yakup kadri özet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yakup kadri özet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Panorama, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

 

Panorama, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, İletişim Yayın Evi 


Kitap, Türk İnkılabının geçirdiği safhaları siyasi, sosyal ve kültürel açıdan ele alarak, hayatımız üzerindeki yansımalarını, etkilerini ve insanlar üzerindeki endişeleri yalın bir dille anlatan bir fikir romanıdır. Yazar, Panoramada Türk İnkılabının temellerinin çok sağlam atılamadığını, cesur bir dille anlatmıştır.

Milletvekili Neşet Bey evinde dinlenmektedir ve ziyaretine pek hoşlanmadığı Mansurzade Hüseyin Efendi gelir. Hüseyin Efendi aslen çok eski kafalı birisi olmasına rağmen Neşet Bey’le yaptığı sohbette çok ilgi çekici konulara değinmiştir. Masurzade :”Medeniyet… Avrupa medeniyeti. Bilir misin ben bunu neye benzetirim? Otomobile. Otomobil, caddenin ortasından son sürat gidiyor. Sen bunun önüne geçip, durduramazsın. Ya bir kenara çekilirsin, ya da altında ezilirsin. Haa birde bunun içine binmek var. Emme, ben sana bir şey diyeyim mi? Otomobilin dümeni elinde olmadıktan kelli, içine binmek marifet değil. Makineyi bileceksin, o nasıl kullanılır öğreneceksin. Yani ona sahip olacaksın. Yoksa makine sana sahip olur. Onun ilminden anlayan şoför, seni istediği yere götürür, o senin emrine tabi olacağı yerde bakarsın, sen onun emri altına girmişsin. Her insan körü körüne buna razı olmak istemez.”

Banka idare reisi Servet Bey’in biri kız biri erkek iki çocuğu vardır. Kızı Sevim medeniyeti yanlış anlamış, ailesinin yanında bile fütursuz hareketler yapabilen birisidir. Oğlu Nedim de tam bir sonradan görmedir. Karısının da bu ikiliden farklı bir özelliği yoktur. Servet Bey’e gelince; az söyler, çok dinler ve bunun için herkes kendini, son derece tartılı ve saygılı bulur. Hiç münakaşaya girişmez, yüksek sesle konuşulan yerlerde oturmaz. Kendi çıkarıyla ilgisi olmayan işler için parmağını bile kıpırdatmaz. Cumhuriyet hükümetinin Babıâli kadrolarından devraldığı memurlara Ankara’da verilen bu büyük paye Servet Bey’de de son haddini bulmuştur. Her meselede ona müracaat edilmiştir. Oysa Servet Bey’in bugüne kadar hiçbir davayı kurtardığı, hiçbir zor işin üstesinden geldiği ve sırf onun bilgisine dayanılarak tek bir müessesenin kurulduğu görülmemiştir. Servet Bey’in Sırrı ve Ragıp isimli iki müteahhit dostu vardır. Tabi bu dostluğun sebebi karşılıklı menfaatten başka bir şey değildir.

Ankara’da halk güneş batmadan evine dönmek âdetinden vazgeçmemiştir. Hükümet dairelerinden veya başka devlet dairelerinden boşalan ileri sınıf memurlar küme küme Taşhan’dan otobüs duraklarına doğru ilerler. Kimi Gazi Bulvarında, kimi Yenişehir’deki apartmanlarda, kimi ise Bahçelievler’de oturur. Bunların hepsi de pırıl pırıl yeni mobilyalarla döşeli yepyeni evlerdir. Ve yine bu saatte İstasyon caddesinde rahat ve kalantor gösterişlerine rağmen kaygılı bir grup görülür. Hepsi tavır ve edada, kılık kıyafette o kadar birbiriyle eşittir ki, yabancı bir göz bunları bir tatil günü sivil elbiseler giyinip gezintiye çıkmış, aynı kışladan, aynı rütbeden, hatta aynı bölükten bir alay yedek subaya benzetebilir. Hâlbuki hepsi de başka başka yaşlarda, başka başka mesleklerde, başka başka seçim bölgelerinden gelen mebuslardır. İçlerinde itibarlıları, gözdeleri, zenginleri olduğu gibi, sıralarda el kaldırıp indirenleri ve başlarını sokacak iki odalı ev bulmakta, kış gelince kömür tedarik etmekte zorluk çekenleri de vardır.

O dönem vekiller için en önemli olay köşke davet almaktır. Şayet bir vekil birkaç günden beri köşke çağrılmıyorsa derin üzüntü duyar, geceleri gözlerine uyku girmez. Hele bu çağrılmamalar iki üç ayı buldu mu o vekilin hayaletten farkı kalmaz, İşte bunlardan bir tanesi de Halil Ramiz Bey’dir. Ramiz Bey sürekli düşünmektedir, nerede hata yaptığını hatırlamaya çalışmaktadır. Şef’e ve onun ortaya attığı inkılâp davasına aynı sadakatle bağlıdır. Eğer birkaç zamandır hiç sesi çıkmıyor ve doğru dürüst meclisin toplantı salonlarına bile uğramıyorsa, bu onun kabahati değildir. Toplantı salonu suyu çekilmiş değirmene dönmüş, mebusların bazıları merdiven altı ve koridor sohbeti yaparken diğer bir kısmı da basmakalıp sözlerle günü idare etmektedir.

Tahincizade Hacı Emin Efendi şapka kanunu çıktığı günden beri evinden dışarıya adım atmıyordu. Bu yaşa kadar her şeye eyvallah demiş, her devre uymuş, hatta işgal zamanında düşmanla hoş geçinmesini bilmiş, fakat iş baştan fesi çıkarmaya dayanınca birden bütün sabır ve tahammülü taşıvermiştir.

Neşet Sabit, Halil Ramiz ve vilayetin yerli mebusları trenden inerler. Vali Neşet Sabit’in komutan ise Halil Ramiz’in koluna girer, yerli mebuslar belediye ve parti erkânıyla gizli ve mühim bir şeyler konuşarak onların arkasından gelirler. Valinin lakabı “lüküs vali” dir. O kadarki mütareke devrinde, daha hiçbir resmi sıfatı yokken bile birkaç arkadaşıyla beraber modern köyler kurma teşebbüslerine girmiş, ilk kaymakamlıklarında dans ve konferans salonlu kulüpler açmıştır. Partinin gençleri özellikle Belediye Başkanı’ndan memnun değillerdir ve değiştirilmesini istemektedirler. Aday olarak ta Doktor Namık Ahmet’i göstermektedirler. Bu genç partililerin değişiklik isteği mebuslar arasında itilafa neden olmuştur. Halil Ramiz onların fikirlerinin dinlenmesinden yanayken, diğerleri aynı kanaatte değillerdir. Çünkü bu konuda partinin kararının önemli olduğunu düşünüyorlardır. Vekiller Ankara’ya dönenecekleri gün Halil Ramiz’e parti genel sekreterliğinden bir telgraf gelir. Bu telgraf onu kaza merkezinde baş gösteren bir parti buhranını tetkike memur etmiştir. Yanyalı Fazlı Bey isminde bir adam, Ankara’da yüksek mevki sahibi olan akraba veya hemşerilerinden birisinin nüfuzunu kullanarak haksız yere birçok  ve emlağa el koymuş ve bununla da kalmayıp, kendisini parti başkanlığına geçirttikten sonra, halkı her yandan istediği gibi kasıp kavurur olmuştur. Halil Ramiz yaptığı tahkikat neticesinde tam bir sonuca varamamıştır. Geri dönmeye hazırlanırken trende yanına gizlice birisi gelmiş ve Fazlı Bey hakkında dinlediği şeylerden farklı olaylar anlatarak mebusun kafasını iyice karıştırmıştır.

Bu dönem İstanbul’unda da sokaklarda yaşayan, geceleri parklarda yatan çocuklar mevcuttur. Bunlardan ikisi de romanda geçen Pertev ve Ziver’dir. Bu ikili yaptıkları bir hırsızlık neticesinde karakola götürülürler. Karakol Baş komiseri başından üç evlilik geçmiş ve her bir evliliği beşer altışar ay sürmüş birisidir. Komiser Hamdi Bey’in üç evliliği de esrarengiz ölümlerle sona ermiş ancak yapılan tetkiklerde bir neticeye varılamamıştır. Dördüncü evliliğini yapan Hamdi Bey yeni eşine de diğerlerine yaptığı gibi işkenceler yapar, ancak bu sefer eşini öldüremez. Hamdi Bey yakalanarak hapse atılır.

Servet Bey’in şımarık kızı Sevim denizden çıkmış acele acele evine giderken arkadaşlarına rastlamıştır, arkadaşlarının ısrarları üzerine onlarla bir limonata içmiştir. Daha sonra taksiye binip evine doğru giderken taksici kızı tenha bir yere götürür ve tecavüz eder.

Osman Nuri Bey karısı ve iki çocuğuyla yaşayan talihsiz birisidir. Hayatı tam bir düşüşe sahne olmuştur. Hanımı sadrazam kızıdır, geçmişte elde ettiği tüm varlığı babasının vefatıyla birlikte elinden birer bire haciz edilmiştir. En son oturdukları konağa da haciz gelmiştir. İşte bu üzüntülü günlerde birde işinden uzaklaştırılınca daha fazla dayanamaz ve intihar eder.

Diyarbakır Lisesi’nde edebiyat ve felsefe hocası Ahmet Nazmi ile İzmir Dış Ticaret Ofisi Müdürü Cahit Halit arasında sürekli memleketin genel durumu hakkında mektuplaşmalar olur. Bu mektupların birinde Ahmet Nazmi :’’Yıllar yılıdır haykırıp durduğumuz inkılâp kelimesinin daha ( i) harfi bile buraya aksetmemiş. Kabahat kimde? Bu halkta mı? Hayır, bin kere hayır, kabahat, bir inkılâbın plansız, teşkilatsız ve tekniksiz yapılabileceği hayaline kapılanlardadır. İki üç maddelik bir kanun, valiye, polise, jandarmaya birer emir… Her şeyi olmuş bitmiş farz ediyoruz, bu kanunların, bu emirlerin kafaların içi şöyle dursun hatta dışını bile değiştirmediğini görmek istemiyoruz.’’

Cahit Halit ise cevabında :’’O muhiti senin yaratman, o havayı senin entelektüelleştirmen lazım gelebileceğini aklından geçirmiyorsun. İstiyorsun ki bu kendiliğinden oluversin, yada başkaları bunu sana hazırlayıp buyurun desinler, bu ruh halinin bir inkılabın teşkilatsız, plansız kadrosuz yürütülebilir diyenlerden farkı nedir? Biz inkılapçıyız derken ne 93 inkılapçıları gibi bütün insanlara hürriyet ve eşitlik getirmek, ne de Ekim ihtilalcileri gibi bir sınıfı öbür sınıflara hakim kılmak iddiasında bulunuyoruz. Bizim için hürriyet istiklaldir ve müsavattan anladığımız şey Türk milletinin, büyüklük ve ilerilik vasfını tekel altına almış diğer milletlerle baş başa getirilmesi, denkleştirilmesidir. Sınıf mücadelesini bilmeyiz.’’

Ahmet Nazmi’den Cahit Halid’e cevap :’’Ben geçenlerde, parti müfettişlerinden birisine, her şeyden önce Kemalizm’in ideolojisini yapmak ve onu doktrinleştirmek lazımdır, demiştim de herif beni az kalsın bir küçük mektep çocuğu gibi tokatlayacaktı. Bu Frenkçe laflar da ne oluyormuş? Ne mana ifade ediyormuş? Bunlar hangi yabancı politik mezheplerden alınma tabirlermiş, Maksadım bir nevi faşistlik ya da komünistlik mi yapmakmış? Demir tavında dövülmelidir, oysaki demir çoktan soğumuş ve ateş sönmüştür. Ne vakit sönmüş bu ateş diyeceksin? Bu ateş, Kemalist Türkiye’nin anahtarlarını Babıâli tembelhanesinin bekçilerinin eline geçtiği gün sönmüştür.’’

Halil Ramiz partinin verdiği görevi tamamlayıp döndüğünde, soğuk bir havayla karşılaştır. Hem belediye seçimleri işi hem de kasabadaki tahkikat olaylarında rüzgâr kendisine doğru esmiştir. Bir bozguncu olduğu değerlendirilmeye başlanmıştır. Aslında işin beklide en acı tarafı onunla birlikte o bölgede bulunan mebuslar ki özellikle Neşet Bey çok yakın arkadaşı olmasına rağmen doğruyu söylemekten çekinmiş ve arkadaşını ateşe itmiştir. Halil Ramiz Ankara’ya gelince parti sekreteri kendisini çağırarak yazdığı raporu ve belediye seçimlerindeki tutumunu eleştirmiştir. Halil Ramiz yanlış bir şey yapmadığını seçime müdahale etmediğini söylediyse de karşısındaki kişi farklı kaynaklardan aldığı bilgilerin etkisinde ona pek inanmamıştır. Bunun üzerine Ramiz parti merkez heyeti azalığından istifa etmiştir.

Niyazi Bey emekliliğine iki yıl kalmış bir memurdur. En büyük hayali bir ev sahibi olmaktır. Nihayet hemen her sabah derin bir dikkatle gözden geçirdiği satılık ev ilanları arasında iki katlı köşkler kooperatifi ilanını görünce çok sevinmiştir. Aslında bu kooperatife güvenmesinin en büyük sebebi kooperatif başkanının Servet Bey olmasıdır. Ertesi gün ilk iş olarak kooperatife gider ve okumadan mukaveleyi imzalar. Ancak bir türlü inşaat başlamaz, başlamadığı gibi sürekli para istenir ve en sonunda da Niyazi Bey bir taksitini yatırmayınca hissesi başkasına satılır. Kooperatifin müteahhidi Sırrı Bey’dir. Sırrı Bey Servet Beyin yakın dostudur, Servet Bey onun sayesinde oldukça yüklü paralar kazanmıştır. Sırrı Bey bu iş için aldığı krediyi geciktirince banka Sırrı Bey’i sıkıştırmaya başlamıştır. Bankada görevli olmasına rağmen Servet Bey arkadaşının durumuna hiç oralı olmamıştır. Sırrı Bey iflasın eşiğine gelmiştir.

Panorama İkinci Bölüm: İkinci bölüm Büyük Atatürk’ün ölümü ve o dönem olaylarıyla başlar. Cumhuriyetin On beşinci yıldönümü törenlerine isteksiz hazırlanan milletvekilleri arasında yegâne konuşulan şey O’na ait haberler olmuştur. Aynen bu dönemde olduğu gibi Atatürk’ün öldüğü günlerde de düşmanlarının, sevmeyenlerinin olduğunu görüyoruz. Atatürk’ün cenaze töreninde ne mahşeri bir kalabalık vardır, o ıssız sarayın etrafı kadın erkek, genç, ihtiyar, çoluk, çocuk, zengin, fakir ve her cinsten, her mezhepten, binlerce, on binlerce, yüz binlerce insan, şafakla birlikte koca İstanbul şehrinin dört bir köşesinden sesiz sedasız fışkırarak Dolmabahçe’yi sel gibi kaplamıştır.

Atatürk’ün ölümü hem yurt içinde hem de yurt dışında geniş yankı bulmuştur. Yurt dışında Atatürk’le alakalı olarak bir Güney Amerikalı diplomat şöyle demiştir: ‘’Doğrusunu isterseniz, O büyük adamın adı bütün cihana ün salmaya başladığı güne kadar benim Türkiye ve Türkler hakkında hemen hiçbir fikrim yoktu. Türk denince, gözümün önüne gelen insan tipi, bundan kırk elli yıl önce bizim taraflara gelip yerleşmiş yarı Yahudi’ye, yarı Arap’a benzer birtakım şarklılardı. Kâh Amerika’nın, kâh Avrupa basınında sizin Devlet Başkan’ınıza dair yazıları okudukça kendi kendime bunlardan nasıl bu kadar yüksek ve müstesna bir deha çıkabilir? diye şaşar kalırdım.’’ Lugano isimli diplomat ise ’’Kimbilir ne kadar kederlisiniz. Anlıyorum; bu, memleketiniz için milli bir felakettir. Bizler bile sebebini bilmeden üzülmekteyiz. O, şüphesiz bu asrın en büyük adamlarından birisiydi. Belki sağ kalsaydı bu savaşın önünü alabilirdi. Hitler delisinin ona karşı derin bir hayranlığı varmış.’’şeklinde beyanat vermiştir.’’

İkinci Dünya Savaşı başlamıştır, memlekette genel kanı Almanya yanında savaşa girmektir. Ancak Meclis hiçbir zaman böyle bir karar almamıştır. Tabi bu dönemde romanımızın kahramanlarından Servet Bey paralarının büyük bir kısmını yurt dışına kaçırmıştır. Zaten kooperatif yolsuzluğundan dolayı da basında yer yer karalama yazıları çıkmaktadır. Servet Bey’in ailesine gelince onlar tecavüze uğrayan kızları düzelsin diye Ragıp Bey’le birlikte yurt dışında hayatlarına devam etmektedirler.

İlerleyen dönemde Demokrat Parti kurulmuştur. Birçok eski CHP milletvekili Demokrat Partiye geçmiştir. Bunlardan biriside Neşet Sabit’tir. Halil Ramiz bunda şaşılacak bir şey bulmamıştır. Zira bu eski bakanın son yıllardaki hal ve tavrı, Halk Partisi aleyhindeki düşünceleri ve nihayet bu partinin liderine karşı beslediği şahsi dargınlık, onu nasıl olsa böyle bir harekete sevk edecektir. Halil Ramiz her türlü zorluğa rağmen partisinden ayrılmamıştır. Ayrılmamıştır ancak partisi içinde ajan nitelemesine bile uğramıştır. Demokrat Parti o dönemlerde çok büyük mitingler düzenlemiştir. Mitinglerinde-yirmi yedi yıllık istibdat dönemine son-sloganını kullanmışlardır. Halil Ramiz böyle bir ortamda bir gün Atatürk’ün büstüne bakıp’’Büyük ve heybetli eserini ne hale soktuğumuzu görüyor musun ?’’der. Halil Ramiz yavaş yavaş büste yaklaşır. Ne kadarda her yerden ve her şeyden uzak, ne kadar da belirsiz, kapalı, dalgın bir hali vardır. Ne düşündüğü, neyi ifade ettiği belli değildir. Bütün çizgileri tıpkı, Türk Milletinin şu günlerdeki alınyazısını andırıyordur. O sağken memleketin mukadderatı her sarpa sardığında gözler hemen ona çevrilmiştir. Kaç kere her şeyin kaybolduğu, her ümidin kesildiği anlarda ondan medet beklenmiştir. Memleket her uçurumun kenarına geldiğinde O’nun kılavuzluğunda selamete kavuşmuştur. Ülke yine uçurumun kenarındadır ama O küskün küskün ülkesine bakmaktadır.

Bu arada yurt dışında büyük aşkı Sevim’le evlenemeyen Ragıp Bey yurda dönmüştür. Dönüşüne iflas eden Sırrı Bey fevkalade sevinmiştir. İlk buluşmalarında Ragıp Bey Sırrı Bey’in durumunu görünce çok şaşırmıştır. Ayrıldıkları zaman Sırrı Bey’in maddi durumu son derece iyi durumdayken şuanda Sırrı Bey bütün servetini kaybetmiştir. Sırrı Bey de Demokrat Parti’nin kuruluşundan sonraki günlerde, ters giden talihinin döneceğini düşünmüştür. Fakat bütün umutlarının boşa çıktığını görünce yirmi beş yıldır bir kerecik bile ayak basmadığı memleketine geri dönmüştür. Bir zamanlar Sırrı Bey’in yanında çalışanlar ise şimdi zengin olmuşlardır.

Cahit Halit eski dostu Ahmet Nazmi’ye gönderdiği son mektuplardan birisinde:’’Bize, fikirler ve kanaatler doğrudan batıdan gelir. Fakat gelen şeyler aynı posta paketlerinin içerindekiler gibi buruşuk bir vaziyette gelir. İsviçre’de iktidar diye bir söz yoktur. Yalnız, hizmet vardır. Halkın emrinde, sessiz sedasız, gürültüsüz, patırtısız hizmet vardır. Bunun dışında Latin Amerika’sıyla, Balkan memleketlerindeki demokrasileri de göz önünde bulundurmak lazım gelir. Biri anarşinin, öbürü demagojinin has örnekleri olan bu rejimler sözde, halk idaresine dayanmaktadır. Bizim demokrasimizde, günün birinde bunlara benzeyecek diye ödüm kopuyor. Mutlaka Atatürk de vaktiyle bu endişeyi hissetmiş olacak ki, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, demokrasinin yalnız prensiplerini alıp, bu çeşit örneklerden hiçbirisini taklide yeltenmemiştir.’’Cahit Halit’in Ahmet Nazmi’ye yazdığı bu mektup cevapsız kalmıştır, birbirlerine yazdıkları son mektup olmuştur.

Romanın son kısmında işinden atıldığını öğrenince intihar eden Osman Nuri Bey’in oğlu Fuat ile Cahit Halit’le dostluklarını bitiren felsefe öğretmeni Ahmet Nazmi sık sık bir araya gelerek siyasi ve güncel memleket konularında tartışırlar. Yine böyle bir tartışmanın sonunda Fuat Ahmet Nazmi’ye kızarak dışarı çıkar. Ahmet Nazmi de Fuat’ın arkasından dışarı çıkar, iki arkadaş sokakta, bir süre konuşmaksızın yan yana yürürler. Fuat Ahmet Nazmi’yi tarikat ayini yapılan bir yere götürür. Ahmet Nazmi gördüğü manzaradan ürkerek Fuat’a buradan ayrılmak istediğini söyler. Fuat ise tam aksine ayin yapılan binanın içine girer ve tarikat mensuplarıyla tartışmaya başlar. Tartışma iyice şiddetlenir. Ayinciler her ikisini de orada vahşice öldürürler. Ertesi gün cesetleri bulunduğunda ikisi de tanınmayacak haldedir.