Suyu Arayan Adam, Şevket Süreyya Aydemir

Yazar bu romanında kendi hayatını kaleme almış,kendi iç dünyasını romanına yansıtmış,hayatı boyunca hep doğru fikir ve düşünceleri bulmaya çalışmış ama Türklük ,Turan ve  ulaşmak istediği ve sonuçta tüm Türklerin birleşmesi ülküsü olan ‘Kızıl elma’ya varmayı idealine ulaşmayı planlamış ama ulaşamamıştır. Hep bir arayış içinde ömrü geçmiş çevrenin etkisi ve  tanıştığı bir insanın etkisiyle fikir ve idealini değiştirerek komünizm fikrini benimsemesi ve artık bu cephe de yer alarak Türkiye’ye dönmesi,yansımalarını çevresine iletmesi ana temayı oluşturmaktadır. Bir insanın ruh dünyasındaki değişimlerini kitabında çok güzel bir şekilde izah etmiş,emeklilik döneminde hep kendini sorgulamış ve sonunda doğa ile bütünleşerek kendi benliğine dönmüştür Bize bir ders vermiştir.O da şudur: İnsan her zaman fikir ve düşüncelere açık her zaman değişime hazır ve arayış içindedir.Değişmez dediğimiz değer ve düşüncelerimiz de  zamanla elde ettiğimiz  tecrübe ve deneyimlerimiz  neticesinde değişebilir.
       
Yazar ilk bölümde çocukluk döneminde yaşadığı olayları anlatmaktadır.Edirne’de geçen çocukluk dönemlerinden  bahsetmekte ,ilk  okuma yazmayı annesinden öğrendiğini, ilk tahsilini mahalle mektebinde gördüğünü, daha sonra gittiği Askeri Rüştiye Mektebinde öğretmenlerinin etkisinde kalarak Türklük ve Turan fikrini benimsediğini ifade etmektedir.
Balkan Harbinin getirdiği çöküntüler ve Türklere yapılan eziyetler sonucunda Trakya’dan  göçün  başladığını, daha sonra İstanbul’a geldiğini, burada Anadolu hakkındaki  fikirlerinin    daha da  belirginleştiğinden,kendisi de eğitimini bitirip gönüllü olarak  Kafkas  cephesine gittiğinden bahsetmektedir.   
Cephede görev yapan genç subayların Rusya’da ihtilal neticesinde harbin biteceği ve Rusya’nın dağılacağı Azerbaycan ve Türkistan ile müstakil devlet olacağı Kafkasya’dan başlayarak büyük Turan’ın kurulacağı  fikrini paylaştıklarından söz etmektedir.               
Yazar cephede donma tehlikesi geçirdiğinden,harbin ilerleyen safhasında cephede yaralandığından ve tedavi için bir süre hastanede yattığından ve tedavi gördüğü dönemde hayaller kurduğundan bahsetmektedir.Bu dönemde okuduğu bir romanın etkisinde kaldığını ve okuduğu romanın  ismi “Aydemir”  olduğundan söz etmektedir. Romanın kahramanı olan ’Aydemir’in ne silahının ne de cephanesinin olmadığını ama inanç ve ülküsü olduğunu,herkesle dost olduğunu ve tek amacının herkese yardım  etmek olduğunu belirtmektedir.Yazarımız da kendisini de romanın kahramanı olan Aydemir’e benzetmektedir.
Yazar iyileşip cepheye gitmiş,  birliklere  birkaç  ay  sonra  savaşın kaybedildiği ve mütareke yapıldığı  teslim alınan  yerlerin geri verileceği hükümetçe bildirilmiştir.Bu gelişme üzerine birliğiyle birlikte Türkiye’ye gelmiş,birliğinden ilişiğini kesdikden sonra  gönüllü olarak Kafkasya’ya geri dönmüştür.Azerbaycan batısında Nuha kentinde öğretmenlik görevine  başlamış,kaldığı yerde bulunan insanlara Türklük,Turan ve bunların nihayetinde ulaşılmak istenen Kızıl Elma fikrini aşılamaya çalışmıştır.Bu fikirleri aşıladığı insanlarla Ruslarla çatışmaya girmiştir.Bu dönemde  Rusya’da yeni bir akımın etkisi hissedilmeye başlanıştır.Yeni akımın adı Komünizm’dir.
 Ruslar ilerleyerek yazarın kaldığı  yere ulaşmış,bir süre Rusların lideriyle beraber aynı yerde kalmıştır. Kendisi Bakü’de toplanacak olan ‘Şark Milletleri Kurultay’ına delege seçilmiştir.
 Yazar kaldığı yer olan Nuha’da bir kıza aşık olmuştur.Tanışıp görüşmeye baslamışlar,ilerleyen günlerde  sevgilisi ona aşık olduğunu ama yazarın  Türklük davasını rahatça yürütebilmesi için ilişkilerinin bitmesi gerektiğini söylemiş ve yazarımız bu olay neticesinde kaldığı yer olan Nuha’dan ayrılmış ve kuzeye hareket etmiştir. Bu aşk acısından sonra  Batum’da bir Türk kızıyla evlenmişti
.Batum’da Türk mektebinde öğretmenliğe başlamış,burada bir Kazak’la tanışmıştır.Tanıştığı kişi ihtilalci,komünist fikirlere sahip bir insandır.Bu dönem yazarın artık fikir ve düşünceleri açısından bocalamaya başladığı bir dönemi oluşturmaktadır.Böyle bir ruh haliyle komünist partisine girmiştir.Mitinglerde konuşmalar yapmış,toplantılara katılmış,yeni dostlar  edinmiştir.
Yazar yeni bir okulda görev almış,okulun kampına katılmış,burada da yeni dostluklar edinmiştir..Üniversitenin düzenlediği toplantıda Enver Paşa ile tanıştığından İttihat ve Terakki Partisinin eski lider kadrosunun bir kısmının da Rusya’da yaşadığından,ayrıca komünist insanların yaşamlarından ve Rusya’nın tarihinden ve  gelecekte büyük tehdit olacağını düşündüğü  Çin ve Çin asrından  söz etmektedir.Almanya ve İtalya’da faşizm başlaması dünya dengelerinin değişimi ve dünyanın kaderinde bir dönüm noktası oluşturduğu fikrinden bahsetmektedir.
Yazar, kitabının bu bölümünde Türkiye’ye dönüşünden, İstanbul’a gelişinden ve 4 yıl boyunca yaşadığı olayları bir film şeridi gibi hatırlamasından ve ne kendisinin  ne de İstanbul’un kendi bildiği eski İstanbul olmadığından ve İstanbul Beşiktaş’ta öğretmenlik görevine başlamasından bahsetmektedir.
          Kahramanımız İstanbul’da bulunduğu dönemde “Aydınlık” adlı dergide çalışmaya başlamış ve yazılarının dergide çıkmaya başladığından,ilerleyen günlerde derginin  kapatıldığından ve bu konudan dolayı da İstiklal Mahkemesinde yargılanarak 10 yıl hapis cezası aldığından söz etmektedir.
         Aydınlık dergisinde çalışan personelin bir kısmı  yurt dışına kaçmış,Türkiye’de kalanlardan 11 kişi ceza almıştır.Cezaevinde iken 11 kişi toplantısına  devam etmiştir.İlerleyen günlerde 11 kişi değişik hapishanelere gönderilmiş,yazarın kendisi ve bir arkadaşı da Afyonkarahisar cezaevine gönderilmiştir.Zamanını kitap okuyarak değerlenmiş ve yattığı esnada siyasi suçlara af gelmiş,1.5 yıl hapiste yattıktan sonra cezaevinden çıkmıştır.
        Kahramanımız cezaevinden çıktıktan  sonra Ankara’ya gittiğinden, yolculuk esnasında Ankara’ya yerleşmeyi ve toprakla uğraşmayı hayal ettiğinden söz etmekte  burada bulunduğu dönemde  Milli Eğitim Bakanlığı ve Ekonomi Bakanlığı bünyesinde görev aldığından ve iktisat alanında kendi hazırlamış olduğu ekonomi raporundan ve bu raporun ulu önderimiz Atatürk’e arz edildiğinden bahsetmektedir.Görev yaptığı dönemde insanlara yardımcı olmak onu fazlasıyla mutlu ettiğinden söz etmektedir.Ankara’da ilk konferansını Türk  Ocağı merkez salonunda  vermiş ve bu konferans da mihver fikir Türk İnkılabı’dır.
            Ankara Söğüt özünde bir dağ evi kiralamış,boş zamanlarında dağ evine gelerek burada kafasını  ve ruhunu  dinlendirerek,huzur bulduğundan bahsetmektedir..Bu  bölgede bulunan ve Atatürk’e ait olan çiftlik evine Atatürk ve arkadaşları da  bazı günler gelmeğini,Atatürk’ün bazı günler de tek başına gelerek burada kaldığını ve ulu önderimizin tek,yalnız,anlaşılmamış,arkadaşsız  bambaşka bir insan olduğunu,bütün hayatının baştanbaşa bir çile ve yokluklar içinde geçirdiğini ,sonunda zaferin kazanıldığını ve onun da bizim gibi duygu yüklü bir  insan olduğunu belirtmektedir.
            Yazar çeşitli hizmetlerde bulunduktan sonra vekiller kararıyla emekli olduğunu, emekli olmak ona acı verse de yalnızlık onu kendi iç hesaplaşmasına ve kendini bulmasına vesile olduğundan söz etmektedir. Emeklilik döneminde boş zamanlarında  kendisine ait bağ evine giderek  kendisiyle baş başa kaldığından ve kendini sorguladığını  kaldığı yalnız günlerin ve yalnızlığının kendisini bulmasını sağladığını ve nihayetinde hayatında sahip olduğu  en büyük servetinin irade hürriyeti olduğunu anladığını ve kendi yaşadığı hayatını sevdiğini ve dünyaya yeniden gelip yeniden doğup yaşaması halinde yeni kendi yaşadığı hayatı ve yine kendisi olmak istediğinden bahsetmektedir.
        Kahramanımız  çiftlikte geçen günlerinde toprakla bütünleşmesinin ve toprakla uğraşmanın ,çiftlikte bulunan hayvanlarla, ağaçlarla,civarda bulunan köylülerle, tabiatla baş başa olmanın kendisini mutlu ettiğinden ve sonunda asıl benliğine döndüğünden bahsetmektedir.Kendi tabiriyle ‘SUYU ARAYAN ADAM’ın  suyu  nihayetinde bulduğundan hayatının  bu duygu ve düşüncelerle devam ettiğini belirtmektedir.

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder