,
bunda başarılı olamamışlardır. Bunlardan Topalar ve Gök Türkler, Çinli
hanedanlarca görevlendirilen casusların yarattığı toplumsal kargaşa ve kültür
empozesine dayanamayarak önce bölünmüş, sonra da yok olmuşlardır.
Aslında, bir ülkenin
istihbarat faaliyetlerine
bakışına dair en önemli ipucunun istihbarat kelimesinin
etimolojisi vermektedir. Arapça kökenli bir kelime olan istihbarat kelimesi,
‘yeni öğrenilen haber ve bilgi’ anlamına gelmektedir ve ‘haber ve bilgi alma’
anlamına gelen istihbar kelimesinden türemiştir. Bu kelime içinde yine Arapça
kökenli olan haber kelimesi temel oluşturmaktadır. Örneğin haber kelimesinden
türemiş, ihbar, muhbir, muhaberat, bihaber gibi sözcükler bulunmaktadır. Burada
ihbar kelimesi ‘ele verme’, muhbir kelimesi de ’ihbarcı’ gibi, toplumsal alanda
olumsuz çağrışımlar barındıran sözcüklerdir. Bu etimolojik yapının da işaret
ettiği üzere, istihbarat kelimesi Türk halkı tarafından saygınlıkla
karşılanmamıştır.
Öte yandan, İngilizce
konuşan Anglosakson toplumlarda, istihbarat kelimesinin karşılığı ‘”intelligence’
kelimesidir. Bu kelime, ‘zeka’, ‘akıl’, ‘bilgi’ gibi anlamlara gelmektedir.
Rusya ve diğer bazı Slav kökenli ülkelerde ‘güvenlik’ kelimesi istihbarat
faaliyetlerinde kilit kelimedir. Bu tercihte hep, dış tehlike veya tehdit
psikolojisi etkili olmuştur.
İnsanoğlu
‘gizli’ yi öğrenmenin yollarını aramış ve aramaktadır. Bu nedenle, ‘gizli’ nin
bilinmesi için dünyanın en eski mesleklerinden birisi oluşturulmuştur;
istihbarat ve haber alma faaliyeti. Yaygın olarak adına ‘casusluk’ denilen
‘gizliyi öğrenme çalışmaları’ önceleri başıboş ve bireyseldi; iktidar sahibin yada
iktidarı sahiplenmek isteyenlerin muhbirleri, casusları aracılığıyla
yürütülürdü. Kapitalizmin gelişmesi ve ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla
oluşan yani devlet yapıları, bireyci istihbarat anlayışını devlete çevirmiştir.
Çağdaş anlamada kurumsal istihbarat çalışmaların ilk örneklerine 1530’lu
yıllarda İngilizlerin Kraliyet Gizli servisini kurmalarıyla rastlanmakta,
tarihsel süreçte gizli servisler büyüyüp etkin rol almaya başlamışlardır.
(2) Birinci Bölüm: İlk Modern Gizli
Servis ‘Teşkilat-ı Mahsusa’
Osmanlı, Avrupa'da gelişen gizli servis
ağının ve bunun savaşlar ile ticaretteki etkisinin farkında dahi olmadan
yaşamış, bütün bunların dışında kalmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak
ülkesini casusların açık pazarı haline dönüştürmüştür. Osmanlı Devleti, batılı
mutlak monarşiler gibi homojen bir ulusa ve gelişen bir pazara dayanan merkeziyetçi
devlet değildir. Bu yüzden Osmanlılar 19. yüzyıl ortalarına kadar gizli bir
haber alma örgütüne sahip olamamışlar ve klasik muhbirliklerle yetinmişlerdir.
Osmanlılar, istihbarat servisine en güçlü olduğu 16 yüzyıl da bile gerek
duymamışlardır. Ekonomilerini de hep başka ülkelerin mal hareketlerine ve
yönlendirmelerine açık tuttukları için, ekonomik casuslukla da hiç alakaları olmamıştır.
Ancak Osmanlılarda ve onlardan önce de diğer Türk boylarındaki yazılı
kaynaklarda, yöneticilerin sürekli
olarak casusluk faaliyetlerine karşı uyarıldıklarını görülmektedir. Türkler
tehlikeyi görmüş, ama önlemini alamamışlardır.
Türk
tarihinde, çağdaş anlamdaki istihbarat çalışmalarına en fazla önemi veren
yönetim, İttihat ve Terakki olmuştur.
Amaç dağılan, kum gibi parmakların arasından akıp giden Osmanlı toprağına ve
devletine sahip çıkabilmektir. Bu konudaki ilk harcı İttihat ve Terakki'nin üç
paşasından Enver, Cemal ve Talat Paşalardan, Enver Paşa atmıştır. 22 Kasım 1881
de İstanbul'da doğan ve 1922 de Türkistan'da Sovyet Kızıl ordusu’na karşı
savaşarak ölen Enver Paşa, yaşamı boyunca örgütçü kimliğini hep korumuştur. Her
bulunduğu yerde kendisini de içine alan
bir örgütlenmenin önderi olmuştur. İşte
bu örgütlerden biri bugünkü Türk istihbarat örgütü MİT'in de köklerinin
bulunduğu "Teşkilat-ı Mahsusa"dır. Ve bu örgüt ulusal bir kimlik
taşır. Ülkenin dinamik unsurlarının birleşmesiyle ortaya çıkar. Teşkilat-ı
Mahsusa'nın doğuş günleri tıpkı diğer ulusların ağır bunalımlı dönemlerinde
ortaya çıkan, düşmana karşı direniş örgütlerinin yapılanmalarını
anımsatmaktadır.
Teşkilat-ı
Mahsusa ilk olarak 1909'
larda şekillenmiştir. Çekirdek anlamdaki Teşkilat-ı Mahsusa 1911' de Bingazi'de Enver
Paşa komutasında bağımsız birliklerle İtalyanlara karşı başarı göstermiştir.
Önceleri Enver Paşa’nın, sonra İttihat ve Terakki'nin, daha sonra da son
Osmanlı yönetiminin devlet istihbarat servisi olarak çalışan Teşkilat-ı
Mahsusa, 1919'dan sonra başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bugüne uzanan yolda, adlar değiştirerek günümüz
Türk istihbarat geleneğinin temelini atmıştır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın
faaliyetleri arasında 1913 yılında Gümülcine’de Süleyman Askeri "BATI
TRAKYA MUHTAR TÜRK CUMHURİYETİ' nin ve Batı Trakya Muvaffak İslam Hükümeti
" adı altında bir hükümetin kurulmasını sağlamak da bulunmaktadır. Türk
tarihinde bilinen en eski ve şu an için ilk Cumhuriyet bu olmuştur. Bu hükümet
25 Ekim 1913’e kadar yaşayacaktır.
Teşkilatın
organizasyonu altında, üyeleri arasında, bir süre görev alan önemli bir ad da
Mustafa Kemal'dir. Teşkilat hakkında geniş bir araştırmayı bu konudaki en
önemli kaynak olan Eşref Kuşçubaşı'nın anlatımları ve belge destekleriyle
gerçekleştiren Phillip H. Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa adlı Princeton
Üniversitesi'ne sunduğu doktora tezinde bu konuyu gündeme getirmektedir.
Atatürk de Balkanlardaki mücadeleler ve 31 Mart vakasının ardından,
topraklarını savunmak gereğini duyan pek çok gönüllü subay gibi teşkilatın
organizesi altına girmiştir. Mustafa Kemal Ekim 1905'de Şam’da gizli olarak
Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurmuştur. Daha sonra bu küçük ve etkisiz
cemiyetler birleşerek İttihat ve Terakki çatısında toplanmıştır. Mustafa Kemal
İttihat ve Terakki'ye 29 Ekim 1907 de üye olmuştur. Bu üyeliğin ardından
İttihat ve Terakki kendisini 1908’de Avusturya-Macaristan hükümetinin Bosna
Hersek sınırına yaptığı yığınak ile ilgili bilgi toplamak için gizlice ve
askeri istihbarat amaçlı olarak Kasım ayında Bosna'ya göndermiştir. Mustafa
Kemal bu görevi yerine getirirken ilk kez çıktığı yurtdışı görevinde Taşlıca'da
35. Tugay Komutanı olan Binbaşı Fevzi Çakmak ( Daha sonra Mareşal Fevzi Çakmak
) ile de tanışır ve ondan çokça bilgi toplar. Dönüşte gayrı resmi gizli
raporunu veren Mustafa Kemal'e göre yığınak, Sırplara karşı yapılmaktadır. Daha
sonra diğer gönüllü subaylarla birlikte Mustafa Kemal de Trablusgarp cephesinde
Teşkilat-ı Mahsusa ile hareket etmiştir. Mustafa Kemal'e Trablusgarp'a ilk
gidiş görevini veren İttihat ve Terakki Cemiyeti'dir.
(3)İkinci Bölüm: Karakol Örgütü
Teşkilat-ı Mahsusa’nın İngilizler
tarafından kapatılmasından sonra yeni bir örgüt kurulması ihtiyacı doğmuştur.
Galatalı Şevket Bey’in başkanlığında kurulan örgütün adı Baha Sait Bey'in
isteği üzerine Kara Vasıf Bey ile Kara Kemal Bey'lerin adlarından esinlenilerek
KARAKOL olarak belirlenir. Örgüt öncelikle İttihatçılara ve Teşkilat-ı
Mahsusa'cılara karşı girişilen saldırılara karşı koyacaktır. Ancak daha sonra
bu yapılanma giderek genişler. Bireysel savunmanın yerini Anadolu'nun düşmandan
kurtarılması için genel bir karşı koyuş alır. Burada örgüt, Karadeniz kıyıları,
Ege ve Doğu Anadolu'da güçlü bir şekilde örgütlenir.
1919
yılında Mustafa Kemal daha Samsun'a çıkmadan önce Fethi Bey (Okyar)
aracılığıyla bir gizli örgütün kuruluş çalışmalarından haberdar edilmiştir.
Ancak bunun adının Karakol olduğu söylenmemiştir. Örgüt, çalışmalarında Mustafa Kemal'in
yanında yer aldığını belirtmekle birlikte, gizliden bir başka düşünceyi de
geliştirmeye çalışmaktadır. Bunda yurtdışında bulunan İttihat ve Terakki
önderlerinin direktiflerinin etkili olduğu muhakkaktır. Bu amaç, Mustafa Kemal hareketinin İttihat ve
Terakki uzantısı olduğu havasını yaymak, hatta ikna edilmesi durumunda Mustafa
Kemal'i bu çizgiye çekebilmektir. Daha sonra örgütün İttihatçılık
propagandalarına karşı önlemler alan, örgütü kendi direktifleri doğrultusunda
çalıştırmaya özen gösteren Mustafa Kemal, bunda tam anlamıyla bir başarı sağlayamamıştır.
Ancak örgütün geniş istihbarat ağından ve İstanbul'daki etkinliğinden son
noktasına kadar yararlanmıştır.
Karakol
örgütü milli mücadele sırasında Anadolu hareketinin lider kadrosunu
İstanbul’dan kaçırır. Ankara hükümetinin bel kemiğini oluşturacak Fevzi Çakmak,
Kazım Orbay, Saffet Arıkan, Kazım Özalp gibi kumandanları Karakolcular,
Anadolu' ya başarıyla geçirmiştir. Karakol örgütü 1919 ile 1921 arasında tam
iki bin subayı Anadolu' ya kaçırmayı başarmıştır. Örgütün parolası daha sonra
Kurtuluş Savaşı'nın sloganı haline gelen "Ya istiklal ya ölüm" dür.
Örgüt yapısal olarak: Basın, propaganda, casusluk olarak üç bölüme ayrılmıştır.
Basın ile ilişkilere büyük önem verilir. Çünkü İngilizler başta olmak üzere
Ankara hareketine karşı çıkan herkes basın yoluyla halkı etkilemeye çabalar ve
başarılı olur. İlerleyen yıllarda Karakol Örgütünün İttihatçı yapısı Mustafa
Kemal’i rahatsız eder ve Hazma ve Mim Mim adlı yeni teşkilatların kurulması
sağlanır.
(4)Üçüncü Bölüm: Askeri Polis
Teşkilatı
Örgütler arasındaki dağınıklık ve
istenilen şeylerin tam olarak yapılamaması, Ankara hükümetini tedirgin
etmektedir. Bu örgütler arasında tam anlamıyla benimseyebilecekleri bir tanesi
yoktur. Düşman istihbarat birimleri Anadolu’da her türlü yalanı, parayı ve gücü
kullanarak halkı Ankara hükümetine karşı kışkırtmaya çabalarken bir gizli
servisin yokluğu büyük açık yaratmaktadır. Bu sırada ordunun içine de sızan
ajanlar propagandalarıyla savaş gücünün ortadan kaldırılması için yoğun çaba
göstermektedir. Kurulacak yeni bir teşkilat ile casusların faaliyetlerinin
izlenmesi, bunların etkisiz kılınmasının sağlanması ve propagandalarına karşı
durulması amaçlanmaktadır. Milli
Mücadele aleyhine çalışan Türk ve azınlıklar saptanacaktır. Ayrıca düşman
bölgeleri hakkında casuslar aracılığıyla bilgi toplanacaktır. Diğer örgütlerden
gelen istihbaratların Genelkurmayca da yeterli bulunmaması da bu teşkilatın
oluşturulmasında etkendir. Güçlü bir istihbarat örgütünün varlığına duyulan
ihtiyaç her kesimde dile getirilmektedir. Kuvayı Milliye Hareketi bu istihbarat
açığını kapatmak ve gelen istekleri karşılayacak bir örgüt oluşturulması için
çalışmalara başlanır. Bunların sonucunda askeri ağırlıklı bir örgüt kurulur.
Resmi yazışmalarda oluşturulan örgüt (P) teşkilatı diye adlandırılır. Bu
teşkilat tamamen asker üyelerden oluşur. Askeri Polis Teşkilatı yaptığı iyi
çalışmaların yanı sıra içine girdiği, hem de kısa zamanda girdiği yetki aşımı,
lakaytlık, görev bilinçsizliği ve gizliliğe riayet etmeme nedenleri gerekçe
gösterilerek kurucusu bulunan Erkânı Harbiye Umumiyeti Riyaseti yani
Genelkurmay Başkanlığı tarafından Fevzi Çakmak Paşa'nın imzaladığı karar ile
kaldırılmış sayıldı. Bunda en önemli etken ülkenin kaderini elinde bulunduran
TBMM'nin gösterdiği karşı tepki olmuştur.
Meclisin gizli servisin çalışmalarına karşı getirdiği eleştiriler haklı
ve yerinde görülmüştür, bu mekanizma bugün ne yazık ki işletilememektedir.
(5) Dördüncü Bölüm: Milli Amele
Hizmet (MAH) veya Milli Emniyet Hizmetleri (MEH)
1922 ile 1926 yılları arasında istihbarat
çalışmalarını aktif olarak Genelkurmay İstihbarat Dairesi yürütmüştür. Bu
çalışmalar sırasında diğer gruplar da onlara yardımcı olur. Bu dönemde
özellikle Kafkaslar ve diğer kaybedilmiş topraklarda Teşkilat-ı Mahsusa' nın
oluşturduğu birimler faaliyetlerini sürdürdüler. Bunlar Almanya ve Sovyetler
arasında gidip gelen Enver, Talat ve Cemal Paşalardan emirler aldılar.
Buralarda Kızılorduya karşı önemli sabotaj ve direniş örgütlenmeleri
gerçekleştirdiler. Bu nedenle her üç paşa da Kızılordu ve Ermenilerce
öldürülmüştür.
Savaş
sonrası günlerde de Türkiye istihbarat örgütlerinin çok yaygın faaliyetlerinin
gözlendiği bir ülkedir. Almanlar, İngilizler, Fransızlar, Sovyetler,
Amerikalılar istihbarat çalışmalarında Türkiye'yi üs olarak kullanmışlardır. Almanlar
ile İngilizler o dönemde Türkiye'de en iyi istihbarat ağına sahip iki ülkedir.
Ancak onlarla karşı karşıya gelecek bir Türk istihbaratı yoktur. Ordu
istihbaratı savaş sırasında bu görevi üstlenmiş, ancak sonrasında ne olanakları
ne de elemanları açısından yeterlilik gösteremez duruma gelmiştir. İşte bu günlerde kendisini iyiden iyiye
hissettirmeye başlayan bir istihbarat teşkilatının boşluğunu doldurmak üzere hükümet
yeni kararlar alır. Mustafa Kemal yeni ve güçlü bir istihbarat teşkilatı
istemektedir. Bunun için dünyanın saygın istihbaratçılarından Albay Walter
Nikolai ile temasa geçilir. Nikolai Alman gizli servisini genişleten, gizli
polis teşkilatını kuran kişidir. Nikolai Türkiye için hazırladığı istihbarat
planlarıyla birlikte 1926 yılının Ekim ayında gizlice Türkiye'ye gelir.
İstanbul'da Yıldız Sarayında özel olarak seçilmiş Türk istihbaratçılarına bir
dizi konferanslar veren Nikolai, bu konferanslara katılanlardan oluşan bir
çekirdek kadro ile 1926 Aralık ayında Ankara'ya getirilir. Hacıbayram yakınında
Keskin sokakta kiralanan bir binada Nikolai'nin başkanlığında toplanan ve
çalışmalarına başlayan bu ekip, Türk istihbarat biriminin yönetici kadrosunu
oluşturur. İlk MAH Başkanı Albay Ali Şükrü Ögel olur.
1926–1927
yılları arasında oluşan yeni teşkilat 1965'e kadar uzanan zaman diliminde çok
önemli çalışmalar yapmış, büyük tartışmaların odağında yer almıştır. Nikolai
tarafından bir başkan, 13 yönetici personel ve dört şube şeklinde örgütlenen
MAH'ın örgüt şeması, Başkan ve altında sıralanan şubelerden oluşmaktadır. Bu şubeler:
a) İstihbarat ( Espiyonaj )
b) Müdafaa ( Karşı espiyonaj )
c) Propaganda
d) Teknik işler
Teşkilatın A şubesi milli savunma kadrosundan
askerlerce, B şubesi Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı
personelinden, C şubesi Dışişleri Bakanlığı personelinden, D şubesi ise asker
ve sivil kişilerden karşılanmıştır. C şubesi sonradan kapatılmıştır.
27
Mayıs 1960 MAH içinde bir dönüm noktasıdır. Askerler yönetime gelir gelmez
yaptıkları incelemelerde darbenin yıllar öncesinden bilindiğine dair belgeleri
görürler. MAH kadrolarına karşı askerler büyük bir operasyon başlatırlar.
Teşkilatın yüzde 90'a varan kısmı tasfiye edilir.
1965
yılında hazırlanan yeni bir istihbarat örgütü yasası Meclise sevk edilir. Bu
yıllardır yeraltında bulunan, kuralları ve çalışması gizli olan bir devlet
örgütünün yerüstüne çıkarılmasıdır. İnönü karma hükümetinin Meclise sevk ettiği
yasa MAH'ı MİT'e dönüştürmektedir. Bu sadece bir ad değişimi demek değildir.
Yeni hazırlanan Anayasa'ya da uygunluk yaratılmaktadır. Yani yasallık
getirilmektedir. Türk gizli servisi var kılınmakta, adı konmaktadır. Pek çok
yabancı araştırmacı bu dönemde Türk gizli servisinin adını bilemedikleri için
"Emniyet" diyerek, Türkiye'de polis örgütüne karşılık gelen bu kurumu
gizli servis saymaktadır. Bu da doğaldır. Çünkü MAH'ın kadrosu ve yasal hiç bir
düzenlemesi yoktur. Milli Emniyet Hizmetleri olarak adlandırılan gizli servis
çalışmaları, Milli İstihbarat Teşkilatı bünyesinde yürütülecektir.
(6)Beşinci Bölüm: Milli İstihbarat
Teşkilatı (MİT)
MAH, yani gizli servis, 6 Temmuz 1965
tarihinde çıkartılan 644 sayılı yasa ile artık yeraltı örgütü olmaktan çıkıp,
bir haber alma teşkilatı haline dönüşür. Yasal düzenleme istihbarat
çalışmalarına çok şey kazandırmıştır. Yasa, İçişleri Bakanlığı 2 numaralı
cetvelinde Emniyet Müfettişi veya uzmanı kadrosunda bulunan bütün MAH
elemanlarını, MİT bünyesine geçirdiği gibi, Türkiye'de bu alandaki ilk örneği
de oluşturur. MİT'in bugünkü ana yapısını ortaya koyan düzenleme, bu yasaya ve
1983 yılında gerçekleştirilen düzenlemeye dayanılarak yapılmıştır. MİT
Müsteşarlığı Makamı da bu yasayla ilk kez oluşturulmuştur. Yasaya göre MİT
Müsteşarı, Milli Güvenlik Kurulu'nun görüşü, Başbakanın oluru,
Cumhurbaşkanı'nın onaması ile göreve getirilir. MİT personeli diye, teşkilatta
çalışan ve yasalarla belirlenen sınırlar içinde yazılı ödevleri yerine getiren kimselere
denir. Yasanın bütününe göre MİT’in görevi özetle:
"Devletin milli güvenlik politikası ile ilgili planların hazırlanmasında
esas olacak askeri, siyasi, ticari, iktisadi, mali, sınai, ilmi, teknik,
biyografik, psikolojik ve milli güvenlikle ilgili istihbaratı devlet çapında
toplamak Başbakana, Milli Güvenlik Kurulu’na ve gerekli resmi makamlara
ulaştırmak, yaymak, istihbarat ile uğraşan bütün daire ve kurumlar arasında
koordinasyon sağlamak, psikolojik savunma icaplarını yapmak ve istihbarata
karşı koymak" olarak belirlenmiştir.
Ama
bunlara karşın gerekli yapının sağlıklı ve güvenilir bir şekilde
oluşturulmasına olanak da yaratılmamıştır. Bütçesi düşmüş ve siyasi beklentisi
bol bir kuruluş haline dönüştürülen MİT, bunun acısını çokça çekmiştir. MİT
istihbarat için yaşamsal önemdeki ve olmazsa olmaz kurallardan biri olan
istihbaratın koordinasyonunda dahi, diğer kuruluşlara söz geçirememiştir.
Yasa'da devlet düzeyinde iç istihbarat uygulamaları da kendisine bırakılmasına
karşın MİT, bu alanda hep tartışmaların göbeğinde bulunmuş ve ve diğer
kuruluşların istihbarat birimlerinin ateşi altında kalmıştır. İç istihbarat konusunda
MİT'in düzenlediği raporların yarattığı fırtınalar sonunda hep MİT zararlı
çıkmıştır. Çünkü bu alan rant ve çıkar açısından karanlık odakların politika ve
bürokrasiyle kol kola gezdiği yollardır. Bunlara MİT'in gücü hiç bir zaman
yetmemiştir. Örneğin kamuoyuna "MİT raporu skandalı " olarak yansıyan
olay buna en iyi örnektir. 1987 yılında siyasi baskıların da yazılmasında
etkili olduğu raporun içinde yer alan adlar ve ithaf edilen suçlamalar o denli
büyüktür ki, sistem kendini korumak için MİT’i kurban vermiştir. Rapordaki
suçlamalar ve suçlananlar hakkında bir işlem yapılmamıştır. MİT'ten halk
korkmakta ama bürokrasi bunun tam tersine bir tutum izleyerek yasal
zorunlulukları açısından vermesi gereken bilgileri dahi MİT'e sağlıklı ve
düzenli bir şekilde iletmemektedir. Yasasında kendisine verilen yetkiler
karşılaşılan bu iç direnç nedeniyle MİT' çe kullanılamamaktadır.
Ancak
istihbarat konusunda sadece MİT veya asker değil Türk insanı ve oluşturduğu
kurumlarında da büyük bilgisizlikler ve başıboşluklar yaşanıyor. Örneğin bir
Ortadoğu kökenli öğrenci doktora veya master çalışmasını gerekçe göstererek
Türkiye'nin su veya diğer enerji rezervlerinin yerleri ile buralara ilişkin en
ince ayrıntılara kadar bilgi toplayabiliyor. Ama bu kişinin kimliğine ilişkin
bilgiler, bunları veren kuruluşta yer almıyor. Bir yardımsever memur
Türkiye'nin teknik yapısına ilişkin bilgileri bir kalemde karşı tarafa iyi
niyetli ama bilgisizce aktarabiliyor. Çünkü bu konuda gizlilik masalı eğitimsizliği
ve bilgisizliği beraberinde getirdiği gibi, bunları örten de bir perde oluyor.
Bu yüzden kifayetsiz ama muhteris yöneticiler yurtdışında yayınlanan
gazetelerden alarak Türkiye'ye gönderdikleri haber metinlerinin üzerine kırmızı
k "Çok Gizli" damgaları basabilmektedirler.
Siyasi
çekişmeler yıllar yılı MİT'i en çok yaralayan etkenler arasında bulunmaktadır.
Örneğin darbeleri öyle veya böyle Süleyman Demirel'e her seferinde öncesinden
haber veren MİT, sonuçta hep Demirel tarafından " MİT Afrika'daki
kabilelerin içinde ne olup bittiğini bildirir ama darbeleri haber vermez"
denilerek eleştirilmiştir. Oysa MİT'in yurdışı istihbarat açısından öyle
Afrika'daki bilgilere ulaşması çok kolay bir olgu değildir. Çünkü bu bir
parasal ve eğitimsel sorundur. MİT açısından son yıllardaki atağı dışında ne
para ne de eğitim olanakları yurtdışı haber toplamada elverişlidir. MİT dış
istihbarat açısından batılı müttefiklerine bağımlı bulunmaktadır
Türkiye
demokratikleşemediği, kurumsallaşamadığı, kaynaklarını doğru dürüst kullanıp
ekonomik açıdan büyüyemediği için hiç bir şey yapamamaktadır. Siyaseti ise
siyasetçisinin ilkesiz yapısı, korkaklığı yüzünden ülkeyi yönetecek büyüklüğe
ulaşmamaktadır. Türkiye; işadamı, bürokrat üçgeninde oluşan güç merkezlerinin
çekiminde üretmeye çalıştığı politikalarla aradığı siyasi istikrarı bulmak bir
yana, elindekilerden de olmaktadır.
Bunun istihbarata uzantısında ise kurumlaşamayan, üretemeyen, pısırık ya
da istihbarat ile ilgisi olmayan sivil örgütlenmelerden uzak, askeri oluşumlar
ortaya çıkmaktadır. İstihbarat siyasi güç ile doğrudan ilgili bir yapılanmadır.
MİT'in
nitelikli ajandan daha çok, uzun yıllar sıkıntısını çektiği en önemli yönetsel
sorun, nitelikli ve istihbarat olayını kavrayabilmiş yönetici problemidir. Bu
uzun yıllar asker gölgesinde ast-üst, terfi-tayin ikilemi arasında bir türlü
çözümlenememiştir. Bu açmaz 1994 yılından sonra kırılmıştır. Teşkilat şemasında
1995'e kadar ki yapılanma şu şekilde oluşmuştur. Müsteşar en tepededir.
Yetkileri mutlak ve tartışmasızdır. İç hizmet yönetmeliği her konuda onu en
etkin kişi kılmıştır. MİT'in sorumlu olduğu kişiler ve makamlar ise
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ile Milli Güvenlik Kurulu ve Genel
Sekreteridir. Onun altında ise ona karşı sorumlu bulunan isteğe uygun olarak
doldurulan ve sayısı belirlenen Müsteşar Yardımcılıkları bulunmaktadır.
Bunların altında ise İç İstihbarat, Dış İstihbarat, ETİ olarak adlandırılan Elektronik İstihbarat
- Bilgi İşlem- Dokümantasyon, Psikolojik İstihbarat, İdari İşler olarak
adlandırılan diğer birimlerdeki Genel Müdürlük statüsündeki Başkanlıklar ile
yine aynı konumda bulunan Bölge Başkanları bulunmaktadır. Bunların dışında ise
Ekonomik İstihbarat Başkanlığı gibi ihtiyaca göre şekillenen ve yapıları ile
sayıları belirlenen Daire ve Şube Müdürlükleri oluşturulmuştur. MİT yasasıyla
bir de Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu çalışmaya başlamıştır. MİT Müsteşarı’nın
Başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri veya Yardımcısı, MAH
Dairesi Başkanı (İstihbarat Başkanı), Genelkurmay İstihbarat Başkanı veya
Yardımcısı ile bakanlıklardan gelen istihbarat uzmanı görevlilerden, diğer
istihbarat birimlerinin temsilcilerinden ve MİT Müsteşarı'nın toplantıya
çağıracağı kişilerden oluşan kurul,
durum değerlendirmesi yapıp, strateji belirlemektedir. Ancak bu kurul
çok önemli işlevlerin yerine getirilmesi ve istihbaratın değerlendirilmesi
açısından yaşamsal önem taşımasına karşın, 1992 ile 1995 yılları arasında toplantılara
katılanların ilgisizliği – yetersizliği nedeniyle toplanamamıştır. Bu kurum
çalıştırılmazken, İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bir değerlendirme
kurulu, ilgisiz ve yetersiz kişilerin katılımı ile bu boşluğu doldurmaya
kalkmıştır. Sonuç ise Türkiye'nin istihbarattaki koordinasyon eksikliği ve
zaafını ortaya çıkarmıştır. Buna en acı örnek Elazığ ve Bingöl arasında
yitirdiğimiz 35 erimizdir. Yani olaydan önce istihbarat organları bunu haber
alıp, icra organlarına bildirmiş olmasına rağmen, önlem alması gerekenler buna
kulak asmayıp, iyi değerlendiremedikleri için üzücü katliam gerçekleşmiştir.
MİT
bugüne kadar kapalı bir kutu gibi durmuş, ona yaklaşmak, uygulamalarını
eleştirmek bir kaç örneği dışında hiç gerçekleşmemiştir. MİT ya yerden yere
vurulmakta ya da korkulmaktadır. Sağlıklı bir tartışma ve değerlendirme için ne
ortam ne de yeterli belge ve bilgi elde mevcut değildir. Bugün Türkiye'nin
istihbarat çalışmalarının tarihsel bir süzgeçten geçirilerek tartışmaya
açılmasında büyük yararlar vardır. Bu konudaki tartışmalar; skandallar ve
savaşlar döneminde değil, barış ortamlarında ve duygusallıktan uzak kalınarak
yapılmalıdır. Demokratikleşmenin en önce yaşanması gereken yer MİT olsa
gerektir. Çünkü fikirlerin özgür tartışılmadığı, klasik emir komuta
zincirlerinin hakim olduğu yapılardan bugünkü dünyayı anlamasını ve buna uygun
istihbarat senaryoları üretmesini ve gerçekleştirmesini beklemek hata olur.
Artık önümüzde kaoslar ve bölgesel konumu ile Dünya için taşıdığı önem yüzünden
2000 yılına çok zor şartlar altında girecek bir Türkiye vardır. İç dengeleri ve
dinamikleri oturmamış, kurumlaşamamış, sanayileşememiş, Cumhuriyet rejiminin
gereklerini ifade özgürlüğü, hukuk anlayışı, eğitim ve sağlık sistemleri
açısından yerine getirememiş bu toplum 20 yüzyıl boyunca savaşların,
didişmelerin tam ortasında oldu. 21. yüzyılda da aynısını yaşayacaktır. Buna
hazırlıklı olmalı ve yeniden tüm alanlarımızda süratle, sağlam temeller atarak
ilerlememiz gerekmektedir.
Devlet
düzeyinde istihbarat yapmak yükümlülüğüne
sahip olan MİT, yeni düzenlemede de
öncelikle yasasından kaynaklanan ağırlığını ve bağlarını korumaktadır..
Bunlar Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milli Güvenlik Kurulu ve Genel Sekreteri,
Genelkurmay Başkanı olarak sıralanmaktadır. MİT bu yapıya bilgi aktarmak
zorundadır. Kurum Başbakan'a bağlı olarak çalışmaktadır. Bu yasasından kaynaklanan
bir zorunluluktur. Yeniden yapılandırılan iç düzenleme ise şöyledir:
Müsteşar
en etkili ve tek söz sahibi konumundadır. Bu konumla yetki ve sorumluluk
sınırları iyiden iyiye belirgin duruma getirilmiştir. Müsteşar'ın altında ve ona bağlı hizmet veren yeni yapılanmada ise;
1.
İstihbarat
Başkanlığı
2.
Operasyon
Başkanlığı
3.
Psikolojik
İstihbarat Başkanlığı
4.
Elektronik
Teknik İstihbarat Başkanlığı
5.
Bilgi Sistemleri
Başkanlığı
6.
İdari İşler
Başkanlığı
7.
Personel
Başkanlığı
8.
Eğitim
Başkanlığı
yer almaktadır. Yeni yapılanmada eskisinden
farklılaştırılan şey, istihbarata bir bütün olarak bakılması konusudur. MİT
yeni yapılanmasında istihbaratı iç ve dış olarak tasnif etmemekte ve bunları
kendi alt dallarına ayırmamaktadır. Bu amaçla oluşturulan İstihbarat
Başkanlığı:
1.
Tehditler
2.
Kontrespiyonaj
3.
Stratejik
İstihbarat
olarak kendi içinde yapılandırılmış durumdadır. Bu ünite istihbaratı hangi alandan gelirse
gelsin toplayacak ve değerlendirme, koordinasyon çalışması için Stratejik İstihbarat
birimine aktaracak, bilginin olgunlaştırılarak alıcıya sunulması bu birim
tarafından gerçekleştirilecektir. İstihbarat Başkanlığı bir nevi MİT içindeki
bilgi havuzu haline getirilmiştir. Yeni oluşturulan Operasyon Başkanlığı ise şimdilik
yurtdışı istihbarat çalışmalarıyla görevlendirilmiş bulunuyor. Bu birimlerin
altında da yine 13 ildeki Bölge Başkanlıkları yer almaktadır. Bölge Başkanları
aynı zamanda direk olarak Müsteşar'a bağlı bulunmaktadırlar. Ayrıca 1995 yılı
içinde gerçekleştirilen yeni bir uygulamayla MİT binalarının korunmasında
askerlerin rolü giderek azaltılmaktadır. MİT binalarının korunması için içerde
özel bir koruma birimi oluşturulmuş durumdadır. Bu birim Genelkurmay ile
yapılan protokole bağlı olarak zaman içinde askerlerin boşalttığı yerlerde
koruma işini üstlenmektedir. Bu birimin
korumayı tamamen ele almasının Genelkurmay'la yapılan görüşmelerin sonucuna
bağlı olacağı kaydedilmektedir. MİT içinde belki en temel sorun eğitim
konusunda ne gerekli altyapı yatırımlarının ne de akademik gelişimin yeterince
olmamasıdır. MİT üniversiteler, bağımsız bilgi üretecek ve üreten kuruluşlar,
uzmanlar ile ilişkide sıkıntısı olan bir kuruluştur. Kendi içindeki eğitim
koşullarının da yetersizliği ortadır. MİT bilgi üreten kuruluş denilince
kendisine bağlı ama bünyesinin dışında faaliyet gösteren kuruluşları algılamaktadır.
Bağımsız karar mekanizmaları hala onu ürkütmektedir. Bu alandaki eksikliklerin
MİT için büyük sorunlara yol açacağı kesindir.
Ayrıca
bu konudaki yatırımlar MİT'in demokratikleşmesinin de anahtarı olacaktır. Kitabın
bu değerlendirmeler dışında kalan bölümlerinde MİT in tarih boyunca gerçekleştirdiği
ASALA operasyonlarından Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişine kadar bir
dizi operasyon hakkında bilgi vermekte MİT mensupları ile yapılan söyleşilere yer
vermektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder