Hasankeyf-Üç Dünyanın Buluştuğu Kent, M. Oluş ARIK


Hasankeyf-Üç Dünyanın Buluştuğu Kent, M. Oluş ARIK, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2004, İSTANBUL
    Hasankeyf,  uluslararası nitelikte bir üst-kimlik oluşturan,  zamanlar üstü, etnik kökenler üstü bir kültür potası meydana getiren böyle bölgelerden üçünün birbiriyle girişim noktasıdır" dedikten sonra söz konusu üç ana kültür bölgesini şöyle sıralıyor: "Tarihte ilk uluslararası nitelikli imparatorluk kuran Asurlular'ın damgasını vurduğu Mezopotamya; Avrupa'daki ve Akdeniz çevresindeki kültürleri birleştirip Batı dünyasının temelini oluşturan Roma İmparatorluğu; hem kendi iç yaratışları, hem de Uzak Doğu ve Yakın Doğu arasındaki iletken rolü ile başlı başına uluslararası bir kültür çevresi oluşturan Orta Asya-İran
    Hasankeyf 'teki yapılarda bu ayrı geleneklerin bir araya geldiği gözlemlenebilir. Burası görmesini bilenler için bir  mimarlık tarihi müze-parkı değeri taşır. Üst-üste katmanlar halinde çeşitli uygarlık dönemlerinden günümüz insanlarına yadigar olan bu tarihi ve arkeolojik sit, aynı zamanda hep sözü edilen "Türkiye Sentezi"nin mimarlıktaki başlangıç aşamalarından birini sergilemekte; ulusal önemi bu nedenle de artmaktadır. Hasankeyf, yaklaşık Efes kadar büyüklüktedir. Burayı layıkıyla değerlendirmek için en az 50-60 yıllık bir çalışmaya ihtiyaç olduğu söyleniyor.
     2003 yılı kazılarında prehistorik höyük olması gereken bir tabakaya ve seramiklere rastlandı. Böylece, mağaralarda değilse bile Hasankeyf sit alanı içinde tarih-öncesi yerleşim olduğu ilk kez somut arkeolojik verilerle kanıtlandı. Yerleşimin adı, Asurca, İbranice, Süryanice ve Arapça gibi "Arami" (ya da Aremik) dil ailesinde kaya anlamına gelen kepa, kipas, kefa, kaifa gibi kelimelerle aynı kökten türemiştir. Her şeyi Latinleştiren Romalılar bile buraya yerleşimin Asurca adını yarı yarıya koruyarak "Castrum Kepha"- Kaya Kalesi demişlerdir. Asurlar dışında Urartular, Med'ler, Kimmerler, İskit'ler, Persler, İskender, Seleukoslar da burada hüküm sürmüş. Ama Hasankeyf'le ilgili bilinen en eski yazılı ipuçları Roma çağından kalmadır. E. Honigmann Hasankeyf'in Geç Roma, Hıristiyan
Roma ve Bizans dönemlerinde Cefa, Cepha, Kıpak, Hesna de Kefa şekillerinde yazılarak anıldığını belirtir. Cepha, uzun bir süre Roma ile İran Sasani İmparatorluğu arasında el değiştirmiş. Hasankeyf, Miladi 451'de Khalkedon (Kadıköy) Konsilinde Süryani Psikoposluğun merkezi olarak tescil edilmiş. M.S. 5’inci yy’da doğu dünyasının en eski bağımsız kilise teşkilatlarından birinin burada kurulduğu;bölgedeki Süryani kültürü ve cemaatinin zamanla bu temel üzerine geliştiği anlaşılıyor.Hasankeyf bu oluşumun merkezidir. 7’nci yy' daki İslam fethinden sonra Süryaniler yerlerinde kalmış. İki nehir(Fırat-Dicle) arasındaki kuzey Suriye, Kuzey Irak ve Güney doğu Anadolu’ya ait toprakların bir kısmını kapsayan bölgeye, EL-CEZİRE (ada) denmektedir. Cizre’nin doğu ve güney doğusu:DİYAR-I REBİA’dır. Burası, Nusaybin, Musul, Cizre, Mardin çevrelerini kapsar. Bunların batı ve kuzey batısında kalan El-Cezire bölgelerine ise, DİYAR-I BEKR denir. Burası da, Silvan, Hasankeyf, Amid, Siird, Suruc, Ruha (Urfa), Harran Çevrelerini kapsar.
     Emeviler, Abbasiler, Selçuk İmparatorluğu ve Artuklular burada hüküm göstermiştir. Hasankeyf'te 1100 ile 1236 Artuklu yönetimi altında bir altın çağ yaşanmıştır. Beyliğin tek başkenti 1183'e kadar Hasankeyf idi, sonra Amid'e (Diyarbakır) taşındı. Bu ilginç yerin, Eski Çağ dünyasının Doğu süper gücü Roma’nın son üssü olduğu anlaşılmaktadır.
     Eyyubiler zamanından sonra 1260'da Moğol akınları Hasankeyf'i de vurdu. Moğollar Hasankeyf'in yönetimini, kendilerine bağlı olmak koşuluyla Eyyubilere verdiler. Anadolu Selçukluları zamanında bir dereceye kadar sağlanan birlik ve istikrar , Moğol istilasıyla sona ermiş, artık "Anadolu'da Beylikler Çağı" denilen bölünmüşlük, çok başlılık zamana damgasını vurmuştur.
     Askeri ve siyasi alanlardaki anlaşmazlıklar, ve bölgedeki depremlerden başka bu dönemde salgın hastalıklar da baş gösterdi. 14. yy'ın son çeyreğinde Amid'den Hasankeyf'e kadar yayılan veba salgınında, halktan büyük sayılarda kişi ve emirler ve şehzadeler de can vermiştir.
     Hasankeyf Moğollardan sonra Eyyubiler, Akkoyunlular, Safaviler ve Osmanlılar arasında çekişmelere sahne oldu. 1524'te Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamen Osmanlı'lara geçti.  Eski dünyanın süper güçleri arasında sınır ve çeşitli denge oyunlarıyla etkili olan bir "site-devlet" özelliğini yitiren Hasankeyf, büyük Osmanlı toprakları içinde sıradan, fakat huzurlu bir kent olarak yaşamını sürdürdü. Böyle olunca olayların düğüm noktası, sorunların sahnelendiği yer olmaktan çıktığı için, tarihi kaynakların önemle işlediği ve haber verdiği konuların da dışında kalmıştır. Osmanlı defterlerinde 16.yy olayları ve harcamalarıyla ilgili notlar, anıtsal kamu  yapılarının ve Köprü'nün henüz işlediğini, bazı onarım masraflarına konu olduğunu yansıtıyor. Ama 16 yy sonundan itibaren kaynaklarda köprüden bahsedilmemiş.
     Hasankeyf, bünyesinde yer alan başta Kale-Saray olmak üzere, yekpare kaya kütlesine oyulan sokakları, konut ve işyerleri, külliyeleri , seramik üretim bölgesi, sahil sarayı ve kiliseleri ile görkemli bir Ortaçağ dokusuna sahiptir. Zeynel Bey Türbesi, Sultan Süleyman Camii, Köprü gibi başyapıtlar ve anıtlar, seçkin kültür varlıklarıdır. Kale-Saray'ın altyapısı Roma İmparatoru Konstantinos dönemine kadar inmekte; kayaya oyulan şehrin geçmişi Asurlulara (M.Ö.8.yy) kadar uzanmaktadır. "Aşağı Şehir" merkezinde yapılan kazılarda Kalkolitik Çağ'a ait seramik buluntuları tabakası ortaya çıkarılmıştır.
     Hellenistik çağdan Büyük Selçuklular'a kadar değişik kültürlerin etkisinin yaşandığı bir yerleşmedir. Artuklu, Eyyubi ve Akkoyunlu dönemlerini yansıtan mimari mirası, burada farklı kültürlerin karşılaşıp kaynaştığını göstermektedir. Doğudan gelen sanatkarlar, örneğin İran'dan gelen Zeynel Bey Türbesi'nin mimarı, bir taş diyarı olan Hasankeyf'e, sırlı tuğla mimari geleneğini getirmiş, Timur'un başkenti Semerkant'da benzerleri yapılan bir mimarlık ürünü sunmuştur.Hasankeyf’in en parlak devri olduğu anlaşılan Artuklular zamanında, ünlü tarihi köprü de yapılınca, burası Boğaziçi gibi doğu-batı kapılarından biri olmuş;askeri, ticari her türlü trafik, Kale’nin denetlediği köprü ile Dicle’yi aşarak Anadolu’ya girmiş ve çıkmıştır.
     Hasankeyf'de yer alan ve Kızlar Camii olarak adlandırılan yapı, benzeri henüz bulunmamış olan ilginç bir anıt mezar tipolojisine sahiptir. Zeynel Bey Türbesi; silindirik gövdesi, sırlı tuğlalı beden duvarları ve çift cidarlı kubbesiyle Türkiye'deki Orta Asya, İran usulündeki tek türbedir. Öte yandan Hasankeyf'de, kireç taşından oluşan yamaçlar oyularak barınak, ibadethane ve diğer eylemler için mekanlar yapılmıştır. Bu ilginç yaşam mekanları, bölge için özel bir önem taşır. Kayalara oyulmuş bilinen tek cami de, Hasankeyf'tedir. Kayanın peyvaj içindeki konumu, yerleşmenin ve anıtsal mimarinin doğal oluşumla ilişkisi olağanüstü bir etki yaratmıştır. Kaleye ait kapılar ve Küçük Saray olarak adlandırılan burç, mimari nitelikleri ve ana kayayla bütünleşen tasarımlarıyla, Anadolu'daki savunma yapıları arasında seçkinleşmektedirler.
     Tarihi yerleşme dokusunu koruyan ve seçkin Ortaçağ yapılarıyla geçmişi yaşatan Hasankeyf, ender oluşu ve özel konumu nedeniyle korunması gereken sıra dışı bir alandır. Günümüze ulaşan en belirgin kültür evreleri, Roma, Bizans, Artuklu, Eyyubi ve Akkoyunlu dönemlerine ait katlardır. Su sağlama sistemi, mağara yerleşmeleri, taş evleri, Kaleye çıkan rampa kenarında kayaya oyulan üstün tasarımlı çarşısı, buranın binlerce yıllık kültür birikiminin damıtıldığını bir yer olduğunu göstermektedir.
     Tarih serüveni Cumhuriyet’e ulaşan Hasankeyf, değişmiş ahalisi ile köy düzeyinde, ancak nahiye müdürlüğü ve Jandarma karakolu da olan ve hareketli sayılacak çarşısı bulunan bir yerleşimdi. Batman 1990’da il olunca, Hasankeyf’de ilçe haline getirilip ona bağlandı. Aynı zamanda, terkedilmiş yıkıntılar beldesi görünümü vermekle birlikte, Türkiye’de Orta Çağ kenti özelliğini ve bütünlüğünü yansıtan “unique (tekil) bir mimarlık müzesi gibi kalmıştı. Türkiye’yi Mezopotomya’ya bağlayan uluslar arası transit asvaltı projesi, 1964’te Hasankeyf’te Dicle üzerine yeni bir beton köprü yapılarak tamamlanmış. 1974’te burayı ziyaret eden Cumhurbaşkanı, halkın mağara konutlarda yaşamasını “taş devri ilkelliği” olarak görmüş;yeni konutlar yapılması talimatını vermiştir. Aşağı şehirdeki tarihi yapı kalıntıları, yeni iş makinalarıyla tahrip edilmiş; sonra üzerlerine niteliksiz beton kulübeler yapılarak yeni kasaba kurulmuştur. Bu andan itibaren Hasankeyf halkı, yaşamak için yaptıkları her hareketle, özellikle temiz ve atık su tesisatı ile çöp konusunda, sit’e ve altındaki tabakalara zarar vermeğe mahkum edilmiştir. Hemen arkasından 1978 dolaylarında, Hasankeyf hakkında, ikisi de iyi niyete dayanan, fakat birbiriyle çelişen iki resmi karar daha alınmıştır: Bir yandan Anıtlar ve Gayrı menkul eski Eserleri Koruma Yüksek Kurulu burayı “birinci derecede korunması gerekli sit” ilan etmiş; öte yandan Ilısu Barajı projesinin amacı tabiî ki Hasankeyf’i yok etmek değildi. Sadece ne onu koruyacak örgüt, baraj gölünün kaplayacağı alanda Hasankeyf’in yer aldığının bilincinde değildi.
    2003 Temmuzunun son günlerine kadar, yetkililer hep Ilısu Barajı inşasına her an başlanabileceği, başlayınca da 9 yıl sonra Hasankeyf’in su altında kalacağı uyarısında bulunduğu için, yayıldığı alan Efes’le kıyaslanacak büyüklükteki bu tarihi kent harabesinde, yapılacak her şeyi bu süre içine sığdırmak gerekmekteydi. Yani Efes’in kazıları 110 yıldır sürdüğüne göre, Hasankeyf’te de en az 50 yıllık işi 9 yılda yapmak söz konusuydu. Çalışmanın adı ve niteliği sadece kazı değil; kurtarma kavramını da içermektedir. Hasankeyf’in doğal dokusu, mağaralar, kanyonlar kurtarılıp nakledilemez. Kalıntıları Antik çağınkiler kadar çekici değilse bile, onlardan çok daha ileri bir inşaat teknolojisinin ürünü, güçlü harç, iyi hesap ve moloz taş ile örülen anıtların harabeleri taşınamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder