Yaban, Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban: Çok Olumsuz Şartlar Altında Kurtuluş Mücadelesi Veren Bir Milletin Bağımsızlık Sevdasının Genç Kuşaklara Aktarılması.
Yabanda zaman olarak Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden Sakarya Zaferi’nin kazanılışına kadar olan süre ele alınır. Savaşta bir kolunu kaybetmiş ihtiyat zabiti Ahmet Celal’in kişiliğinde tanırız yenilgiyi. Mekan ise adı verilmemekle birlikte Haymana Ovasının ortasında, Porsuk Çayı dolaylarında bir köydür.
Milli mücadeleyi konu alan bu romanda köyün ve köylünün durumu, Kurtuluş Savaşındaki tarzı, Ahmet Celal’in gözüyle verilir. Yine o’nun köylüyle ilişkisi ”Halk-Aydın” kopukluğu biçiminde anlatılır.
Romanda şahıs kadrosu şöyle şekillenmektedir: Ahmet Celal romanın asıl kahramanıdır. Savaşta kolunu kaybetmiş eski bir subaydır. Birinci Dünya Savaşının ardından eski neferi Mehmet Ali’nin  köyüne gelmiş, köylülerin arasına karışarak kendini doğaya bırakarak yenilenmeyi ummuştur. Mehmet Ali ise Ahmet Celal’in eski neferi olma özelliğinden sıyrılmış, asker olmadan önceki haline dönmüştür, yani savaştan korkar bir karakteri canlandırmaktadır. Nihayetinde birkaç ay sonra askere çağrılır. Romanın karakterlerinden biri olan Salih Ağa, köylüyü sömüren düzenbaz çıkar peşinde olan; Yaz-Kış çorapsız dolaşan ne düşündüğü çıplak ayaklarından anlaşılan ve bütün köy halkını sihir ve nüfuzu altına almış bir dolandırıcıdır. Yirmi üç yıl askerlik yapmış olan Bekir Çavuş, köylüler arasından en çok gezmiş, dolaşmış bir tiple karşımıza çıkar. Köylülerdeki cehaleti kendisi gibi gezip görmemeye bağlamaktadır. Tipik bir Anadolu kadınını canlandıran Zeynep  zengin, çok çalışkan ilk önce kendi ekinini ve kendi toprağını düşünen bir anadır. 14 yaşında olmasına rağmen okumamış, zor işlerde çalışmasından dolayı ufak tefek kalmış İsmail ise Mehmet Ali’nin erkek kardeşidir.  Köyün muhtarı ise Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra padişaha ve saraya bağlı kalmış tüm köylüler gibi milli mücadeleyi desteklemeyen bir şahıs olarak karşımıza çıkmaktadır. Romanda saf ve temizliği simgeleyen şahıs Emine’dir. Emine yetim bir köylü kızıdır. Babası cihan harbinde şehit olduğu haberinin yayılmasından sonra annesinin başka bir kişiyle evlenmiş olması, halası tarafından büyütülmesine neden olmuştur.
Romanın kahramanı Ahmet Celal Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra eski neferi Mehmet Ali’nin köyüne gelip yerleşir. Konuşması, tavırları, giyimi, düşünceleri, duygularıyla köylülerin dünyasının dışındadır. Bu yüzden köylüler tarafından Yaban olarak değerlendirilmiştir. Kendini doğaya bırakmak, yenilemek umuduyla gelmiş olduğu köyde, çok geçmeden yabanlığın bir yazgı olduğunu fark edecektir. Ahmet Celal köylüler tarafından ilk başta bir vergi memuru veya padişahın bir casusu olarak görülmüştür. Daha sonra durumun anlaşılmasına rağmen köylüler tarafından yine de pek sevilmemiştir. Birinci Dünya Savaşının etkisinde kalan köylüler bir daha savaşma cesaretini kendilerinde toplayamamaktadır. Mehmet Ali; evlenmiş ve terhis edilmesine rağmen tekrar askere çağrılmaktan korkmaktadır. Ahmet Celal, Mehmet Ali’ye düşmanın terhis filan dinlemediğini, düşman askerlerinin köyün yakınındaki tepenin ardında görünmesi halinde eli kolu bağlı olarak duramayacağını, gelip de evini, köyünü yakıp yıkarken, çoluk çocuğuna işkence yaparken bir köşede büzülüp duramayacağını, bütün köylerin bu köydeki gibi düşünmesi ve her talimli askerin askere gitmekten korkması halinde düşmanın tekrar köye girebileceğini söyler. Ahmet Celal, Mehmet Ali’nin bu halini gördükçe eski eri ile şimdiki arasında hiçbir ilişki olmadığını düşünür. Bazı köylüler ise düşmanın saldırgan oluşunu milli mücadelecilerinin düşmana karşı çıkmalarına bağlamaktadırlar. Bu arada kendisinin de cephede bir işe yarayıp yaramayacağını da düşünmeye başlar. Bu düşüncelerden sıyrılmak amacıyla yürüyüş yapmak üzere gittiği kavak ağaçlıklarının bulunduğu bölgede gördüğü bir kıza aşık olur. Bu, babası balkan savaşında şehit düştüğü söylentisi üzerine annesi tarafından terk edildikten sonra dul halasının yanında kalan Emine’dir.
        Bir süre sonra Mehmet Ali’nin korktuğu başına gelir ve askere çağrılarak tekrar silah altına alınır. Zamanla Ahmet Celal, Mehmet Alinin kardeşi İsmail’inde Emine’ye aşık olduğunu, Emine’ninde ona ilgisiz olmadığını duyunca bunu kabullenmek istemez.
       Ahmet Celal, misafir olarak kaldığı Mehmet Ali’nin evinde annesi  Zeynep ve kardeşi İsmail’in tavırlarından bıkarak Bekir Çavuşun köye yakın bir yerde depo olarak kullandığı evi onararak buraya taşınır ve bundan sonraki yaşantısını burada devam ettirmeye başlar.
        Bu arada Birinci ve İkinci İnönü muharebeleri zaferle sonuçlanmıştır. Zaman geçtikçe yalnızlıktan bunalan Ahmet Celal Emine’yi istetmeye karar verirse de buna cesaret edemez ve bir süre sonra Emine İsmail ile evlenir. Emine’nin babası Şerif ise Balkan Savaşında şehit düşmemiş, daha sonra gönderildiği Rus cephesinde esir düşmüştür. Esaretten kurtulduktan sonra görevli olduğu birlikle yeni görev yerine giderken köyden geçişi esnasında tesadüfen tanışırlar ve Emine’de babasını görür.
        Ahmet Celal’in korktuğu başına gelir ve düşman köye girer. Köylünün çoğu köyden ayrılarak derenin içinde, kalan kısmı ise evlerinde saklanır. Bir süre sonra düşmanın bir zararı olmayacağı inancıyla saklanmaktan vazgeçerek evlerine dönerler. Bu arada işgalciler Ahmet Celal’in evine girerler ve silahların alarak evi darmadağın ederken Ahmet Celal’in kimliğini tespit ederler. İfadesi alınmak üzere düşman komutanının huzuruna çıkarılan Ahmet Celal’in İstanbul’u niçin terk ederek  bu köye yerleştiğinin hikayesine inanmazlar ve evinden çıkmamak şartıyla onu serbest bırakırlar.
        Düşman, köylüden aldığının “parasını vereceğiz” yalanıyla ne olduğu bilinmeyen kağıtlarla köylüyü kandırır. Düşman, köyden gönüllü olarak Salih ağa ve köy imamını kendilerine yol göstermek üzere alarak Ankara’ya doğru hareket eder ve köyü boşaltır.  Salih ağa ve köy imamı bir süre sonra geri dönerler.
        Köylüler her şeyi unuturlar. Felaket bile Ahmet Celal ile köylüleri birleştirmez, aksine daha ziyade derinleştirir ve bu yabana hala yan gözle bakarlar. Bekir Çavuş ise menfaat bağları ile Ahmet Celal’e bağlı kalır. Ahmet Celal’in ev işlerini ise ücreti karşılığı Emeti kadın yapmakta, Emeti kadının  torunu Hasan ise çobanlık yapmaktadır. Ahmet Celal Hasan’a öyle bağlanır ki bazı günler onunla beraber bulunmak için dağ tepe davar gütmeye gider, onunla oyunlar oynar, hülyalara dalarak yürür, saatlerce birbirlerine hiçbir söz söylemeden yan yana dolaşırlar, Hasan uyuduğunda sürüye o nezaret eder.
        İşte, Hasan’la bu uzun kır gezintilerinin birinden döndükleri bir akşam  köyün içini ve dışını düşman askerleriyle tıklım tıklım dolmuş olarak bulur. Askerlerin hepsi, toza toprağa bulanmış, derileri güneşten paslı bakıra dönmüş, sakalları diken diken uzamış, üst baş perişan bir halde, geçen seferki gibi muntazam bir kıta manzarası göstermiyor ve başı bozuk bir insan yığınını andırıyordur.  Ahmet Celal bu görüntüden düşmanın mağlup olduğunu anlar ve onlara “yenildiniz değilmi” diye bağırmak ister, Türk ordusunun zaferini gözleri ile gördüğü için çok sevinir. Düşman askerleri Ahmet Celal’in evine gelir, bütün paralarını ve eşyalarını alırlar. Bu arada düşman askerlerinin işkence yaptığı Emeti kadının torunu küçük Hasan ölür.
        Düşman köyü yakmaya, işkenceye, tecavüz olaylarına başlar. Dışarıda çığlıklar, çocuk ağlamaları kulakları tırmalamaktadır. Ahmet Celal kendi evine de sıra geleceğini düşünerek evden ayrılırken yanına kitap, kağıt  ve gazete yığınları arasında bulduğu defteri ile kurşun kalem alır, hayatının son dakikasına kadar başından ne gelip, ne geçecekse bu deftere yazmaya, bu milli facianın bütün esrarını buraya dökmeye ve birkaç gün sonra köye gelecek Türk askerinin bulacağını hayal ederek onu bir taş altına bırakmaya karar verir.  Defteri ve kalemi aldıktan sonra dışarıya çıkar ve ağır ağır yangın kokularının, dumanların, çığlıkların geldiği tarafa doğru yürür.
        Bütün köylüler, kadın erkek, çoluk çocuk meydanlığa toplanmış, kadınlar; buraya ateşten kurtarabildikleri eşyaları yığıyorlar ve bu iş bittikten sonra her biri kendi eşyasının üzerine oturup ağlıyor, erkekler; artık uğraşmanın, karşı koymanın faydasızlığını anlayıp elleri böğürlerinde ayakta duruyorlardır. Köylülerin etrafını çeviren düşman askerleri köylülerin haliyle alay etmekte, kimi süngüsünün ucuyla  kadınları ve çocukları korkutmakta, kimi ise nişan alarak tüfeğini halkın üzerine çevirmektedir.  Ahmet Celal yapılanları hazmedemez ve düşman komutanına şikayete gittiysede bir sonuç alamaz. Omuz omuza oturmuş olmalarına rağmen köylüler Ahmet Celal ile yüzlerce fersah uzaktadırlar, ancak Emine ile kaçış planları yapmaktadırlar. Bir gece kaçma planlarını uygulamaya koyarlar ve Emine ile Ahmet Celal, beraber dağa doğru kaçarken düşmanın serseri kurşunlarına hedef olurlar, yaralı bir şekilde mezarlığa sığınan ikiliden Ahmet Celal böğründen, Emine ise kalçasından yaralanmıştır.  Ahmet Celal köyde geçirdiği iki üç yıllık zaman içinde, ona bir cehennem azabı çektiren bütün tiksintilerin, öfkelerin, isyanların, umutsuzlukların vücudundan sızan kanlarla akıp gittiğini hisseder. Şafak vakti uyandıklarında sol bacağından yaralanmış olan Emine’nin yürüyemeyeceği anlaşılır.  Mezarlıkta sabahlayan Ahmet Celal ve Emine yola çıkmaya hazırlanırken Emine’nin kalkamadığını fark eden Ahmet Celal, cebinden not tuttuğu defteri çıkararak son satırlarını defterine karaladıktan sonra Emine’ye not defterini bırakarak oradan uzaklaşır.

Kendi dönemi içindeki gerçekçilik anlayışına uygun olarak yazılmış olan Yaban’da Yakup Kadri, Birinci Dünya Savaşının bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı’nın sonuna kadar olan sürede bir Anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu, Milli Mücadele’ye ilişkin tavırlarını bir aydının gözüyle verir.
Yaban’da zaman olarak Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden Sakarya Zaferi’nin kazanılışına kadar olan süre alınır. Kendisi savaşta bir kolunu kaybetmiş, ihtiyat zabiti Ahmet Celal olarak karşımıza çıkar. Mekansa, adı verilmemekle birlikte, Haymana Ovası’nın ortasında, Porsuk Çayı dolaylarında bir köydür. Anlatım biçimi olarak anı türü seçilmiştir.
Ahmet Celal köylülere göre bir ‘’Yaban’’dır. Konuşması, tavırları, giyimi, düşünceleri, duyarlığıyla onların dünyalarının dışındadır. Kafasındaki, benliğindeki acılardan kurtulmak için eski neferi Mehmet Ali’nin köyüne gelmiş, köylülerin arasına karışarak, kendini doğaya bırakarak kendini yenilemeyi ummuştur. Ama çok geçmeden yabanlığının bir yazgı olduğunu farkeder.
Yakup Kadri, Yaban’la, gerçek dışı bir düş ülkesi görünümündeki köy edebiyatını yıkmıştır. Çirkin, kısır bir doğa, pis bir çevre, sakat insanlar, cehalet, kör inançlar, içgüdülerinin yön verdiği bir yaşama biçimidir. Çizilen tablonun renkleri bunlardır. Savaş sanki bu insanların dışında olup bitmektedir.’’Askere çağrılma korkusu’’ dışında savaşla ilgilenmezler.’’Milli Mücadeleye’’ karşı köylülerin tavrıyla Ahmet Celal’in tavrı birbirinin tam karşıtıdır. Bozgundan sonra geri çekilen düşman askerlerinin yaptıkları zulüm bile tepkiye yol açmaz. Tevekkülle kabullenilir. Bir kolunu onlar için veren Ahmet Celal ise deliye dönecektir. Ama onu acıya salan bu durum ‘’kendi eseridir’’. Anadolu halkını, ‘’ hayvani duyguların, cehaletin ve yoksulluğun ve kıtlığın elinde’’ bırakmıştır. Ahmet Celal Türk aydınına ‘’ Ne ektin ki, ne biçeceksin?’’ diye sorar.
Romanın bir başka bölümünde Ahmet Celal’in eski neferi Mehmet Ali’den söz edilirken soru daha kapsamlı bir biçimde irdelenmiştir. Burada Yakup Kadri’nin kişileri ele alışının doğruluğu üzerinde de durmak gerekir. İnsanın çevre ile ilişkisinin önemini kavramış bir romancıdır. Ahmet Celal köye geldikleri başka bir Mehmet Ali’nin varlığı ile tanışır. Bu eski neferi değildir. ‘’Asker olmadan önceki haline dönmüştür.’’. Mehmet Ali ona göre ‘’geriye doğru bir gelişme’’dir. Söz konusu olan bu gözlem Ahmet Celal’i şu doğruyu saptamaya götürmüştür: ‘’Talim, terbiye, iyi misal, bunların hepsi geçici şeylerdir. Çevre değiştirmedikçe, insanın gelişmesine imkan yoktur. Bu küçük mülahazadan Türkiye’deki yenilik ve batılılaşma hareketlerinin neden başarısızlığa uğradığı sorununa kadar çıkabiliriz.’’
Bu düşünce yukarıdaki alıntılarla birleştirilirse ‘’ Yaban’’da içlenen tezin yüzeysel bir halk-aydın çatışması olmadığı, romancının bu çatışmaya, bu kopukluğa yol açan temeldeki soruna dikkati çektiği görülür.
Romanın, Ahmet Celal’in anıları biçiminde yazılmış olması özbiçim uyumundan başarıyı sağlar. Konuşanı Yakup Kadri olarak biliriz. Ama Ahmet Celal adının ardına gizlenmesi anlatım biçiminden dolayı sorun çıkarmaz. Tersine işini kolaylaştırmıştır. Bunlar bir ‘’Yaban’’ın gözlemleri, izlenimleri, düşünceleri, duygularıdır. Elbette ‘’bölük pörçük’’ olmuşlardır. Ama bu parçalarla yavaş yavaş bir bütün oluşturulduğu görülür. Yalnız Ahmet Celal’in köylülerce ‘’Yaban’’ sayılışının nedenlerini değil onun kendisinin ‘’Yaban’lığının’’ bilincine varış  sürecinin ve köyün, köylünün durumunu da buluruz bu bütünde.
Sonuç olarak Yakup Kadri bu romanında, Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu köylerindeki insanların yıllar boyu süren savaşların neticesindeki çaresizliklerini gözler önüne sermiştir. Bu romanın neticesinde gözler önünde olan en önemli vurgu, çok olumsuz şartlar içerisinde kurtuluş mücadelesi vermiş bir milletin bağımsızlık sevdasının hiçbir zaman kaybolmadığıdır
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder