Kayıp Aranıyor – Sait Faik Abasıyanık | Tam Kitap Özeti ve Tematik İnceleme

Yazar ve Eser Hakkında

  • Yazar: Sait Faik Abasıyanık

  • Eser Türü: Roman

  • Yayımlanma Yılı: 1953

  • Sayfa Sayısı: 120

  • Dil: Türkçe

  • Öne Çıkan Temalar: Kimlik bunalımı, kadın özgürlüğü, birey ve toplum çatışması, yalnızlık


📖 Kayıp Aranıyor Romanının Özeti

Kayıp Aranıyor, toplumsal rollerle bireysel kimlik arasına sıkışmış bir kadının, Nevin’in, özgürlük ve kendini bulma yolculuğunu konu edinir.

Nevin, Batı tarzı bir eğitim almış, birkaç dil bilen, aydın, güzel ve özgür ruhlu bir kadındır. Babası Vildan Bey, eski bir konsolos; eşi Özdemir ise zengin, fakat duygusal bağ kurmaktan uzak bir adamdır. Nevin, evliliğinde ilgisizlik, yabancılaşma ve yalnızlık yaşar. Kocasının Amerikalı bir kadınla ilişkisi olduğunu öğrenince büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve hiçbir şey söylemeden evi terk eder.

Nevin, İstanbul’dan ayrılarak bir Ege kasabasına, çocukluğunu geçirdiği köyüne gider. Burada balıkçı Cemal ile tanışır. Cemal, sade, dürüst ve sevgi dolu bir insandır. Nevin kısa süreliğine onunla birlikte olarak geçmişin yaralarını sarmaya çalışır. Fakat bu ilişki de uzun soluklu olmaz. Cemal’in dünyası, Nevin’in iç çatışmaları ve toplumsal beklentileriyle bağdaşmaz.

Toplumun dedikoduları, Nevin’in özgürlük arayışını gölgeler. Bu noktadan sonra Nevin, yeni bir kimlik ve yeni bir başlangıç için İstanbul’a geri dönmeye karar verir. Babasına bir mektup yazar ve artık “Ayşe” adıyla, geçmişinden uzak bir hayat kurmak üzere bilinmeyen bir yere gider.

Roman, Vildan Bey’in gazeteye “Kayıp Aranıyor” ilanı vermesiyle sona erer. Bu başlık, sadece fiziksel bir kaybı değil, bir bireyin toplum içinde kendini yitirilişini ve “aradığını bile bilmeden” yolculuğa çıkışını da simgeler.


🎯 Tematik İnceleme

🔹 Kimlik Arayışı

Nevin’in hayatındaki temel sorun, kendi “kim” olduğunu bulamayışıdır. Modern eğitimli bir kadın olarak toplumun biçtiği kalıplara sığmaz. Bu da onu içsel bir yolculuğa iter.

🔹 Toplumsal Baskı ve Kadın Özgürlüğü

Roman boyunca Nevin, çevresindeki erkeklerin onu bir eşya gibi görmesinden ve toplumun dedikodu kültüründen rahatsızlık duyar. Kadınlığını ve bireyliğini aynı anda yaşamak ister ama buna alan bulamaz.

🔹 Yalnızlık

Nevin, ne evliliğinde ne de Cemal’le yaşadığı ilişkide gerçek bir aidiyet hissedebilir. Onun yolculuğu yalnızlığı kabullenme ve onun içindeki özgür alanı keşfetme çabasıdır.

🔹 İki Dünya Arasında Kalmak

Nevin, ne kentli sınıfa tam aittir ne de taşralı dünyaya. Tıpkı köksüz bir ağaç gibi, var olduğu her yerden biraz dışlanmış hisseder.


👩‍🎓 Nevin Karakter Analizi

  • Eğitimli ama yönsüz: Batı eğitimi almış ama yaşamın ne istediğiyle ilgili hâlâ cevaplar arayan biri.

  • Topluma yabancı: Hem sınıfsal hem cinsel kimliği nedeniyle toplumun her kesimiyle çatışma yaşar.

  • Cesur ama kırılgan: Evi terk eder, köye gider, ilişkiler yaşar, ama duygusal olarak kolayca kırılır.

  • Kendine yolculuk eden bir birey: Roman boyunca en büyük savaşını kendi içinde verir.


🔍 Sık Sorulan Sorular

  • Kayıp Aranıyor kitabının konusu nedir?
    Kendi kimliğini ve özgürlüğünü arayan bir kadının içsel ve toplumsal çatışmalarla dolu yolculuğudur.

  • Nevin karakteri neyi temsil eder?
    Modern Türkiye’nin arafta kalmış kadını; özgürlük isteyen ama toplum tarafından dışlanan bir birey.

  • Romanın mesajı nedir?
    Kendi kimliğini bulmak, bazen geçmişi ve toplumsal kalıpları geride bırakmayı gerektirir.

  • Kayıp Aranıyor romanı hangi türdedir?
    Psikolojik çözümleme ağırlıklı, bireysel ve toplumsal eleştiriler içeren bir modern romandır.

Gençlerle Başbaşa – Ali Fuad Başgil | Tam Kitap Özeti ve Tematik Analiz

🖋️ Eserin Künyesi

  • Yazar: Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil

  • Yayın Yılı: 1949

  • Tür: Deneme / Öğüt kitabı

  • Hedef Kitle: Gençler, lise ve üniversite çağındaki bireyler

  • Türk Eğitim Sistemindeki Yeri: MEB 100 Temel Eser arasında


📖 Kitabın Konusu ve Genel Özeti

Ali Fuad Başgil’in “Gençlerle Başbaşa” adlı eseri, hayatı boyunca biriktirdiği bilgi ve tecrübeleri genç kuşaklara aktarmayı amaçlayan bir rehber kitaptır. Kitap boyunca yazar, gençlere başarıya giden yolda karşılaşabilecekleri zorlukları, ahlaki değerlerin önemini, doğru çalışma yöntemlerini ve karakter terbiyesini sade ve içten bir dille anlatır.

Yazar; gençlerin sadece akıl ve zekâ ile değil, irade gücü, ahlak, çalışma disiplini ve kararlılık ile başarılı olabileceklerini ifade eder. Her bölüm, gençlerin yaşamında karşılaşabilecekleri pratik sorunlara çözümler üretmekte ve onları düşünmeye sevk etmektedir.


📚 Bölüm Bazlı Özeti

1. Başarı Yolunun Tehlikeleri

Yazar bu bölümde gençleri kötü alışkanlıklara, tembelliğe ve kötü çevreye karşı uyarır. Başarıya ulaşmak isteyen bir gencin ilk düşmanı, kendi zaaflarıdır.

“İnsan zekâsı ve bilgisiyle değil, ancak iradesiyle insandır.”

2. Başarının Temel Şartları

İrade, sabır, sebat, planlı çalışma ve kararlılık başarı için şarttır. Genç bireyin hedefe kilitlenmesi ve istikrarlı çalışması gerektiği vurgulanır.

“Bir kere karar verdikten sonra, asla yarı yoldan dönmeyin.”

3. Terbiye ve Karakter Eğitimi

İnsan davranışları doğuştan gelen bazı eğilimlerle şekillenir ama büyük oranda eğitimle geliştirilir. Özellikle çocuklukta kazanılan alışkanlıkların, hayat boyu bireyin karakterini oluşturduğu vurgulanır.

“Kötü alışkanlıkların çoğu küçük yaşta başlar, sonra adamı esir eder.”

4. Çalışmanın Önemi ve Verimlilik

Başgil, sadece çok çalışmanın değil, verimli ve anlamlı çalışmanın önemli olduğunu vurgular. Çalışmanın bir ibadet gibi görülmesi gerektiğini, tembelliğin ise insanın hem ruhunu hem geleceğini çürüttüğünü ifade eder.

“Çalışmak, insanı hem yüceltir hem temizler.”

5. Başarıya Götüren Hayat Kanunları

Bu bölümde, planlı yaşam, sabırlı olma, zaman yönetimi ve kendine güven gibi ilkeler sıralanır. Aynı zamanda, günümüzde hâlâ geçerli olan şu öneri dikkat çekicidir:

“Başarı, tesadüflerin değil, inatçı emeğin meyvesidir.”


🎯 Kitabın Temaları ve Mesajları

🔹 İrade Gücü:

Başarının anahtarı irade ve kararlılıktır. Akıl ve bilgi, ancak bu temel üzerinde anlamlıdır.

🔹 Ahlaki Değerler ve Erdem:

Kişilikli bir insan, sadece başarılı değil, erdemli ve güvenilir olmalıdır. Ahlaki zayıflık, her zaman başarının önüne geçer.

🔹 Çalışma ve Zaman Yönetimi:

Zaman en kıymetli sermayedir. Gençlerin her anı verimli geçirmesi gerekir.

🔹 Öz Farkındalık ve Gelişim:

Genç birey, kendi zaaflarının, gücünün, potansiyelinin farkında olmalı ve kendi sınırlarını tanıyarak hayat planı yapmalıdır.


Sıkça Sorulan Sorular

  • Gençlerle Başbaşa kitabının özeti nedir?
    Gençlerin ahlaklı, kararlı, çalışkan bireyler olarak yetişmesini amaçlayan öğüt ve yaşam rehberidir.

  • Kitabın ana mesajı nedir?
    Başarıya ulaşmak için akıldan çok irade, disiplinden çok amaç gerekir. Kötü alışkanlıklardan uzak durulmalı, çalışma azmi elden bırakılmamalıdır.

  • Gençlerle Başbaşa hangi yaş grubuna hitap eder?
    Özellikle 13–25 yaş arası bireyler için yazılmıştır, ancak her yaştan okuyucu için evrensel değerlere sahiptir.

  • Ali Fuad Başgil kimdir?
    Hukuk profesörü, siyasetçi ve düşünce adamı olan Başgil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti senatörlüğü yapmıştır. Fikirleriyle gençleri etkilemeyi amaçlamıştır.

Çalıkuşu – Reşat Nuri Güntekin | Tam Kitap Özeti ve Tematik İnceleme

 

🖋️ Eserin Künyesi

  • Yazar: Reşat Nuri Güntekin

  • Yayın Yılı: 1922

  • Tür: Roman (Bireysel gelişim, aşk, toplum, kadın karakter merkezli)

  • Ana Temalar: Kadın kimliği, Anadolu gerçeği, aşk, fedakârlık, toplumsal baskılar


📖 Çalıkuşu Romanının Konusu Nedir? (Kısa Tanıtım)

Çalıkuşu, genç yaşta ailesini kaybeden ve güçlü bir kadın olarak ayakta durmaya çalışan Feride isimli öğretmenin hayatını anlatır. İstanbul’un nezih çevrelerinde büyüyen Feride, bir yandan sevdiği adamın ihanetiyle yıkılırken, diğer yandan Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde öğretmenlik yaparak hem birey olarak olgunlaşır hem de Türk toplumunun farklı yüzlerini tanır.


📘 Çalıkuşu Kitap Özeti (Uzun ve Ayrıntılı)

👧 Feride’nin Çocukluğu ve Öğrencilik Yılları

Feride, küçük yaşta annesini kaybetmiş ve subay olan babası tarafından Fransız bir okulda yatılı olarak okutulmuştur. Okulda yaramaz ve neşeli yapısı nedeniyle ona “Çalıkuşu” lakabı takılmıştır. Feride; zeki, enerjik, bağımsız ruhlu bir kızdır. Çocukluk yıllarını teyzesinin yanında geçirir ve teyzesinin oğlu Kamuran ile birlikte büyür.

Kamuran ile aralarında yıllar içinde sessiz bir yakınlık gelişir. Ancak Feride, Kamuran’ın bir başkasıyla ilişkisini öğrenince derin bir hayal kırıklığına uğrar. Bu olay, Feride’nin İstanbul’daki konforlu hayatını terk edip Anadolu’da öğretmenlik yapma kararı almasına neden olur.

"Benim için artık hiçbir şey yoktu; ne ev, ne aile, ne sevgi... Sadece kendim ve yolum."


🧳 Anadolu Günleri: Görev Yerleri, Mücadele ve Yalnızlık

Feride, Anadolu’nun çeşitli köy ve kasabalarında görev yapar: Zeyniler köyü, Bursa, Ayvalık gibi yerlerde karşılaştığı insanlar, yoksulluk, cehalet, geleneksel yapılar ve kadına bakış açısı onun hem bir birey hem bir öğretmen olarak şekillenmesini sağlar.

İnsanların çoğu Feride’yi yadırgar, hatta düşmanlık besler. Çünkü genç, bekar, şehirli ve güzel bir kadının kendi başına bir yerde çalışması, dönemin toplum yapısına aykırıdır.

"Bir kadın, hem öğretmen, hem yalnız, hem de onurlu olamaz mıydı?"

Ancak Feride yılmaz. Kendine has üslubuyla çocukları eğitir, köylülerin güvenini kazanmaya çalışır ve gerektiğinde her zorluğun üstesinden gelir.


💔 Aşk, Gurur ve İhanet

Feride, Kamuran’a hâlâ duygular beslemektedir; ama gururu, onunla yeniden görüşmesini engeller. Bu sırada yoluna çıkan çeşitli erkekler olur: Doktor Hayrullah Bey gibi. Ancak hiçbiri onun kalbinde Kamuran’ın yerini alamaz.

Yıllar sonra Kamuran’la yeniden karşılaşır. Kamuran, yaptığı hatadan pişmandır. Feride de hâlâ onu sevdiğini itiraf eder, fakat her şeyi geride bırakmak onun için kolay değildir.


🕊️ Çalıkuşu’nun Finali: Bağışlamak mı, Vazgeçmek mi?

Romanın sonlarına doğru Feride ve Kamuran’ın yolları kesişir. Kamuran’ın evlenmek istediğini söylemesiyle, Feride içsel bir mücadele yaşar. Ancak her ne kadar güçlü görünse de, hâlâ onunla olmanın hayalini kurmuştur.

"Bazen insanın kalbi, aklından daha cesurdur... Ya da daha aptal."

Roman, aşkın gururla, hayatın gerçeklerle, kadının ise toplumla savaştığı bir hikâyeye dönüşür. Feride, hem kendini hem ülkesini tanımış, aşkı kadar mesleğine de sadık kalmıştır.


🎯 Çalıkuşu Romanının Temaları ve Anlam Derinliği

🔹 Kadının Toplumdaki Yeri:

Feride, sadece bir kadın değil, aynı zamanda ayakta durmak isteyen bir bireydir. Döneminde kadına biçilen rolleri reddeder.

🔹 Eğitim ve Aydınlanma:

Feride’nin öğretmenlik yaptığı köyler, sadece bilgi değil, umut da arayan yerlerdir. O, cehaletle savaşan bir aydındır.

🔹 Birey ve Toplum Çatışması:

Feride’nin yaşadıkları, bireysel özgürlük ile toplumsal baskılar arasında gidip gelen bir insanın hikâyesidir.

🔹 Aşk, Gurur ve Affetmek:

Feride ile Kamuran arasındaki ilişki; sevmenin, kırılmanın, bağışlamanın ve bazen susmanın romanıdır.


🔍 Sık Sorulan Sorular (SSS)

  • Çalıkuşu kitabının özeti nedir?
    Feride isimli genç bir kadının Anadolu’da öğretmenlik yaparken yaşadığı toplumsal baskılar, aşk acısı ve bireysel gelişim süreci anlatılır.

  • Çalıkuşu romanının ana fikri nedir?
    Kadının ayakta durma mücadelesi, toplumun ön yargıları ve aşk karşısında insanın iç çatışmasıdır.

  • Çalıkuşu neden bu kadar önemlidir?
    Çünkü Türk edebiyatında ilk defa bir kadın karakter bu kadar güçlü, gerçekçi ve birey olarak merkeze alınmıştır.

  • Çalıkuşu'nun yazarı kimdir ve ne zaman yazılmıştır?
    Reşat Nuri Güntekin tarafından 1922 yılında kaleme alınmıştır.

Gurbet Hikâyeleri – Refik Halit Karay | Kitap Özeti ve Tematik İnceleme

📘 Eserin Künyesi

  • Yazar: Refik Halit Karay

  • Yayımlanma Yılı: 1940

  • Tür: Hikâye (Öykü)

  • Tema: Gurbet, sürgün, özlem, yabancılaşma, Anadolu gözlemleri


🌍 Gurbet Hikâyeleri Nedir, Kısaca Konusu Nedir?

Gurbet Hikâyeleri, Refik Halit Karay’ın sürgün yıllarında Anadolu’da yaşadığı deneyimlerin edebî bir yansımasıdır. Yazar, 1913’te İttihat ve Terakki hükümetine karşı çıktığı için memuriyet görevinden alınıp Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde sürgüne gönderilmiştir. Bu süreçte tanık olduğu olaylar ve insan manzaraları, bu kitaptaki hikâyelerin temelini oluşturur.

"Ben Anadolu’ya gönderilmedim; ben oraya mecbur edildim. Ama orada memleketin gerçek yüzünü gördüm."


📖 Kitapta Yer Alan Hikâyelerden Öne Çıkanlar

Kitapta toplam 16 kısa hikâye yer alır. Her biri farklı bir şehirde veya köyde geçer ve toplumun farklı katmanlarını, bireysel dramları, bürokrasi çürümüşlüğünü ya da kadının yerini işler.

1. İhtiyar Çilingir

Yalnızlığa terk edilmiş yaşlı bir çilingirin iç hesaplaşması ve geçmiş özlemi konu edilir.

"İnsan yalnızken seslere kulak verir, çünkü başka bir şey kalmaz."

2. Bir Cenaze

Bir cenazenin taşınışı sırasında ortaya çıkan yozlaşmış, gösterişçi ve samimiyetsiz toplum yapısı hicvedilir.

3. Mehmet Derviş

Bir köy imamının oğlunun büyük şehirle tanışması ve yozlaşması ekseninde, kentleşmenin birey üzerindeki etkisi sorgulanır.

4. Dağ Yolunda

Sürgün yazarın bir dağ köyüne yaptığı yolculuk sırasında yaşadığı gözlemleri aktarır; taşranın yoksulluğu ve sıcak insan ilişkileri öne çıkar.


✍️ Gurbet Hikâyeleri’nin Temaları

Gurbet ve Yalnızlık:

Yazarın hem fiziksel hem duygusal anlamda "yabancı" kaldığı yerleri anlatır. Hikâyelerin çoğunda bireyin çevreye uyumsuzluğu ve içsel kırgınlığı görülür.

Anadolu Gerçeği:

Yazar, Anadolu halkını romantize etmeden ama küçümsemeden tasvir eder. Memurlar, köylüler, imamlar, kadınlar ve çocuklar gerçekçi kimlikleriyle yer alır.

"İstanbul’da hiçbir kitap sana, Hakkâri’deki bir köy kahvesinin gerçeğini anlatamaz."

Eleştirel Toplumsal Gözlem:

Yalakalık, rüşvet, makam sevdası, dini istismar, kadın düşmanlığı gibi konular kısa ama çarpıcı hikâyelerle hicvedilir.

Sürgünün Edebiyata Katkısı:

Refik Halit’in Anadolu’da geçirdiği yıllar, edebiyatımızda ilk defa taşraya gerçekçi bir pencere açmıştır. Bu kitapta anlatılanlar, bir “aydının gurbet günlükleri” gibidir.


🧠 Edebi Özellikleri ve Dili

  • Anlatım sadedir, süssüz ve doğaldır.

  • Olaylar kısa ve yoğun anlatılır; hikâyelerde dramatik yapı güçlüdür.

  • Gözlem gücü yüksektir, karakterler yaşamın içinden seçilmiştir.

  • Diyaloglar yer yer mizahi, yer yer melankoliktir.


🧾 Gurbet Hikâyeleri ve Memleket Hikâyeleri Arasındaki Fark

ÖzellikMemleket HikâyeleriGurbet Hikâyeleri
Yayın Yılı19191940
KonuTaşra halkı ve Anadolu yaşamıSürgün yılları, bireyin gurbetle ilişkisi
PerspektifGözlemci, dıştan anlatımİçsel çatışma ağırlıklı
Duygu YoğunluğuToplumsal eleştiri ve gerçekçilikHüzün, içe kapanıklık, melankoli

🔍  Sık Sorulan Sorular

  • Gurbet Hikâyeleri ne anlatıyor?
    Refik Halit Karay’ın sürgün yıllarında Anadolu'da yaşadığı deneyimleri ve gözlemleri üzerinden bireyin yalnızlığı, taşranın gerçekleri ve toplumsal çelişkiler anlatılır.

  • Gurbet Hikâyeleri neden önemlidir?
    Çünkü Türk edebiyatında Anadolu’nun, süslü cümlelerle değil, gerçek gözlemlerle anlatıldığı ilk eserlerden biridir.

  • Gurbet Hikâyeleri ile Memleket Hikâyeleri arasındaki fark nedir?
    İlki daha çok bireysel gurbet teması taşırken, ikincisi toplumsal ve coğrafi anlatımlara dayanır.

Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin Ali | Kitap Özeti ve Tematik İnceleme

Kürk Mantolu Madonna Kitap Özeti | Sabahattin Ali’nin Unutulmaz Aşk ve Yalnızlık Romanı

Kitabın Künyesi

Yazar: Sabahattin Ali
İlk Basım: 1943
Tür: Psikolojik Roman, Aşk, Bireyin Yalnızlığı
Ana Karakterler: Raif Efendi, Maria Puder, Hamdi Bey, Arzu Hanım


🧩 Genel Tanıtım

Sabahattin Ali’nin 1943 yılında yayımlanan Kürk Mantolu Madonna adlı eseri, Türk edebiyatının en çok okunan ve üzerine konuşulan psikolojik romanlarından biridir. Roman, görünürde sıradan bir hayat süren Raif Efendi’nin, geçmişte yaşadığı sarsıcı aşkın izlerini ve bu aşkın ruhunda bıraktığı yıkımı gün yüzüne çıkarır.

“Bu dünyada kimseye kendini anlatamazsın. Çünkü kimse gerçekten dinlemez.”


🧍‍♂️ Raif Efendi’nin Sessiz Dünyası: Yalnız Bir Adamın Hikâyesi

Roman, anlatıcının işe başladığı ofiste Raif Efendi adında silik, içine kapanık, sıradan bir adamla tanışmasıyla başlar. Raif, neşesiz ve ilgisiz tavırlarıyla çevresindekilerin küçümsediği biridir. Ancak bir gün anlatıcı, Raif’in çekmecesinde bir defter bulur ve bu defter sayesinde onun geçmişte büyük bir aşk yaşadığını ve bambaşka bir dünyası olduğunu öğrenir.

Raif’in defteri, gençliğinde Almanya’nın Berlin şehrinde geçirdiği bir yılı ve orada tanıştığı Maria Puder ile olan ilişkisini anlatır.


🎨 Berlin Günleri ve Maria Puder ile Tanışma

Raif, babasının isteğiyle sabunculuk öğrenmek için Berlin'e gönderilmiştir. Ancak o sabun fabrikası yerine şehirdeki sanat galerilerine, sergilere ve kitapçılara ilgi duyar. Bir gün, bir resim sergisinde karşısına çıkan bir tablo tüm hayatını değiştirir: Kürk Mantolu Madonna adlı portre.

"Bu resme her baktığımda, içimdeki boşluğun sesini duyuyordum."

Tablodaki kadının güzelliği ve gözlerindeki derinlik Raif’i büyüler. Bu kadının kim olduğunu öğrenmeye çalışırken onun, tablonun ressamı Maria Puder olduğunu fark eder.


❤️ Alışılmadık Bir Aşk

Maria Puder, özgür ruhlu, entelektüel ve yaşamın anlamını sorgulayan bir kadındır. Raif ise sessiz, içine kapanık, duygusal ve naif bir adamdır. Aralarındaki farklara rağmen güçlü bir bağ kurarlar. Maria, erkeklerin kendisine yaklaşım biçiminden hoşlanmaz; Raif’in ise sahip olma dürtüsü olmayan saf duygularına ilgi duyar.

"Aşık olursam mahvolurum, bu yüzden senden kaçıyorum."
Maria Puder

İlişkileri ilerledikçe, Maria’nın duygusal zırhı çözülmeye başlar. Raif ona sadık, anlayışlı ve zararsız bir liman sunar. Bu aşk, hem Raif’in hem Maria’nın iç dünyasında devrim niteliğindedir. Ancak hayat, bu büyüyü sürdürmelerine izin vermez.


✉️ Ayrılık ve Belirsizlik

Raif bir gün Türkiye’den gelen bir telgrafla, babasının hastalandığını öğrenir ve apar topar ülkesine döner. Maria ile mektuplaşarak iletişimi sürdürür. Ancak zamanla Maria’dan gelen mektuplar kesilir. Raif, defalarca yazmasına rağmen yanıt alamaz. Bekler… aylarca, yıllarca…

"İnsanın hayatında bir tek defa başına gelen bir şeyi, ömrünün sonuna kadar beklemesi ne garip."

Babasının ölümünden sonra Raif, ailesinin baskısıyla evlendirilir. Bu evlilikten ne sevgi ne huzur çıkar. Artık bir kabuğa çekilir. Ne karısı ne çocukları onu tanıyabilir. İçinde sadece Maria Puder’in hatırası kalmıştır.


🕯️ Maria Puder’in Akıbeti ve Raif’in Çöküşü

Yıllar sonra Raif, bir tesadüf sonucu Maria’nın yıllar önce öldüğünü öğrenir. Aslında Maria, mektuplarını yazmış, ancak Raif’in ailesi bu mektupları gizlemiştir. Raif’in bir ömür boyu bekleyişi, aslında boşuna değildir; daha acısı, bilgiye bile geç ulaşmıştır.

Bu gerçekle birlikte Raif’in hayatındaki son ışık da söner. Artık onun için yaşam, sadece “yaşamak zorunda olduğu” bir durumdur. Her sabah işe gider, sessizce çalışır, akşam döner. İçinde ise çoktan yıkılmış bir şehir taşır.


🧠 Kürk Mantolu Madonna’nın Temaları: Derin Bir Ruh Tahlili

🔹 Yalnızlık ve İçe Dönüklük:

Raif Efendi'nin yalnızlığı, fiziksel değil ruhsal bir yalnızlıktır. Anlaşılamamak, kimseyle derin bir bağ kuramamak, onun karakterinin özüdür.

🔹 Kadın-Erkek İlişkilerine Eleştiri:

Maria, kendisini “sahiplenilecek bir nesne” olarak gören erkeklerden farklı olarak, Raif’te eşit ve özgür bir aşk bulur. Maria’nın feminist duruşu, romanı döneminin ötesine taşır.

🔹 Aşkın Dönüştürücü Gücü:

Raif’in hayatı, Maria ile tanıştıktan sonra ilk defa anlam kazanır. Aşk, onu hayata bağlar; ancak aynı aşk, kaybedildiğinde onun çöküşüne de neden olur.

🔹 Zaman ve Geç Kalmak:

Roman, sadece aşkı değil; zamanla yarışan insanın umutsuzluğunu, geç kalmışlığı ve pişmanlığı da işler.


✍️ Sonuç: Görünmeyenlerin Romanı

Kürk Mantolu Madonna, bir aşk romanı olduğu kadar, bir insanın anlaşılma arzusunun, kimliğini gizleyerek yaşamasının ve içsel yalnızlığının da trajedisidir. Sabahattin Ali, Raif Efendi aracılığıyla toplumun ezdiği sessiz bireyin romanını yazar.

"Ben, kimseye anlatamadığım bir hayat yaşadım."


🔍Kürk Mantolu Madonna kitabı ne anlatıyor?

  • Aşkın, yalnızlığın ve bastırılmış kimliklerin hikâyesini; bir ömrün iç dünyasını anlatıyor.

  • Kürk Mantolu Madonna neden bu kadar sevildi?
    Çünkü her okur, kendinden bir parça bulabileceği duygusal derinliğe ve evrensel temalara sahip.

  • Kürk Mantolu Madonna gerçek bir hikâye mi?
    Hayır, kurgu olsa da gerçekçiliği ve karakterlerin derinliğiyle yaşanmışlık hissi verir.

Panorama, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

 

Panorama, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, İletişim Yayın Evi 


Kitap, Türk İnkılabının geçirdiği safhaları siyasi, sosyal ve kültürel açıdan ele alarak, hayatımız üzerindeki yansımalarını, etkilerini ve insanlar üzerindeki endişeleri yalın bir dille anlatan bir fikir romanıdır. Yazar, Panoramada Türk İnkılabının temellerinin çok sağlam atılamadığını, cesur bir dille anlatmıştır.

Milletvekili Neşet Bey evinde dinlenmektedir ve ziyaretine pek hoşlanmadığı Mansurzade Hüseyin Efendi gelir. Hüseyin Efendi aslen çok eski kafalı birisi olmasına rağmen Neşet Bey’le yaptığı sohbette çok ilgi çekici konulara değinmiştir. Masurzade :”Medeniyet… Avrupa medeniyeti. Bilir misin ben bunu neye benzetirim? Otomobile. Otomobil, caddenin ortasından son sürat gidiyor. Sen bunun önüne geçip, durduramazsın. Ya bir kenara çekilirsin, ya da altında ezilirsin. Haa birde bunun içine binmek var. Emme, ben sana bir şey diyeyim mi? Otomobilin dümeni elinde olmadıktan kelli, içine binmek marifet değil. Makineyi bileceksin, o nasıl kullanılır öğreneceksin. Yani ona sahip olacaksın. Yoksa makine sana sahip olur. Onun ilminden anlayan şoför, seni istediği yere götürür, o senin emrine tabi olacağı yerde bakarsın, sen onun emri altına girmişsin. Her insan körü körüne buna razı olmak istemez.”

Banka idare reisi Servet Bey’in biri kız biri erkek iki çocuğu vardır. Kızı Sevim medeniyeti yanlış anlamış, ailesinin yanında bile fütursuz hareketler yapabilen birisidir. Oğlu Nedim de tam bir sonradan görmedir. Karısının da bu ikiliden farklı bir özelliği yoktur. Servet Bey’e gelince; az söyler, çok dinler ve bunun için herkes kendini, son derece tartılı ve saygılı bulur. Hiç münakaşaya girişmez, yüksek sesle konuşulan yerlerde oturmaz. Kendi çıkarıyla ilgisi olmayan işler için parmağını bile kıpırdatmaz. Cumhuriyet hükümetinin Babıâli kadrolarından devraldığı memurlara Ankara’da verilen bu büyük paye Servet Bey’de de son haddini bulmuştur. Her meselede ona müracaat edilmiştir. Oysa Servet Bey’in bugüne kadar hiçbir davayı kurtardığı, hiçbir zor işin üstesinden geldiği ve sırf onun bilgisine dayanılarak tek bir müessesenin kurulduğu görülmemiştir. Servet Bey’in Sırrı ve Ragıp isimli iki müteahhit dostu vardır. Tabi bu dostluğun sebebi karşılıklı menfaatten başka bir şey değildir.

Ankara’da halk güneş batmadan evine dönmek âdetinden vazgeçmemiştir. Hükümet dairelerinden veya başka devlet dairelerinden boşalan ileri sınıf memurlar küme küme Taşhan’dan otobüs duraklarına doğru ilerler. Kimi Gazi Bulvarında, kimi Yenişehir’deki apartmanlarda, kimi ise Bahçelievler’de oturur. Bunların hepsi de pırıl pırıl yeni mobilyalarla döşeli yepyeni evlerdir. Ve yine bu saatte İstasyon caddesinde rahat ve kalantor gösterişlerine rağmen kaygılı bir grup görülür. Hepsi tavır ve edada, kılık kıyafette o kadar birbiriyle eşittir ki, yabancı bir göz bunları bir tatil günü sivil elbiseler giyinip gezintiye çıkmış, aynı kışladan, aynı rütbeden, hatta aynı bölükten bir alay yedek subaya benzetebilir. Hâlbuki hepsi de başka başka yaşlarda, başka başka mesleklerde, başka başka seçim bölgelerinden gelen mebuslardır. İçlerinde itibarlıları, gözdeleri, zenginleri olduğu gibi, sıralarda el kaldırıp indirenleri ve başlarını sokacak iki odalı ev bulmakta, kış gelince kömür tedarik etmekte zorluk çekenleri de vardır.

O dönem vekiller için en önemli olay köşke davet almaktır. Şayet bir vekil birkaç günden beri köşke çağrılmıyorsa derin üzüntü duyar, geceleri gözlerine uyku girmez. Hele bu çağrılmamalar iki üç ayı buldu mu o vekilin hayaletten farkı kalmaz, İşte bunlardan bir tanesi de Halil Ramiz Bey’dir. Ramiz Bey sürekli düşünmektedir, nerede hata yaptığını hatırlamaya çalışmaktadır. Şef’e ve onun ortaya attığı inkılâp davasına aynı sadakatle bağlıdır. Eğer birkaç zamandır hiç sesi çıkmıyor ve doğru dürüst meclisin toplantı salonlarına bile uğramıyorsa, bu onun kabahati değildir. Toplantı salonu suyu çekilmiş değirmene dönmüş, mebusların bazıları merdiven altı ve koridor sohbeti yaparken diğer bir kısmı da basmakalıp sözlerle günü idare etmektedir.

Tahincizade Hacı Emin Efendi şapka kanunu çıktığı günden beri evinden dışarıya adım atmıyordu. Bu yaşa kadar her şeye eyvallah demiş, her devre uymuş, hatta işgal zamanında düşmanla hoş geçinmesini bilmiş, fakat iş baştan fesi çıkarmaya dayanınca birden bütün sabır ve tahammülü taşıvermiştir.

Neşet Sabit, Halil Ramiz ve vilayetin yerli mebusları trenden inerler. Vali Neşet Sabit’in komutan ise Halil Ramiz’in koluna girer, yerli mebuslar belediye ve parti erkânıyla gizli ve mühim bir şeyler konuşarak onların arkasından gelirler. Valinin lakabı “lüküs vali” dir. O kadarki mütareke devrinde, daha hiçbir resmi sıfatı yokken bile birkaç arkadaşıyla beraber modern köyler kurma teşebbüslerine girmiş, ilk kaymakamlıklarında dans ve konferans salonlu kulüpler açmıştır. Partinin gençleri özellikle Belediye Başkanı’ndan memnun değillerdir ve değiştirilmesini istemektedirler. Aday olarak ta Doktor Namık Ahmet’i göstermektedirler. Bu genç partililerin değişiklik isteği mebuslar arasında itilafa neden olmuştur. Halil Ramiz onların fikirlerinin dinlenmesinden yanayken, diğerleri aynı kanaatte değillerdir. Çünkü bu konuda partinin kararının önemli olduğunu düşünüyorlardır. Vekiller Ankara’ya dönenecekleri gün Halil Ramiz’e parti genel sekreterliğinden bir telgraf gelir. Bu telgraf onu kaza merkezinde baş gösteren bir parti buhranını tetkike memur etmiştir. Yanyalı Fazlı Bey isminde bir adam, Ankara’da yüksek mevki sahibi olan akraba veya hemşerilerinden birisinin nüfuzunu kullanarak haksız yere birçok  ve emlağa el koymuş ve bununla da kalmayıp, kendisini parti başkanlığına geçirttikten sonra, halkı her yandan istediği gibi kasıp kavurur olmuştur. Halil Ramiz yaptığı tahkikat neticesinde tam bir sonuca varamamıştır. Geri dönmeye hazırlanırken trende yanına gizlice birisi gelmiş ve Fazlı Bey hakkında dinlediği şeylerden farklı olaylar anlatarak mebusun kafasını iyice karıştırmıştır.

Bu dönem İstanbul’unda da sokaklarda yaşayan, geceleri parklarda yatan çocuklar mevcuttur. Bunlardan ikisi de romanda geçen Pertev ve Ziver’dir. Bu ikili yaptıkları bir hırsızlık neticesinde karakola götürülürler. Karakol Baş komiseri başından üç evlilik geçmiş ve her bir evliliği beşer altışar ay sürmüş birisidir. Komiser Hamdi Bey’in üç evliliği de esrarengiz ölümlerle sona ermiş ancak yapılan tetkiklerde bir neticeye varılamamıştır. Dördüncü evliliğini yapan Hamdi Bey yeni eşine de diğerlerine yaptığı gibi işkenceler yapar, ancak bu sefer eşini öldüremez. Hamdi Bey yakalanarak hapse atılır.

Servet Bey’in şımarık kızı Sevim denizden çıkmış acele acele evine giderken arkadaşlarına rastlamıştır, arkadaşlarının ısrarları üzerine onlarla bir limonata içmiştir. Daha sonra taksiye binip evine doğru giderken taksici kızı tenha bir yere götürür ve tecavüz eder.

Osman Nuri Bey karısı ve iki çocuğuyla yaşayan talihsiz birisidir. Hayatı tam bir düşüşe sahne olmuştur. Hanımı sadrazam kızıdır, geçmişte elde ettiği tüm varlığı babasının vefatıyla birlikte elinden birer bire haciz edilmiştir. En son oturdukları konağa da haciz gelmiştir. İşte bu üzüntülü günlerde birde işinden uzaklaştırılınca daha fazla dayanamaz ve intihar eder.

Diyarbakır Lisesi’nde edebiyat ve felsefe hocası Ahmet Nazmi ile İzmir Dış Ticaret Ofisi Müdürü Cahit Halit arasında sürekli memleketin genel durumu hakkında mektuplaşmalar olur. Bu mektupların birinde Ahmet Nazmi :’’Yıllar yılıdır haykırıp durduğumuz inkılâp kelimesinin daha ( i) harfi bile buraya aksetmemiş. Kabahat kimde? Bu halkta mı? Hayır, bin kere hayır, kabahat, bir inkılâbın plansız, teşkilatsız ve tekniksiz yapılabileceği hayaline kapılanlardadır. İki üç maddelik bir kanun, valiye, polise, jandarmaya birer emir… Her şeyi olmuş bitmiş farz ediyoruz, bu kanunların, bu emirlerin kafaların içi şöyle dursun hatta dışını bile değiştirmediğini görmek istemiyoruz.’’

Cahit Halit ise cevabında :’’O muhiti senin yaratman, o havayı senin entelektüelleştirmen lazım gelebileceğini aklından geçirmiyorsun. İstiyorsun ki bu kendiliğinden oluversin, yada başkaları bunu sana hazırlayıp buyurun desinler, bu ruh halinin bir inkılabın teşkilatsız, plansız kadrosuz yürütülebilir diyenlerden farkı nedir? Biz inkılapçıyız derken ne 93 inkılapçıları gibi bütün insanlara hürriyet ve eşitlik getirmek, ne de Ekim ihtilalcileri gibi bir sınıfı öbür sınıflara hakim kılmak iddiasında bulunuyoruz. Bizim için hürriyet istiklaldir ve müsavattan anladığımız şey Türk milletinin, büyüklük ve ilerilik vasfını tekel altına almış diğer milletlerle baş başa getirilmesi, denkleştirilmesidir. Sınıf mücadelesini bilmeyiz.’’

Ahmet Nazmi’den Cahit Halid’e cevap :’’Ben geçenlerde, parti müfettişlerinden birisine, her şeyden önce Kemalizm’in ideolojisini yapmak ve onu doktrinleştirmek lazımdır, demiştim de herif beni az kalsın bir küçük mektep çocuğu gibi tokatlayacaktı. Bu Frenkçe laflar da ne oluyormuş? Ne mana ifade ediyormuş? Bunlar hangi yabancı politik mezheplerden alınma tabirlermiş, Maksadım bir nevi faşistlik ya da komünistlik mi yapmakmış? Demir tavında dövülmelidir, oysaki demir çoktan soğumuş ve ateş sönmüştür. Ne vakit sönmüş bu ateş diyeceksin? Bu ateş, Kemalist Türkiye’nin anahtarlarını Babıâli tembelhanesinin bekçilerinin eline geçtiği gün sönmüştür.’’

Halil Ramiz partinin verdiği görevi tamamlayıp döndüğünde, soğuk bir havayla karşılaştır. Hem belediye seçimleri işi hem de kasabadaki tahkikat olaylarında rüzgâr kendisine doğru esmiştir. Bir bozguncu olduğu değerlendirilmeye başlanmıştır. Aslında işin beklide en acı tarafı onunla birlikte o bölgede bulunan mebuslar ki özellikle Neşet Bey çok yakın arkadaşı olmasına rağmen doğruyu söylemekten çekinmiş ve arkadaşını ateşe itmiştir. Halil Ramiz Ankara’ya gelince parti sekreteri kendisini çağırarak yazdığı raporu ve belediye seçimlerindeki tutumunu eleştirmiştir. Halil Ramiz yanlış bir şey yapmadığını seçime müdahale etmediğini söylediyse de karşısındaki kişi farklı kaynaklardan aldığı bilgilerin etkisinde ona pek inanmamıştır. Bunun üzerine Ramiz parti merkez heyeti azalığından istifa etmiştir.

Niyazi Bey emekliliğine iki yıl kalmış bir memurdur. En büyük hayali bir ev sahibi olmaktır. Nihayet hemen her sabah derin bir dikkatle gözden geçirdiği satılık ev ilanları arasında iki katlı köşkler kooperatifi ilanını görünce çok sevinmiştir. Aslında bu kooperatife güvenmesinin en büyük sebebi kooperatif başkanının Servet Bey olmasıdır. Ertesi gün ilk iş olarak kooperatife gider ve okumadan mukaveleyi imzalar. Ancak bir türlü inşaat başlamaz, başlamadığı gibi sürekli para istenir ve en sonunda da Niyazi Bey bir taksitini yatırmayınca hissesi başkasına satılır. Kooperatifin müteahhidi Sırrı Bey’dir. Sırrı Bey Servet Beyin yakın dostudur, Servet Bey onun sayesinde oldukça yüklü paralar kazanmıştır. Sırrı Bey bu iş için aldığı krediyi geciktirince banka Sırrı Bey’i sıkıştırmaya başlamıştır. Bankada görevli olmasına rağmen Servet Bey arkadaşının durumuna hiç oralı olmamıştır. Sırrı Bey iflasın eşiğine gelmiştir.

Panorama İkinci Bölüm: İkinci bölüm Büyük Atatürk’ün ölümü ve o dönem olaylarıyla başlar. Cumhuriyetin On beşinci yıldönümü törenlerine isteksiz hazırlanan milletvekilleri arasında yegâne konuşulan şey O’na ait haberler olmuştur. Aynen bu dönemde olduğu gibi Atatürk’ün öldüğü günlerde de düşmanlarının, sevmeyenlerinin olduğunu görüyoruz. Atatürk’ün cenaze töreninde ne mahşeri bir kalabalık vardır, o ıssız sarayın etrafı kadın erkek, genç, ihtiyar, çoluk, çocuk, zengin, fakir ve her cinsten, her mezhepten, binlerce, on binlerce, yüz binlerce insan, şafakla birlikte koca İstanbul şehrinin dört bir köşesinden sesiz sedasız fışkırarak Dolmabahçe’yi sel gibi kaplamıştır.

Atatürk’ün ölümü hem yurt içinde hem de yurt dışında geniş yankı bulmuştur. Yurt dışında Atatürk’le alakalı olarak bir Güney Amerikalı diplomat şöyle demiştir: ‘’Doğrusunu isterseniz, O büyük adamın adı bütün cihana ün salmaya başladığı güne kadar benim Türkiye ve Türkler hakkında hemen hiçbir fikrim yoktu. Türk denince, gözümün önüne gelen insan tipi, bundan kırk elli yıl önce bizim taraflara gelip yerleşmiş yarı Yahudi’ye, yarı Arap’a benzer birtakım şarklılardı. Kâh Amerika’nın, kâh Avrupa basınında sizin Devlet Başkan’ınıza dair yazıları okudukça kendi kendime bunlardan nasıl bu kadar yüksek ve müstesna bir deha çıkabilir? diye şaşar kalırdım.’’ Lugano isimli diplomat ise ’’Kimbilir ne kadar kederlisiniz. Anlıyorum; bu, memleketiniz için milli bir felakettir. Bizler bile sebebini bilmeden üzülmekteyiz. O, şüphesiz bu asrın en büyük adamlarından birisiydi. Belki sağ kalsaydı bu savaşın önünü alabilirdi. Hitler delisinin ona karşı derin bir hayranlığı varmış.’’şeklinde beyanat vermiştir.’’

İkinci Dünya Savaşı başlamıştır, memlekette genel kanı Almanya yanında savaşa girmektir. Ancak Meclis hiçbir zaman böyle bir karar almamıştır. Tabi bu dönemde romanımızın kahramanlarından Servet Bey paralarının büyük bir kısmını yurt dışına kaçırmıştır. Zaten kooperatif yolsuzluğundan dolayı da basında yer yer karalama yazıları çıkmaktadır. Servet Bey’in ailesine gelince onlar tecavüze uğrayan kızları düzelsin diye Ragıp Bey’le birlikte yurt dışında hayatlarına devam etmektedirler.

İlerleyen dönemde Demokrat Parti kurulmuştur. Birçok eski CHP milletvekili Demokrat Partiye geçmiştir. Bunlardan biriside Neşet Sabit’tir. Halil Ramiz bunda şaşılacak bir şey bulmamıştır. Zira bu eski bakanın son yıllardaki hal ve tavrı, Halk Partisi aleyhindeki düşünceleri ve nihayet bu partinin liderine karşı beslediği şahsi dargınlık, onu nasıl olsa böyle bir harekete sevk edecektir. Halil Ramiz her türlü zorluğa rağmen partisinden ayrılmamıştır. Ayrılmamıştır ancak partisi içinde ajan nitelemesine bile uğramıştır. Demokrat Parti o dönemlerde çok büyük mitingler düzenlemiştir. Mitinglerinde-yirmi yedi yıllık istibdat dönemine son-sloganını kullanmışlardır. Halil Ramiz böyle bir ortamda bir gün Atatürk’ün büstüne bakıp’’Büyük ve heybetli eserini ne hale soktuğumuzu görüyor musun ?’’der. Halil Ramiz yavaş yavaş büste yaklaşır. Ne kadarda her yerden ve her şeyden uzak, ne kadar da belirsiz, kapalı, dalgın bir hali vardır. Ne düşündüğü, neyi ifade ettiği belli değildir. Bütün çizgileri tıpkı, Türk Milletinin şu günlerdeki alınyazısını andırıyordur. O sağken memleketin mukadderatı her sarpa sardığında gözler hemen ona çevrilmiştir. Kaç kere her şeyin kaybolduğu, her ümidin kesildiği anlarda ondan medet beklenmiştir. Memleket her uçurumun kenarına geldiğinde O’nun kılavuzluğunda selamete kavuşmuştur. Ülke yine uçurumun kenarındadır ama O küskün küskün ülkesine bakmaktadır.

Bu arada yurt dışında büyük aşkı Sevim’le evlenemeyen Ragıp Bey yurda dönmüştür. Dönüşüne iflas eden Sırrı Bey fevkalade sevinmiştir. İlk buluşmalarında Ragıp Bey Sırrı Bey’in durumunu görünce çok şaşırmıştır. Ayrıldıkları zaman Sırrı Bey’in maddi durumu son derece iyi durumdayken şuanda Sırrı Bey bütün servetini kaybetmiştir. Sırrı Bey de Demokrat Parti’nin kuruluşundan sonraki günlerde, ters giden talihinin döneceğini düşünmüştür. Fakat bütün umutlarının boşa çıktığını görünce yirmi beş yıldır bir kerecik bile ayak basmadığı memleketine geri dönmüştür. Bir zamanlar Sırrı Bey’in yanında çalışanlar ise şimdi zengin olmuşlardır.

Cahit Halit eski dostu Ahmet Nazmi’ye gönderdiği son mektuplardan birisinde:’’Bize, fikirler ve kanaatler doğrudan batıdan gelir. Fakat gelen şeyler aynı posta paketlerinin içerindekiler gibi buruşuk bir vaziyette gelir. İsviçre’de iktidar diye bir söz yoktur. Yalnız, hizmet vardır. Halkın emrinde, sessiz sedasız, gürültüsüz, patırtısız hizmet vardır. Bunun dışında Latin Amerika’sıyla, Balkan memleketlerindeki demokrasileri de göz önünde bulundurmak lazım gelir. Biri anarşinin, öbürü demagojinin has örnekleri olan bu rejimler sözde, halk idaresine dayanmaktadır. Bizim demokrasimizde, günün birinde bunlara benzeyecek diye ödüm kopuyor. Mutlaka Atatürk de vaktiyle bu endişeyi hissetmiş olacak ki, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, demokrasinin yalnız prensiplerini alıp, bu çeşit örneklerden hiçbirisini taklide yeltenmemiştir.’’Cahit Halit’in Ahmet Nazmi’ye yazdığı bu mektup cevapsız kalmıştır, birbirlerine yazdıkları son mektup olmuştur.

Romanın son kısmında işinden atıldığını öğrenince intihar eden Osman Nuri Bey’in oğlu Fuat ile Cahit Halit’le dostluklarını bitiren felsefe öğretmeni Ahmet Nazmi sık sık bir araya gelerek siyasi ve güncel memleket konularında tartışırlar. Yine böyle bir tartışmanın sonunda Fuat Ahmet Nazmi’ye kızarak dışarı çıkar. Ahmet Nazmi de Fuat’ın arkasından dışarı çıkar, iki arkadaş sokakta, bir süre konuşmaksızın yan yana yürürler. Fuat Ahmet Nazmi’yi tarikat ayini yapılan bir yere götürür. Ahmet Nazmi gördüğü manzaradan ürkerek Fuat’a buradan ayrılmak istediğini söyler. Fuat ise tam aksine ayin yapılan binanın içine girer ve tarikat mensuplarıyla tartışmaya başlar. Tartışma iyice şiddetlenir. Ayinciler her ikisini de orada vahşice öldürürler. Ertesi gün cesetleri bulunduğunda ikisi de tanınmayacak haldedir.

Sodom ve Gomore, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

 

Sodom ve Gomore, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, İletişim, 2005, İstanbul


          Roman, Mondros Mütarekesinin ardından işgal kuvvetlerinin İstanbul’da meydana getirdikleri fiziksel ve ahlaki tahribatı konu edinmiştir. Zaman olarak 1922 yılına kadar yani işgal kuvvetlerinin çekilmelerine kadar sürer. Başta İngiliz subayları olmak üzere tüm işgal devletlerinin askerleri, Türklüklerini yitirmiş, kokuşmuş Türk aileleri ile birlikte, Anadolu’da Türk’ün ateşi yanarken zevk ve sefa âlemlerine dalmışlardır. Ancak bu aldanış hem işgal güçlerine hem de kişilikleri çürümüş Türk ailelerine pahalıya mal olmuştur.

          Sodom ve Gomore, halen İsrail ile Lübnan arasındaki Lût Gölü çevresinde bulunan iki şehre verilen addır. Kutsal kitaplarda bu iki şehrin insanının (Lût Kavmi) Tanrı tarafından içine düştükleri sapkınlıklardan dolayı cezalandırıldıkları ve taş haline getirildikleri yazılıdır. Yazarın romanına bu ismi seçmesindeki amaç da Lût Kavmine benzer şekilde davrandıklarını değerlendirdiği işgal güçleri ve bazı Türk aileleridir.

          Roman Captain Gerald Jackson Read isimli İngiliz subayının kaldığı otel odasında geç uyanışını, manikür vs. işlerle uğraşıp bakımını tamamladıktan sonra odadan ayrılışını tasvir ederek başlar. Captain Read, tüm kadınların ilgisini çekecek kadar yakışıklılığı ile birlikte o İngilizlere has soğuk ve donuk kişiliği de bünyesinde bulundurmaktadır. Bu sebepledir ki romanda en çok kadın değiştirdiği bahse konu olan kişi bu İngiliz subayıdır. O gün de otel odasından gerekli bakımını yaptıktan sonra gideceği yer yeni flörtü Leyla’ların evindeki davettir. Dönemin üst tabaka sosyetesinin en gözde ismi olan bu İngiliz subayı ile birlikte olmak, hatta adının yan yana telaffuz edilmesi bile bir bayan için en onur verici şey olarak algılanmaktadır. Leyla’nın babası, Sami Bey, işi gereği yabancılarla fazlaca içli dışlı olmuştur. Bu sebeple onların evine gelmelerini kendi adına gurur vesilesi bilmektedir. Aynı zamanda Türk’ten gayrı her milletin sözüne inanır ve Türkiye’ye ait meselelerinin mutlaka başkaları tarafından halledilebileceğine kanidir. Yabancıların, kızı Leyla ile ilgilenmeleri de onu hiç rahatsız etmez. Leyla’nın annesi zaman zaman bu durumdan, Necdet’ten dolayı, şikâyetçi olsa da kızının beni kıskanıyorsun demesi üzerine sindirilmiş vaziyettedir. Necdet ise Leyla’nın nişanlısı ve aynı zamanda akrabasıdır. Romanın diğer kahramanları ve Leyla’ların evindeki davetin diğer misafirleri ise Major Will, Captain Marlow, Madam Jimson, Makbule hanım ve kızı Nermin, Azize hanım vs.dir.

          Necdet, yurt dışında eğitim görmüştür ancak milli duygularını henüz kaybetmemiştir.  Özellikle İngilizler başta olmak üzere bütün işgal güçlerine çevresindeki kişilerin aksine nefretle bakmaktadır. Ailelerin tasvibi üzerine Leyla ile nişanlanmış, zamanla onu sevmiş hatta âşık olmuştur. O da Leyla’ların evine sık sık gidip gelmektedir. Hatta o günkü davette tatsızlık çıkmasın diye Necdet gelmeden hemen önce Captain Read’ı göndermişlerdir.  Ancak gecenin ilerleyen saatlerinde İngiliz subayının bu kez telefon açması ve Leyla’nın uzun süre bu adamla konuşması üzerine hiddetlenen Necdet Leyla’nın yüzüne bile bakmadan evi terk eder.

          Duygularına engel olamayan Necdet kendisinin de önceden duyduğu dedikodulara yerinde şahit olunca hem Captain Read’a hem de Leyla’ya daha çok hiddetlenmeye başlar. Eline geçirse belki ikisini de anında boğacaktır. Captain Read’ın eski sevgilisi olan madam Jimson’un evinden telefon açması üzerine Necdet o evin önünde bekleyen arabanın Captain Read’ı almaya geldiğini anlar, ancak adamın çıkışında yapmak istediği girişimi yapamaz. Artık Leyla’ya iyiden iyiye dargındır.

          Captain George Marlow,Captain Read’ın arkadaşıdır.Ancak Marlow’un oldukça farklı eğilimleri vardır. O,erkeklerden hoşlanmaktadır. Çoğu zaman para ile bu tarz oğlanlar bulmakta ve onlarla birlikte olmaktadır.

          Necdet’le Leyla’nın aralarının açık olduğu bilinip yayılmaya başlar hatta barıştırma girişimleri olur. Nuriye Hanım ismindeki akrabaları bir Amerika’lı ile tanıştırmak vaadiyle Necdet’i çağırır. Necdet girişimin sebebini bile bile gider. Amerikalı Miss Fanny Moore isimli kadın oradadır ve Leyla da çok geçmeden gelir. Evlenmeden evvel erkek ve kadının cinsel uygunluğunun mutlaka tespit edilmesi gerektiğini savunan kızın başlattığı tartışma, Necdet ile Leyla’nın arasını büsbütün açar.

          Bu gelişmeler üzerine mektuplaşma başlar. Leyla af diler. Ancak Necdet açılan yaranın onun sandığından çok daha derin olduğunu anlatması üzerine Leyla Necdet’in evine gelir. Kısa bir konuşma ve ardından Necdet’in zaafı Leyla’ya kendisini affettirmek için fırsat yaratır. Leyla, “Beni sevmek bana katlanmaktır” vurgusunu Necdet’in zihnine işler. O günden sonra Necdet de sırf Leyla’yı İngiliz’e karşı daha yakından takip edebilmek için onların hayatına katılmaya karar verir.

          Ancak kendi verdiği bu sözden yine kendisi vazgeçecektir. Bunun sebeplerinden birincisi Galatasaray lisesinden arkadaşı olan Cemil Kâmi ile birlikte bir akşam yemeği için gittikleri lokantada üç İngiliz subayının feslerini çıkarmaları konusunda yaptıkları baskılar ki bunlardan biri Captain Marlow’dur ardından bu sarhoş adamların lokantanın şarkıcısı genç erkeğe sırnaşma girişimleridir. İkincisi ise sebepsiz sorgusuz bir gün sabah yatağından apar topar askerler tarafından alınarak götürülmesidir ki bu olayda Captain Read ile Marlow’un büyük payları vardır. Ancak Leyla’nın girişimleri ile serbest kalacaktır.

          Romanın en mühim olaylarından biri Major Will isimli İngiliz subayının Orhan Bey isimli birisi sayesinde yeni satın aldığı yalısının açılış törenidir. Madam Jimson’u ev sahibesi olarak görevlendirir. Davete yine jet sosyete işgalcilerle birlikte katılır, hatta birbirleriyle yarış ederler. Will evin odalarını davetlilere tek tek kendisi gezdirir. Yalının eskiden ibadethane olan odasını kendisine yatak odası yapar ve bu odayı sadece erkeklere gösterir. Bir de geç saatlerde Miss Fanny Moore ile Nermin’in lezbiyen ilişkisine ortam olarak kullanır. Yokluklarından şüphelenen davetliler iki kızı çıplak olarak bu odada basar. Aynı gece evin bahçesinde Captain Read ile Leyla’nın bahçedeki faaliyetlerine şahit olan ve İngiliz ile yaka paça tutuşan Necdet yine Leyla ile uzun sürecek bir ayrılık dönemine girecektir.

          Azize hanım bu topluluk içinde Captain Marlow’u gözüne kestirir. Ancak kadının bu geceki ve bundan sonraki bütün girişimleri sonuçsuz kalacaktır.

          Leyla ayrılığı noktalamak için Necdet’in evine gider. Ancak nefreti ile karşılaşır. Sille tokat şiddetli bir şekilde başlayan kavga ateşli ve şiddetli bir sevişmeye dönüşür ve yine barışırlar. Leyla Necdet’in İngiliz’i düelloya davetini de güç bela iptal ettirir. Captain Read’ın Necdet’e karşı acımasız tavrını görünce ondan iyice soğur.

          Azize hanımın ele geçirmek için çırpınıp durduğu Captain Marlow ise Azize’nin kocası Atıf ile ilgilenmektedir. Hatta Atıf onu evine getirince Azize tam fırsatını bulduğunu sanmış, ancak bu fırsatı beylerin kendileri için yarattıklarını anlayamamıştır. Atıf’ın isteği üzerine Marlow bıyıklarını dahi keser.

          Captain Read bu soğukluk dönemini padişah yeğenlerinden Nail Bey’in karısı Şehnaz Sultan ile değerlendirir. Dedikodular ise alır başını gider.

          Leyla ise Necdet’ten evlilik için bir tarih belirlemesini ister. Ancak Necdet ileride başına gelebileceğini tahmin ettiği olayların tesiriyle cevapsız bırakınca Leyla’nın “tarih belli olana kadar görüşmeme” talebi ve tehdidi ile karşılaşır. Necdet’ten ise bu tarih hiçbir zaman gelmez. Necdet’ten iyice uzaklaşan Leyla’nın adı zengin bir Amerikalı ile anılmaya başlar, dedikodular artar. Necdet içten içe kendisini yiyip bitirir. Bir ara Anadolu’ya geçmeyi düşünür ancak ona da cesaret edemez.

          Madam Jimson yeni arkadaşı İtalyan albayı şerefine evinde gece düzenler. Amacı yeni sevgilisini sosyeteye tanıtmaktır. Necdet de davetlidir. Bir yanı isteyerek bir yanı istemeyerek katılır. Madam Jimson ise kocasının ölüm döşeğinde olmasına aldırmayarak bu daveti yapar ki gece bitmeden adam ölecektir. Necdet de Leyla ile bir kez daha karşılaşma fırsatı yakalayacaktır.

          Madam Jimson kocasını ölümünün ardından tam hürriyete kavuşan zengin, bakımlı bir dul olur. Ancak kocasının mirası konusunda kimlik sorunu yaşasa da bunu çabuk atlatır. Bir zamanlar en azılı rakibi olan Leyla’nın önüne gelenle düşüp kalkması, dedikoduların alıp yürümesi üzerine iyice yüklenme kararı alır. Leyla’nın, sosyeteden uzaklaştığını veya uzaklaştırıldığını hissettiği bir dönemde bunu test etmek için düzenlediği müzik/sanat gecesine kimsenin katılmamasını düzenleyeceği bir yemekli organizasyonla yine madam Jimson sağlar. Bu ağır mağlubiyet sonucu Leyla depresyona girer bir daha kendisini doğrultamaz. Jimson, Leyla ile ilgili haberleri babasının kızına ayarladığı doktordan gün be gün alır. Sonunda Leyla’nın yurtdışına gönderilmesine karar verilir ve İtalya’ya gönderilir. Kızını İtalya’ya gönderebilmek için yeterli parası olmayan, Sakarya savaşından sonra işgal kuvvetlerinin konumunun da iyice zorlaşması sonucu kimseden borç bulamayan Sami Beyin son çaresinin cefakâr ve fedakâr Necdet olduğunu Leyla hiçbir zaman bilmeyecektir.

          Anadolu’da milli harekete katılan ve Kızılay ile ilgili bir iş için İstanbul’a gelen Cemil Kâmi ile Necdet’in bu seferki görüşmeleri artık İstanbul’dan bile hissedilmeye başlanan gelecek zafer ile ilgilidir. Ağustos ayının sonuna yetişen zafer İstanbul’da çeşitli gösterilere sahne olur. İşgal kuvvetlerinin gözleri önünde, artık onların ses çıkaramadan izlemek zorunda kaldıkları bu olaylar onları ve sosyete ve yardakçı ailelerini yasa boğarken Türk insanını hudutsuz sevince boğar. İngilizler artık buradan bir an önce ayrılmayı planlarlar.

          İtalya’daki tedavisinin ardından yurduna dönen Leyla ve ailesi gelişmeler karşısında kolu kanadı kırılmış vaziyette nereye tutunacaklarını bilemezler. Son bir gayretle Leyla’nın yaptığı Necdet’i tekrar kazanma girişimleri de sonuçsuz kalır. Necdet, defaatle barışmak suretiyle karakterini zayıflatan bu kızı artık kalbinden silmiştir ve o artık vatan aşığı olmuştur.

Türk'ün Ateşle İmtihanı, Halide Edip ADIVAR

Türk'ün  Ateşle İmtihanı, Halide Edip ADIVAR,  Yeni gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.,  Eylül 1998

                        :

          Halide Edip,Türkiye’nin işgaline karşı çıkmış, ünlü Sultanahmet mitingine(1919) konuşmacı olarak katılmış,halkı mücadeleye çağırmıştır. Kurtuluş savaşı yıllarında eşiyle birlikte Anadolu’ya geçmiş Atatürk’ün yanında yer almıştır. Kongreleri ve milli hükümeti kurmak için yapılan çalışmaları, ermeni faaliyetleri ve bu faliyetlere karşı yapılanları ve milli mücadelenin safhalarını sırası geldikçe anlatmaktadır.

          Halide Edip, Sakarya Savaşından sonra Batı Cephesi’ne gitmiş, Kızılay’da hastabakıcı olarak çalışmış, Zaferden sonra düşmanın Anadolu köy ve kasabalarında meydana getirdikleri zararları görmek ve incelemek üzere kurulan komisyonlarda görev almış bir vatanseverdir. Yaşadıklarını ve gördüklerini bu anı kitabında özet olarak aşağıdaki  şekilde anlatmaktadır.

          İstanbul'un işgalinden sonra, işgal kuvvetleri ve azınlıklar Türk ahaliye çok kötü davranırlar.Azınlıklar Müttefik askerlerinden güç alarak Türk vatandaşlarına çok kötü muamele etmeye başlarlar. Sokaklarda fesler, kadın peçeleri yırtılıyor, insanlar hakaretlere maruz kalıyordu. İngiliz genel karargahının komutanı Kolonel azınlıklara mensup bütün mahkumları serbest bırakıyor, Türklerin hiç biri silah taşımamakla beraber azınlıklara silah dağıtılıyordu. Halk ümitsizlik içindedir. Yöneticilerde ülkenin geleceği ile ilgili fikir birliği oluşmamıştır. Osmanlı Meclisi kapanmıştır. Kazım Karabekir Paşa, o zaman memleketimizde tek hatırı sayılır Türk ordusunun başında bulunuyordu. Kendisi, aynı zamanda itilaf kuvvetlerinin Şarki Anadolu’da bir Ermenistan kurulmasına karşı halkı silahlandırmaya başlamıştı. Bu bölgede büyük kargaşa yaşanmaktadır. Birinci Dünya savaşında Ruslar’la birlikte hareket edip Türk ordusunu arkadan vuran Ermenilerden öldürülenlerin, Anasız ve babasız çocukları Türk yetimhanelerine götürülmüş, Müslüman ve Türk olarak kaydedilmişlerdi. Şimdi Ermeniler ana, babalarını öldürdükleri yahut göçe zorladıkları Türk çocuklarını Ermeni yetimhanelerine Ermeni çocuğu diye kaydettiriyorlardı. Amerikalılar da Yakın Doğuya yardım merkezi adı altında bir müessese kurarak yetimhanelerdeki çocukların hangisi Türk, hangisi Ermeni ayırt edeceklerdi.Çoğunlukla Ermeni veya Türk çocuğu olduğuna çoğu zaman karar verilemiyor, kayıtlarında büyük yanlışlıklar yapılıyordu. Kurulan komisyonlar ayırım işini  yapamıyorlardı.

          Bu arada İzmir işgal edilir. Bu işgal çok büyük üzüntüye neden olur. Bunun üzerine İstanbul'da birçok toplantı düzenlenir. Halide Edip bu toplantılara konuşmacı olarak katılır. Sultanahmet mitinginde yaptığı konuşmadan bazı bölümler şöyledir.” Kardeşler, evlatlar, size dünyanın verdiği hükmü dinleyiniz: Avrupalı itilaf devletlerinin  tecavüz siyaseti bazen hıyanetle ve daima haksız olarak Türkiye’ye çevrilmiştir. Eğer ayda ve yıldızlarda da Türk’le Müslüman  bulunduğunu söyleseler oralara da istila orduları gönderirlerdi. Nihayet hilali parçalamak için ellerine bir fırsat geçmiştir. Bu kararlarına karşı bizi tutacak hiçbir Garplı kudret yoktur. Bu meselede bu insani olmayan karara katılmayanlar da ayni derecede belki daha da mesuldurlar. Onların hepsi, insan haklarını ve millet haklarını müdafaa için bir mahkeme kurmuşlar, fakat orada yenilenlerin parçalanması hükmünü vermişlerdir.Türklere günahkar diyen bu kimselerin kendileri o kadar günahkardırlar ki , Okyanusun suları onları temizleyemez. Hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir. Bütün milletlerin haklarını kazanacağı gün çok uzak değildir. O gün geldiği zaman, bayraklarınızı alınız, bu maksat için canlarını veren kardeşlerinizi ziyaret ediniz.”

          Bu toplantılar, Millî Mücadele için zemin hazırlar. İzmir'in işgalinden bir gün sonra 16 Mayıs'ta Mustafa Kemal Paşa, doğudaki kargaşaya  son vermek için, hükûmet tarafından 9’ncu Ordu Müfettişi olarak görevlendirilir. Mustafa Kemal Paşa gizliden gizliye, Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Rauf Bey ile anlaşır. Miralay Refet Paşa ve Albay Arif Bey, Mustafa Kemal ile birlikte hareket ederler. Amasya'da ilk tarihi toplantıyı yaparlar. Arkasından Erzurum ve Sivas Kongreleri yapılır. Anadolu'da bir diriliş hareketi başlar. Millî Hükûmetin kurulması çalışması hız kazanır.

          Halide Edip ve onun gibi Anadolu hareketine destek verenleri İngilizler tutuklamak için faaliyete geçerler. Yerlerini bildirenlere para ödülü verileceğini bildirirler. İstanbul’dan Anadolu’ya Kurtuluş ordusuna silah ve malzeme kaçıran teşkilatların yardımıyla  bin bir güçlükle kaçarak Anadolu'ya geçerler. Ankara'nın yolu tehlikelerle doludur. İstanbul'da işgal güçlerinden kaçan vatanseverler, Anadolu'da hem azınlık çetelerinden, hem de padişah yanlılarından saklanmak zorunda kalırlar.

          Bu grup Ankara'ya ulaşır. Orada Mustafa Kemal tarafından karşılanır.Ankara’da Ziraat Mektebi binası Karargah haline getirilmiştir.Anılarında, işte bu yer, yeni hükümeti ve yeni Cumhuriyeti yaratacak binaydı diye bahseder.

          Millî Mücadele için bir çok hazırlık yapılmasına rağmen ne dış dünyaya, ne de ülke içine sesleri duyurulamıyordu. İlk iş olarak Yunus Nadi ile Halide Edip Anadolu Ajansını kurar. Böylece millî hareketin anlamı duyurulmaya başlanır. Halide Edip Karargahta İngilizce gazetelerin siyasete kaçan bölümlerini tercüme ederek,Mustafa Kemal Paşa’nın katibi Hayati Bey in getirdiği telgraflar arasından Anadolu Ajansı veya Hakimiyeti Milliye gazetesi için lazım gelen parçaları keserek, bundan başka Mustafa Kemal Paşa’nın diğer muhaberatına ait yazıları hazırlar. Artık Ankara, Millî Mücadelenin merkezidir. Bu arada TBMM açılır; Mustafa Kemal Paşa başkan seçilir.

Yeni kabinede şu isimler bulunuyordu.Hariciye Vekili Bekir  Sami Bey,Dahiliye Vekili Cami Bey, Milli Müdafaa Vekili Fevzi Paşa, Sıhhiye Vekili Dr.Adnan, Maarif vekili Dr.Rıza Nur, Ziraat Vekili Yusuf Kemal Bey, Adliye Vekili Celalettin Arif Bey, Şeriye Vekili Mustafa Fehmi Efendi, Maliye Vekili Hakkı Behiç Bey, Nafıa Vekili İsmail Fazıl Paşa, Erkanı Harbiye Reisi Miralay İsmet Bey.

          Anadolu'nun her yanında yeni oluşmuş, şekil almamış düşünceler arasında mücadeleler devam ediyor, her yerde kardeş kanı dökülüyordu.Düşmana karşı savaşmak için dağa çıkan topluluklar başı bozuk hareket ediyorlardı. Kötü niyetli olanlar halkın elindeki malzemeyi ve erzakları almaya teşebbüs ediyorlardı. Düzenli birlikler kurularak çıkan isyan ve kargaşalar bastırılır. Anzavur isyanını bastıran Çerkez Ethem birlikleri Ankara’dan gönderilen direktifleri dinlemeyerek kendi başına hareket etmeye başladı. Durumun tehlikeli bir hal almaya başladığını gören Mustafa Kemal Paşa, Yunanlılarla işbirliği yapan bu birliklerin tepelenmesine karar verdi. Albay İsmet Bey’in komutasında toplanan bütün piyade birlikleriyle harekete geçilerek asi kuvvetler dağıtılır. Çerkez Ethem’de kardeşleriyle birlikte Yunanlılara sığınır. Batı Cephesinde birçok savaş yapılır. Birinci ve İkinci İnönü Muharebelerinde başarı elde edilse de yeterli olmaz..

          Bu savaşlar esnasında Halide Edip cephelerde çeşitli görevlerde bulunur. Eskişehir’de hasta bakıcılık yapar. Daha sonra üstün Yunan kuvvetleri  büyük bir taarruz başlatır Türk ordusu tehlikeli durumdan kurtulmak için 25 Temmuz 1921’de Sakarya’nın Doğusuna çekilir. Büyük Millet meclisi durumu vatansever bir hisle telakki ediyor, Mustafa Kemal Paşa nın Başkomutan olmasını istiyorlardı. Atatürk, 5 Ağustos 1921’de Başkomutan seçilir. Tüm yetki Mustafa Kemal'e verilir.

          Düşman Polatlı'ya kadar gelmiştir. Sakarya Irmağının kıyılarında ordumuz tertiplenir. Halide Edip, burda cephede geçen olaylardan bir tanesini şöyle anlatır. “25 Ağustos’da savaş başladı.İlk günleri, Yunanlılar yer kazanıyordu. Ufak tepeleri birer birer ele geçiriyorlardı.Bu tepeler askeri bakımdan çok önemli idiler. Mustafa Kemal Paşa onların Çal tepesini işgal edinceye kadar korkulacak bir şey olmadığını, fakat Haymana’ya girerlerse, bizimde kapana tutulacağımızı söyledi.Yunan uçakları uçuşup duruyorlardı. Binbaşı Ali bizim yerimizi keşfetmiş olmalarından endişe ediyordu. Bir hafta geçmeden Çal Tepesi düştü. Bu aralık ,Mustafa Kemal Paşa, Refet ve İsmet Paşalar karargahta toplanmışlardı.Korkunç bir sükut yaşanıyordu. Mustafa kemal Paşa çok sinirlenmişti, geri çekilme emri için durumu netleştirmeye çalışıyordu. Gece yarısından sonra saat tam ikiydi. Fevzi Paşa telefondadır, aralarında şu şekilde bir konuşma geçer.Ne? Vaziyet lehimize mi dediniz? Ne? Yunanlılar kuvvetinin sonuna mı geldi, geri mi çekilecekler?” Orada duranların gözleri ışıldadı. Mustafa Kemal Paşa geldi.Yunanlıların daha ileri gitmeden önlerine göndereceği kuvveti temin için plan yapmaya başladı.” Muharebeler sonunda Yunanlılar daha fazla ilerleyemez ve Sakarya nehrinin batısına çekilerek tertiplenirler.

          Halide Edip Yunan esirlerden aldığı bilgileri şöyle anlatır.” Bize her tepeye hücumda, arkasında Ankara var diyorlardı.On altı gün geçti Ankara görünmedi.Türklerin eline geçersek bizi öldüreceklerini söylüyorlardı. Durmadan da makineli tüfeklerle bizi ileri sürüyorlardı.” Yunanlı işgal ettiği bölgelerde halkın namusuna ve canına kastetmektedir. Türkler angarya olarak çalıştırılıyordu. Sakarya meydan Muharebesinden sonra ,yine çeşitli cephe birliklerinde ve Ankara’da karargahta görevlerde bulundu.

          Geçen süre içerisinde Türk ordusu taarruz için hazırlıklarını tamamlar. Nihayet 26 Ağustos 1922 Başkomutanlık meydan muharebesi başlar. Konya’ya görevli giden Halide Edip 27 sinde Afyon’a ulaşır. Karargaha vardığı anı şöyle anlatmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa bir harita üzerine eğilmişler bir şeyler konuşuyorlardı. Mustafa Kemal Paşa’nın başında yüz güneş doğmuş gibi yüzü aydınlanıyordu. Geçmiş günlerde neler çekmiş olduğunu düşünerek Mustafa Kemal Paşa’nın neşesi insana ferahlık veriyordu. Dedim ki:” İzmir ‘i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz.” “ Dinlenmek mi?” Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz ,birbirimizi yiyeceğiz. “Niçin? O kadar yapılacak iş var ki. “

          Birçok çatışmadan sonra uygun an yakalanır. Düşman çekilmeye zorlanır. Düşman çekilirken Yunan mezalimi had safhaya ulaşmıştı. Kadınların ırzına geçiliyor, evler yakılıyor, hayvanlar öldürülüyordu. Polatlı'da yapılan mezalimi incelemek için bir şube kuruldu. Bu şubenin başına Halide Edip getirildi. Şubede Yakup Kadri, Yusuf Akçora, bir teğmen ve bir de fotoğrafçı bulunmaktaydı. Yunanlıların bu köylerdeki hareketi aklını kaçırmış insanların hareketiydi. Görülen manzara korkunçtu. Kirletilen kadınlar, yakılan evler ve öldürülen hayvanlar... Bu bir vahşetti.

          Yunanlı çekilirken ne Yunanlı, ne de Türkler ölülerini gömmeye fırsat bulamıyordu. Her taraf yanmış insan cesetleri ile doluydu. Yunanlılar köy ve kasabaları ateşe vererek İzmir'e gelirler. Fakat komutanları esir düşer. Türk ordusu da Yunan ordusunun arkasından İzmir'e girer. Artık Yunan Anadolu'dan kovulmuştur.

          Ankara da bulunduğu süre içerisinde yine Kazım Karabekir Paşa ile tanışır, yetim çocukları nasıl evlat edinerek onları okuttuğunu ve savaşın izlerini çocukların hafızalarından silmek için uğraştığını ve çocukların sevincini anlatır.Ankara’da zaferden sonra bile Atatürk’e karşı nasıl oyunlar oynandığını fakat Atatürk’ün her şeyin farkında olduğunu anlatır.Kocası Dr..Adnan’a İstanbul’da bulunan Yabancılara karşı Ankara hükümetinin mümessilliği teklif edilir. Halide Onbaşı, İstanbul'a dönmenin zamanının geldiğine inanıyordu, sevinçliydi. Bu vazifeyi yerine getirmek için İstanbul’a hareket ederler.

          Yol boyunca Anadolu'nun yıkılmışlığı evsiz, barksız, aç, perişan insanların ortalıkta dolaşması Halide Hanımın yaşanan bu büyük trajediyi tekrar tekrar yaşamasına neden olur.

          Halide Edip kitabın son bölümleri olan İstanbul’a gidiş ve yaşadıklarını şöyle anlatır.İzmit Körfezi’ni ve zeytinliklerin mavi sulara vurmuş akislerini, körfezi çevreleyen o güzelim yeşil tepeleri görünce, iki yıl önce buralardan ayrılışımı hatırladım.İçimde sanki iki asırlık bir hasret ve ayrılık yer etmişti. Bayraklar,çiçekler,alaylar, mızıka ve halk gelip geçti.Bu halkın kendi günü, kendi zaferiydi.Bunu mukaddes bir şey olarak kabul ettik ,onlarla beraber Babıali’ye kadar yürüdük. Babıali’de çay içtik ve onu takip eden sahne benim adeta bir sinema şeridi gibiydi. Nihayet, evimiz, Mahmure abla’nın evi, iki yıl önceki ev. O da bambaşkaydı. Duvarlar badanalı, ortalık çiçeklerle dolu,ışıklar yanıyor. Oradaki son sahneyi tahayyül etmek için derin derin düşünmek lazımdı. Mahmure ablanın boynuna kollarımı doladım. Çocukluk günlerinde olduğu gibi birbirimize sarıldık.

          Halide Edip Adıvar, ‘’‘Türkün Ateşle İmtihanı’’ adlı anı kitabını şu sözleriyle bitirmektedir.’’Mensup olduğum millet istiklalini, tarihin en asil ve zor bir ateş imtihanından sonra kazanmıştı.Fakat diğer bir ideale de kavuşması gerekti. Böyle bir ideale kavuşmak için, İnsanlar tarihte sehpalarda, zincirler içinde ölüp giderler, sürgünlerde ömürlerini geçirirler. Onların imtihanını yalnız çekenler bilir. Onların savaşını hiçbir zaman alkış takip etmez. Alelade mütevazı askerler gibi gelip geçerler. Bu, tek başına kazanmak için mücadele edilen gaye hürriyet imtihanıdır.İstiklal Savaşı’nın imtihanında en başta telakki edilen  ve sembol olan Mustafa Kemal Paşa vardı. İşte bundan dolayı onun devrinde eziyet çekmişlerin bile , kalplerinde daima bir yeri vardır. O, sonu gelmeyen hürriyet alanındaki çabalamaların bir sembolüdür. Türk milleti de diğer hür dünya milletleri gibi hür olacaktır.