21’inci Yüzyıl Perspektifinde Dünya Siyaseti, Kemal GİRGİN– Işık BİREN
Son yüzyılda dünyada gelişen önemli olaylar, yaşanan felaketler, ilerlemeler, savaşlar, barışlar ve güç dengelerinin nedenleri ile geçmişi özetlemek ve ileriye dönük düşünceleri geliştirmektir.
Dünya Siyaseti Açısından 20’nci Yüzyılın Bilançosu:
20’nci yüzyılın özetini ifade ederken dünya siyaseti açısından kullanılan iki kelime ‘’ilerlemeler’’ ve ‘’trajediler’’ olacaktır. İlerlemelere bakıldığında; 20’nci yüzyılda insanoğlunun yaşamında, kara ve denizin yanı sıra havanında gitgide gündeme girdiğini görmekteyiz. 20’nci yüzyıl boyunca havacılık ve nükleer güç gibi büyük atılımların yanı sıra, elektrik-elektronik buluş ve uygulamaları ile haberleşme, ulaşım ve sanayide büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Ayrıca tıp alanındaki buluşlar, yeni ilaç ve metotlar, medyadaki yoğun yenilikler, internetin yaygınlaşması, eğitimin yaygınlaşması, yaşam konforunun artması, tüketimin yükselmesi gibi olgular, hep kapattığımız 20’nci yüzyılın başarıları arasındadır.
Bütün bu ilerleme-gelişme olaylarının yanı sıra, 20’nci yüzyılın ikinci en belirgin özelliği ‘’trajediler’’ ile dolu olmasıdır. Olumsuz veya trajik niteliğin belli başlı nedeni, yüzyıl boyunca yaşanmış olan savaşlar ve kanlı çatışmalardır. 20’nci yüzyılda yaklaşık yüz milyon insan savaş ve çatışmalarda hayatını kaybetmiş, yüz milyonlarca kişi de bu olayların maddi ve manevi ızdıraplarını yaşamıştır.
10 milyona yakın insanın öldüğü Birinci Dünya Savaşı sayesinde savaş araç ve gereçleri ile teknolojide gelişmeler kaydedilmiştir. İkinci Dünya Savaşı, birincisine nazaran çok daha kapsamlı biçimde, çok daha büyük bir alanda ve daha da fazla devletin katılımı ile gerçekleşmiş, insan kayıpları ve tahribatı çok daha fazla olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ nın bitimiyle dünya siyaset ve diploması hayatına yarım yüzyıl kadar damgasını vuran ‘’Soğuk Savaş’’ dönemi yaşanmıştır.Soğuk Savaş döneminde iki süper güç (ABD ve SSCB) kendi sosyo-politik düzen ve modellerini dünyaya kabul ettirme gayretine girmişlerdir. Neticede, soğuk savaş ABD ve Batı ülkelerinin galebesiyle sonuçlanmış, Sovyet sistemi kendi iç sorunları ve başarısızlıkları sonucu çökmüş, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya dağılmış, Almanya gibi ideolojik bölünme halindeki merkezi ve güçlü bir devlet yeniden birleşmiştir. 21’nci yüzyıl başında dünyada artık imparatorluk kalmadığı söylenebilir.20’nci yüzyıl sonlarında artık sömürgeciliğin neredeyse tasfiye edildiği bir gerçektir.
20’nci yüzyılda, dünyanın bir kısım önemli ülkelerinde totaliter, diktacı, polisiye ve militarist karakterde rejimler oluşmuş, bunlar dünya ve bölgeleri için hayli ciddi tehlikeler yaratmış, bir kısmı da kendi milletlerini felakete sürüklemiştir. Totaliter ve Militarist akımlar olarak; Komünizm, Faşizm, Nazizm, Çin’deki totaliter ve diktatoryal rejim ve İspanya ile Portkiz’deki diktatörel rejimden bahsedilebilir.
Dünya siyasetinin son yüzyıldaki en önemli özelliklerinden biri de mevcut devlet sayısındaki devamlı artış olmuştur. Nitekim, 20’nci yüzyıl başlarında yaklaşık 40-50 devlet var iken yüzyılın sonunda neredeyse yüz doksana yaklaşmıştır. İlk çoğalma süreci 1’nc Dünya Savaşı sırasında yaşanmıştır. Asya, Afrika, Avrasya ve son olarakta Avrupa kıtasının göbeğinde yeni devletler oluşmaktadır. Bu yeni ortaya çıkan bir kısım devletlerin benzer durumda olanları, birbirleriyle dayanışma veya danışma amacıyla bir araya gelmeleri, bazı durumları ve problemleri dünya forumlarında tartışmaya açmaları da 20’nci yüzyıl sonlarında dünya siyaset sahnesinde uzun süre boy göstermiştir. Bu birlikler, bölgesine ve amacına göre ilk başta belirli sayıda üye ile işe başlamışlar, fakat günümüze kadar üye sayıları gittikçe artmış, bazıları ise şekil veya isim değişikliklerine uğramıştır. Son 50 yılda bu kuruluşlardan önemlileri şunlardır; Avrupa Konseyi, NATO, OECD, AB, LAFTA, AGİT, KEİ, OPEC, G-7, G-20 vb.
20’nci yüzyıl pek çok olaya ve gelişmelere sahne olmuş, gayet dinamik bir yüzyıl dilimi yaşanmış, bunun sonucu bir takım kötü birikimler olmuştur. Bunlar; nüfus patlaması, milliyetçilik kasırgası, çevre sorunları, enerji ve su sorunları, terörizm, nükleer yayılma, global güvenlik ihtiyacı, ekonomik krizler vb.
21. Yüzyılda Temel Sorunlar ve Küresel Boyutları:
Küreselleşme bir aldatmaca veya rüya mıdır? 21. Yüzyıl başlarında, günümüzde, dünyadaki yeni değişim ve gelişimler ortamında en çok sözü edilen yeni kelime “Küreselleşme’’ olup, kısaca anlamı; “dünyamızın artık adeta bir tek ülke imiş gibi düşünülmesi, mevcut sınırların ve devlet kısıtlamalarının yokmuş gibi kabul edilmesi, her türlü ekonomik ve sosyal temasın engel tanımadan serbestçe yürütülmesi ve geliştirilmesi felsefesi ve uygulaması olgusudur” denebilir. 21’nci yüzyıldaki küreselleşmenin belli başlı gelişme vaad eden alanlarının başında insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gelmektedir. Bu yeni yaklaşımın taraftarları, bu yolla genişleyip güçlenerek, diğerleriyle rekabet olanaklarının artacağı, genel giderlerinin düşeceği, pazar alanlarının genişleyeceği, mevcut personel yüklerinin kadro indirimleriyle hafifleyip, yeteneği yüksek yöneticilerle daha başarılı olacaklarını savunmaktadırlar.
Bu yeni görüş ve girişimlere şiddetle karşı çıkan kesimler de harekete geçmiş olup karşıt görüşlerle bu yeni moda küreselleşme akımını protesto etmektedirler. Bunların iddialarının özünde, dünyanın ve ülkelerin yönetimlerinin artık devleşmiş şirketlere geçeceği, bu şirketlerin karlarını katlayarak büyütmek için ahlaki olmayan uygulamalarda bulunabileceklerini, büyük yönetici ve kapitalistlerin karşısında zayıf durumdaki emeği yani bireyi ezeceklerini, personel tasfiyeleri yaşanacağını, tüketicileri tekellerin sömüreceklerini, mevcut ekonomik uçurumun daha da artacağını ve sefaleti arttıracağını ileri sürmektedirler.
20’nci yüzyıl sonlarında yaşanan ekonomik krizlerin temelinde, kriz yaşanan ülkelerdeki yabancı sermayenin kaçışı olup bu da küreselleşmenin getirdiği finansal serbestliğin yüzünden olmuştur. Bu finanssal serbestlik, zengin Avrupa Birliği ülkelerinden bile ABD’ ne para transferlerine yol açmakta ve iki dev ekonomik güç arasında sürtüşme konusu olmaktadır. ABD gittikçe dünyanın ekonomik ve finansal merkezi haline gelmektedir. Bunun getirisi; askeri ve siyasi bakımından dünyanın en son sözü söyleyen, kararları tartışılamaz patron gücü olmak neticesidir. İşte bu nedenle AB kendini ABD karşısında toparlamaya çalışmakta ve ayrıca iki dev ülke Rusya ve Çin sık sık yaptıkları zirve toplantılarında aralarında stratejik işbirliği kararları almakta, özenle de ’’tek kutuplu dünya düzeni’’ ni reddettiklerini ve çok kutupluluk istediklerini vurgulamaktadırlar.
Nüfus uzmanlarının hesaplamalarına göre, yeryüzünde bugüne kadar yaklaşık 80 milyar insan gelip geçmiştir. 21’inci yüzyılın başlarında dünya nüfusu 6 milyarı biraz aşmış bulunmaktadır (oysa 10 bin yıl kadar öncesi, dünya nüfusunun sadece 5 milyon civarında bulunduğu uzmanlarca ileri sürülmektedir). Eldeki modern verilere göre, saniyede 3 ve günde (dünyada) yaklaşık 250 bin bebek doğmakta, bunların birazının ve yetişkin yaşlardaki insanların günlük doğal ölümleri düşünüldüğünde, dünya nüfusunun yılda 80-90 milyon civarında arttığı hesaplanmaktadır.
Bu tempo ile dünya nüfusunun 21’inci yüzyıl sonunda 12-15 milyar civarına ulaşacağı ve o zamana kadar, zaten şimdiden hayli zorlanmış ve niteliği zayıflamış dünya ve toprak altı kaynaklarının, yetmez noktalara ulaşacağı, bunun da beslenme ve sağlık problemleri, su ve enerji krizleri ile sosyal karışıklıkların arttığı, siyasal krizlerin patlak verdiği bir dünya demek olacağı öngörülmektedir.
Dünya siyaseti açısından halklarına daha çok ve iyi şeyler sunmak düşünce ve dürtüsü, başka ve yeni kaynaklara sahip diğer bölgelere göz dikmesi, mevcut kendi kaynak ve imkanlarının kıskançlıkla korunması, kendi çıkarı için diğerlerine bir kısım ekonomik ve ticari formüllerin empoze edilmesi, dünya gerginliklerini arttırmakta, uluslar arası ilişkileri derinden ve olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle milletlerin kalabalıklaşması dünyadaki huzursuzlukların temel taşı olup, zengin- fakir uçurumunun artması ve sonuçları veya buna çareler bulunması 21’inci yüzyılda dünya siyasetinin başta gelen meselesidir.
Komünizm ve Sovyetlerin sonunun yarattığı yeni problemlerden biri de çeşitli yerlerde milliyetçilik ve mikro milliyetçiliğin patlak vermesi olmuştur. Hakim gücün zayıflaması sonucu bazı küçük toplulukların üzerlerindeki baskının hafiflemesiyle kendi milli-etnik benliklerini uyandırıp vurgulayarak daha çok hak, özerklik ve hatta bağımsızlık arayışlarına kadar görünümler sergilemiştir. Bu olgular, yer yer günümüzde de devam etmektedir ve 21’inci yüzyıl’da da kısmen devam edecektir.
Dünyayı tehdit eden bir diğer problem çevre sorunlarıdır. Dünyada gittikçe artan havadaki karbondioksit yüzdeleri ve buna bağlı olan tehlike doğuracak iklim ısınmalarının %45’i sadece en baştaki sanayici ülkeler (G-7) tarafından yaratılmaktadır. Günümüzdeki çeşitli bölgeleri vuran şiddetli seller, kasırgalar, tayfunlar, kuraklık sıkıntıları ve ölümler getiren doğal afetler bu sıralarda başlamış bulunan mevsim normallerini sık sık aşan anormal sıcaklar sonucu olmaktadır.
Sera gazlarının artışı neticesinde ozon tabakası incelmesi sonucu ortaya çıkan ‘’Kara Delik’’ alanının ABD’ nin topraklarının 2 katı büyüklükte olduğu saptanmıştır. Ayrıca nükleer enerji, gittikçe azalan petrol yüzünden, hayli önem kazanmışsa da nükleer santrallerde tehlikeli durumlar yaşanmaktadır.
Yerküremizin akciğerleri ve oksijen kaynağı olan ormanlar son yüzyılın yoğun kalkınma furyası ve insanların hırsı ve dikkatsizlikleri yüzünden çok olumsuz etkilenmiştir. Dünya bitki ve hayvan çeşitlerinin %50 kadarını yaşatan tropikal ormanlar hızla kayba uğrayarak, her yıl azalmaktadır.
Dünya politikası açısından, çevre sorunu türlerinin bazıları ulusal politikalar ve tek taraflı önlemler gerektirirken, bir kısmı ise devletlerin yardımlaşmasını, ortak önlemler alınmasını, araştırma ve uygulamaları, koordineli çalışmaları ve bu amaçlarla ikili veya çok taraflı görüşmelerle, anlaşmalar ve sözleşmeleri gerektirmektedir.
“İnsan Hakları’’ konusu 21’inci yüzyıl başında dünya siyasetinde diğer bir anahtar kelime ‘’küreselleşme’’nin yanı sıra ön planda rol oynayan ve en çok kullanılan bir ölçüt durumundadır. BM’ in düzenlemelerinin yanı sıra Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği devletleri insan hakları konusuna verdikleri önemi yoğunlaştırmışlardır. Ancak, üyelerin bazı uygulamalarında ortaya çıkan faklılıklar, söylemlerdeki sözlere ve imzalanan belgelerdeki yükümlülüklere rağmen bu alanda tam bir ahenk ve samimiyet yaratılamadığını, bazı ülkelerin bu prensipleri işlerine geldiği şekilde yorumlayıp uyguladıklarını, bazı ülkelere karşı çifte standartla yaklaşıldığını ortaya koymaktadır. İnsan hakları konusu 21’inci yüzyılda da daha da gelişmekle beraber, bazı uyuşmazlıkları da gündeme getirerek yeni çabalar gerektirecektir.
21’inci yüzyılda da dünyada uluslararası ve uzmanlık işlemi gerektiren olayların çoğalmasında, küreselleşmenin, yani dünyadaki sınırların ve kontrollerin gevşemesi, ulaştırma ve haberleşme kanallarının çok yaygınlaşması ve hızlanması, para transferlerinin liberalleşip evrensel boyutlara ulaşması, otoriter devletlerin ve yöntemlerin zayıflaması, ülkelerarası insan temaslarının artması, moda olan insan hakları olgusunun yaygınlaşmasının yarattığı kişisel özgürlük ortamı ve tüketim toplumu modelinin güç kazanmasıyla iyi yaşam ve kazanç hırsının yükselişi gibi faktörler, son 20-30 yıldan beri yaygınlaşan bu sosyo-ekonomik hastalığı daha da geniş boyutlara taşımaktadır.
Bu yeni yüzyılda, birinci önemdeki Ortadoğu enerji rezervlerine ilaveten devreye sokulacak ikinci sıradaki kıymetli Hazar Havzası ve Kazakistan yöresi petrol ve doğal gaz rezervlerinin işletilmesi ve ürünlerinin pazarlanarak denize doğru akıtılmaları sorunu şimdiden gittikçe yoğunlaşan bir ekonomik çıkar çatışması ortamı yaratmış bulunmaktadır.
Dünyada bazı bölgeler su konusunda gittikçe büyüyen ihtiyaçlar ve kaygılar içinde bulunuyorlar. Bu durum da bölgesel huzursuzluk ve sürtüşme kaynağı olmaya adaydır. BM’ in üzerinde çalıştığı sözleşme, sınır aşan suların adil ve mantıklı kullanımının, coğrafi, ekolojik, iklimsel, devletlerin sosyal ve ekonomik ihtiyaçları, nüfus miktarları gibi kriterlere bağlı olması üzerinde duruyor.
21’inci yüzyıla maalesef dünyanın birçok yerinde patlayan bombalar ve terör eylemlerinin sürdüğü bir ortamda girilmiştir. Her aksiyonun bir reaksiyonu olacağı kuralına uygun olarak, terör örgütleri ve eylemleri de devletlerin anti-terör önlemlerine ve organizasyonları oluşturmalarına yol açmıştır. Bir kısım ülkeler, terörle mücadelede özel kanunlar ve mahkemeler de oluşturmuştur. 11 Eylül’ de ABD’de yapılmış korkunç saldırılar bu alanda ’’Küresel Terörizmin’’ tanımını getirmiş, bilindiği gibi, ABD bu eylemlere dünya çapında savaş açarak, bir anti-terör koalisyonu kurarak NATO müttefiklerini de yanına alıp Afganistan operasyonuyla mücadeleye başlamıştır.
21’inci yüzyılda da uzun bir süre dünyanın birçok yerinde terör eylemleri yaşanması maalesef kaçınılmaz gözükmektedir. Bütün devletlerin elbirliği ile samimi yaklaşımlarla bu sosyo-politik belaya karşı ortak hareket etmeleri gündemden düşmeyecek ve tek çare olacaktır.
Bir tarafta etnik çatışmalar, büyük çıkar çatışmaları, insan hakları ihlalleri, etnik temizlik girişimleri ve diğer tarafta da barışın sağlanması ve idame edilmesi ihtiyacı yeni yüzyılda güvenlik sorununa yeni bir boyut kazandırmıştır. Geçtiğimiz yıllarda Irak’ın Kuveyt’in işgali, Somali’deki insanlık dışı olaylar, eski Yugoslavya’ daki Bosna ve Kosova dramları göstermiştir ki BM imkanları tek başına barışın sağlanması ve idamesinde kesin bir çözüm sağlamaktan uzaktır. Ve yine her seferinde de görülmüştür ki, dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD’ nin kararlığı ve müdahalesi olmadan, ne Avrupa ülkelerinin ne de silahlı kuvvetlerine gerekli parayı veremeyen Rusya Federasyonu’ nun tek başına bir girişimi mümkün olmamaktadır.
Dünya 21’inci yüzyılda da bitirdiğimiz son yüzyıl gibi bir yandan teknolojik ve ekonomik yeni ve önemli ilerlemelere şahit olurken, diğer yandan sorunlardan, savaşlardan uzak olamayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder