Farabi'de Devlet Felsefesi, Bayraktar Bayraklı

Farabi'de Devlet Felsefesi, Bayraktar Bayraklı, Şehir Yayınları, 2000, İstanbul  
Farabi’nin devlet felsefesi başlığı altında devlet anlayışını, toplum ve devlet tasnifi ile insanı saadete ulaştıran Fadıl Devlet’in hangi müesseselere sahip olması ve nasıl çalışması gerektiği anlatılmaktadır.
            Eser, giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşmaktadır. Giriş bölümünde Farabi’nin felsefesini anlayabilmemizi kolaylaştırmak için yaşadığı kültür ve siyasi çevre anlatılmaktadır. Gelişme bölümünde üç ana kategori altında devletin menşei problemi, toplum ve devlet tasnifleri ile Fadıl Devlet ve müesseseleri ele alınmaktadır.Sonuç bölümünde ise Farabi’nin devlet felsefesi hakkında yazılan eser ve makalelerin kitabda ulaşılan sonuçlar ile değerlendirilmesi yapılmakta ve dikkati çeken önemli hususlar vurgulanmaktadır.
            (1) Giriş
                   Asıl adı Ebu Nasr Muhammed B. Tarhan b.Uzluğ el-Farabi et-Turki (870-950) olan Farabi müslüman bir türk filazofdur. Farabi’nin devlet felsefesine ait görüşlerini incelerken, onun içinde bulunduğu kültür ve siyasi çevresinin eseri olduğunu söyleyebiliriz.
               Farabi’nin, felsefesini dayandırdığı üç kaynak vardır: 1.İslam dini, 2.Özellikle Eflatun ve Aristoteles’in fikirlerinin esas teşkil ettiği Yunan felsefesi, 3.Yunan felsefesi ile İslam Kültürünü senteze ulaştıran büyük dehası.
                   Farabi, batının Yunan felsefesi ve doğunun Hint hikmeti ile İran kültürününün etkilerine karşı, İslami esasların müdafasını yapabilmek için, onları İslam düşüncesinin hizmetine sunmuştur. Farabi, Yunan felsefesini İran yoluyla değil de doğrudan Yunan’dan almaya, onların fikirlerini terkip etmeye başlamıştır. İlk aşamada, o kültürü tanıdı. İkinci aşamada ise, eksikliklerini tespit edip onları tamamlamaya çalışmıştır. Son aşamada ise Eflatun, Aristoteles, Yeni Eflatunculuk fikirlerinin terkibine dayanan şahsi felsefesini ortaya koymuştur. Farabi, felsefenin dinin yerine geçeceğini savunmamış, felsefenin dine layık oduğu mevkiyi vereceğine inanmıştır.
                Farabi’nin yaşadığı zamanki siyasi çevre incelendiğinde, Abbasi Devleti’nin ikinci dönemini yaşadığı yani parçalanmaya başladığı ve yerine küçük küçük yeni devletlerin kurulmaya başladığı dönemdir. Halife, vezirlerin elinde kukla durumuna düşmüş ve siyasi otorite, Türk ve İran asilzadelerin eline geçmiştir. Bu dönemde Farabi, siyasi bünyedeki zaaf sebeplerini tahlil ederek ideal hükümdarın vasıflarını bildirmek suretiyle ideal ile hakikat arasındaki tezadı ortaya koymuştur.
                Farabi, felsefeyi 1.Mantık, 2.Nazari Felsefe ve 3.Ameli Felsefe olmak üzere üçe ayırır. Ameli felsefe ise kendi içerisinde Ahlak ve Siyaset olarak ayrılır. Siyaseti de Mutlak siyaset ve Cahiliyye siyaseti olarak tasnife tutar. Farabi, mutlak siyasete “Fadıl Siyaset” ismini de verir. Ona göre, Fadıl siyaset, idarecinin faziletlere ulaşması için takip edeceği yoldur. Halk da bu siyaset şekli ile dünya ve ahirette faziletlere ulaşır. Farabi, saadetin ne olduğunu araştıran ilme, “Medeni ilim (Siyaset)”der. Saadete nasıl ve neler vasıtasıyla ulaşılacağını bize siyaset ilmi öğretmektedir. Siyaset ilmi, saadeti iki kısımda inceler: 1.Gerçek zannedilen ve fakat sahte olan saadet, 2.Gerçek saadet. Gerçek saadet kişinin zatı için istenir. Saadet vasıta değil, gayedir.
                Farabi, siyaset ilminin bir “denge ilmi” olduğunu belirtir. Bu yönden siyaset ilmini tıp ilmine; siyasetçiyi de doktora benzetir. Ahlak ve davranışlarda orta yolu ve itidali yani dengeyi tespit eden de devletin idarecisi ve meliktir. Bu dengeyi tespit sanatı da siyaset ve meliklik sanatıdır. Farabiye göre siyaset ilmi dengeyi bulunca faydalı, herhangi bir sebeple dengeyi bozan veya onu dikkate almayan siyaset ise, zararlı olacaktır.
                Farabi’nin siyaset ilmi ve felsefesini incelerken devamlı olarak “el-İlmul-Medeni”, “el Medinetu’l-Fadıla” veya “el-Felsefetu’l-Medeniyye” kavramları geçmektedir ve Farabinin bu “Medine” kavramından ne anladığı önemlidir. Farabi bu kelimeyi bazen coğrafi bir bütünlük arz eden topluluk manasına kullandığı gibi bazen de “Devlet” manasına kullanmıştır. Ancak Farabi “Medine” tabirini, bugünkü anladığımız manada bir şehir ifadesi ile değil, müstakil ve muhtar bir siyasi teşekkülü ifade için kullanmıştır. Farabi’nin “Medine”sinin, bir iktidarın bulunduğu belli bir hukuk ve eğitim sistemi olan, sosyal tabakaları teşekkül etmiş, ekonomik müesseselerini belli kurallarla yürüten bir birlik olduğu anlaşılır.
(2) Birinci Bölüm: Devletin Menşei Problemi
Farabi’nin siyasetle ilgili eserlerinde devlet meselesini ele alırken ilk rastlanılan konuların başında, kainat ve onun yaratıcısı, hakimi ve idarecisinin durumunun ele alındığı görülür. Bunun sebepleri incelendiği zaman Farabinin devletini bir temele dayandırma peşinde olması, yani  “Kainat devleti” ile kendi devleti arasındaki benzerliği kurmanın peşinde olmasıdır.  Farabi’nin devletin menşei hakkında ortaya attığı nazariyeleri altı başlık altında inceleyebiliriz.
(a)        Ontolojik Nazariye
            Farabi’nin siyaset felsefesi, kainat anlayışının üzerine kurulmuştur. Onun kainat anlayışının temeli ise Kur’an’a dayanır. Farabi’nin siyasi felsefesi incelenirken şu dört nokta göz önünde bulundurulmalıdır:
            (1)     Allah, bütün kainatın yaratıcısıdır.
            (2)        Allah’ın bizzat kendisi, yaratıklarının yeğane hakimi, yöneticisi, emredeni ve idarecisidir.
            (3)        Bu kainatın hükümranlığı, Alllah’tan başka hiç kimseye verilemez.
            (4)    Hakimiyetin bütün vasıf ve kuvveti O’nun imtiyazındadır.
            Farabi, toplumdaki bazı olayları, müesseseleri, sosyal grup ya da sınıfları, varlıklar alemine benzetir. Böylece ontolojik izahla devleti çözümlemeye çalışır. Farabi, ilk önce toplumdaki fertlerle kainattaki varklıklar arasındaki benzerliği kurar. Ona göre, kavram ve sentez, evrensel olan ve “Bir”i ifade eden bir muhtevaya sahiptir.
(b)        Bio-Organik Nazariye
            Farabi devletin varlığını ve suretini kainatta aradıktan sonra, onu organik düzeyde de ele alır. Devletin organlarını vücudun organlarına benzetir. Devlet biyolojik bir vakıayı ve yaşayan organik bir varlığı andırır.
            Devletin teşekkülünde ilk önce, reis var olmalı ve yetişmelidir. Sonra o reis, devletin kurulmasına sebep olup tek tek insanları bir araya getirir. Vücutta da ilk önce kalp teşekkül eder. Sonra diğer uzuvların teşekkülü, kuvvetlenmeleri ve mertebeleri kalbe olan yakınlıklarına göre olur.
            Devletin içinde fert, vücuttaki hücrelere, organlar ise devletteki sosyal gruplara benzerler. Farabi, devletin çalışma tarzını yalnız vücudun organik çalışmasına değil, aynı zamanda psikolojik çalışma tarzına da benzetir. Vücutta bir şuur merkezi varsa, toplumunda bir sosyal şuuru vardır.
(c)     Tabii Çevre Nazariyesi
            Farabi, coğrafi çevrenin insanı ve insanın meydana getirdiği devletin yapısını etkilediğinin ilk farkına varanlardan biridir. Ona göre, insan iradesinin dışında cereyan eden tabiat olayları tabii çevreyi meydana getirir. Farabi’nin tabii çevre dediği coğrafi çevrenin yeryüzündeki çevremizi içine aldığı gibi, gökcisimlerini de ihtiva etmektedir. Ayrıca iklimin de doğrudan insanın şahsiyetine etki yapabileceğine işaret eder. İklimlerin değişik oluşu, farklı milletlerin oluşmasına sebep olmaktadır. Ayrıca, milletlerin farklarını en belirgin bir şekilde ortaya koyan “lisan” ında, bu tabii çevrenin etkisi ile oluştuğunu belirtir.
(d)        İhtiyaç Nazariyesi
            Farabi, devletin problemini ontolojik, organik ve tabii çevrede aradıktan sonra, insanın devlete olan ihtiyacını ele alarak düşüncesinin temelini kurmaya çalışır. Bu konuyu izaha çalışırken, varlıklar aleminde her varlığın ne kadar ihtiyaç içerisinde bulunduğunu ve bu ihtiyacın nereden kaynaklandığını izah ederek, insana iner.
            Farabi, varlıklar merdiveninde aşağıya doğru inerken, varlıkların noksanlıkları ile ihtiyaçlarını artırır, o nispette de, ihtiyaçlarını giderme yol, metod ve şekillerini farklılaştırır. Onun gayesi, bu varlıkları anlatmak değil, onların arasında insanın yerini tespit edip noksanlıklarını ortaya çıkarmaktır. Yaratılışlarına uygun olarak bu noksanlıklarını nasıl gidereceklerini belirtmek ve devletin menşeini bu noksanlığın doğurduğu ihtiyaçta temellendirmektir.
            İnsan basamağında ise insanın ihtiyaçlarını hem artırır, hem de çeşitlendirir. Her insan, ihtiyaçlarından ancak üzerine düşeni karşılar. Tek başına, en üst düzeydeki olgunluğa ulaşamaz. Her fert, tabiatında olan olgunluklara ulaşma ihtiyacını ancak muhtelif insanların yardımlaşma gayesi ile, bir araya gelmeleri ile elde edebilir. Bundan dolayı, insana “sosyal hayvan” denmiştir.
(e)        Sevgi ve Adalet Nazariyesi
            Farabi, diğer nazariyeleri gibi, sevgi ve adaleti insan toplumundan önce, kainattaki varlıklar aleminde arar. Tek tek fertlerin bir toplum olması ve bu toplumun belli bir nizam içinde cereyan etmesi için, varlıklar aleminde olduğu gibi, insanlar dünyasında da sosyal seviyelerini ve ekonomik paylarını adil bir şekilde dağıtacak iktidara ihtiyaçları vardır. Bu adalet hem devleti kuracak hem de devletin ayakta durmasını temin edecektir. Allah adil olduğu için, her varlık kendi durumuna göre ondan cevherlenmiştir. Bu cevher de o varlığın kainattaki mertebesini  tayin edecektir. Aslında insanların varlığı adaletle kaim değildir ama, kuracağı devlet onunla kaimdir. Aynı durum sevgi içinde geçerlidir. Sevgi insanın varlığı için zaruri olan bir şey değildir. Fakat, bir nizam içinde yaşamak ve birbirleri ile kaynaşmak için gereklidir.
(f)        Saaadet Nazariyesi
            Farabi’ye göre, insanın var oluşunun amacı, en üstün saadeti elde etmektir. Saadete ulaşmak için önceden onu bilmek ve gaye edinmek ve daima göz önünde bulundurmak gerekir. Diğer taraftan, ona götürecek davranışların neler olduğunu bilmek ve yapmak gerekir. İnsanın, saadete götüren davranışları kendi başına bilmesi ve yapması imkansızdır. Ona bir öğretici ve rehber gerekir. Farabi, insanın bu eksikliğini tamamlayacak müessesenin devlet olacağını savunur.
(3) İkinci  Bölüm: Toplum ve Devletlerin Tasnifi
Farabi, devletleri tasnif etmeden önce toplumları tasnif eder. Bu tasnifde de iyi ve yetkinliği, (kemali) tam olan toplumlarda arar. Onu bulamadığı toplumları “tam” olarak kabul etmez. Medeni toplumları, “Eksik Toplum” ve “Tam Toplum” olarak ikiye ayırır. Tam Toplumlar’da kendi arasında, Küçük, Orta ve Büyük olmak üzere üçe ayrılır. “Tam” toplumların ilk basamağında     “Medine”, orta basamağında “Millet=Ümmet”, son basamağında ise birden çok milletden meydana gelen bütün yeryüzü insanlarının topluluğudur.
Eksik toplumların ilk küçüğü “Aile=Menzil”, diğerleri de sırasıyla, “Sokak”, “Mahalle”, “Köy”dür. Aile sokak, sokak mahalle, mahalle de şehir topluluğunun bir parçasıdır. Mahalle, Medine’nin bir parçası olduğu halde köy, şehrin sadece hizmetçisi durumundadır.
Toplumların tasnifinden devletlerin tasnifine geçerken “Tam” toplumlardan, “Küçük” olanı ele alır. Farabi’nin muhtelif eserlerinde farklı tasniflerin yapıldığı görülmektedir. Ancak her ayrımda hangi ölçüleri kullandığını belirtir. Farabi, devletlerin tasnifinde, halktan hareket ederek, halkın sahip olduğu değerlere,  kendi arasındaki ilişkilere, ahlaki davranışlara, onlara göre hayatın gayesi gibi konulara verdiği önemle Eflatun ve Aristoteles’den ayrılır. Aristoteles, devletlerin farklılığını belirleyen şeyin “Anayasa” olduğunu belirtir. Eflatun ise “Bilim”i ölçü olarak ele almaktadır.
Farabi’ye göre devlet tasnifleri şu şekildedir;
(a)        Fadıl Devlet
            Farabi, “Orta” ve “Büyük” toplumların “Fadıl” olabilmesini “Küçük” toplumların “Fadıl” olmasına bağlar. Bütün şehirleri saadete erişmek gayesi ile elele vererek çalışan bir millet, “Fadıl” millettir; bütün milletleri saadete ulaşmak gayesi uğruna el birliği ile çalışan bir dünya da “Fadıl” bir dünya olur.
(b)        Cahil Devlet
            “Cahil Devletin” halkı devamlı olarak şehevi arzularının peşinden koştuklarından, bütün meseleleri, bu arzuları doğrultusunda görürler. Halkı insanları arasında tabii ayıklama prensibi olduğuna inanır ve bu anlayışa göre de üstün ve kuvvetli olanın zayıfı ezmesi normaldir. Adalet anlayışları da başkasını ezme üzerine dayanır.
            Cahil devletleri de kendi arasında Zaruri Devlet, Beddale-Nezzale (Değiştirici) Devlet, Hasis Devlet, Kerramiye (Gösterişci) Devlet, Tagallub Devlet, Demokratik Devlet olarak ayırır.
(c)        Fasık Devlet
            Fasık Devletin halkının görüşleri, Fadıl Devlet halkının görüşleri gibidir. Fakat, işleri Cahil Devlet halkının işleridir. Yani, Fasık Devlet halkı gerçekleri bilmekte ancak uygulamamaktadır. Bildiklerini uygulatmayan sebep, arzu ve istekleridir.
(d)        Mubeddele(Değişebilen)Devlet
            Farabi, bu devleti izah ederken, bir milletin, başka milletlerin fikir ve yaşayışlarının etkisinde kalabileceğini vurgular. Her millet diğer milletlerin kültürünü ve hayat tarzını değiştirmeye çalışır. Bu mücadelede yetersiz kalan, kültür ve hayat tarzını değiştirmek zorunda kalır.
(e)        Sapık(Dalle) Devlet
            Farabi, devlet tasnifinde en sona bilerek bu devleti bırakır. Bunun amacı, diğer devletlerdeki fikir akımlarının bu devlette mezhep haline gelmesidir. Geçmişin nazariyeleri, değişmez kanunlar haline gelir. Düşüncenin dondurulması, tenkit ve yaratma kabiliyetinin ortadan kaldırılması, sapık devletin özelliklerindendir.
(4) Üçüncü  Bölüm: Fadıl Devlet ve Müesseseleri
Farabi’ye göre Fadıl Devlet, bütün şehirleri saadete erişmek gayesi ile elele vererek çalışan bir millet, “Fadıl” millettir; bütün milletleri saadete ulaşmak gayesi uğruna el birliği ile çalışan bir dünya da “Fadıl” bir dünya olur.
(a)        Fadıl Devlette Reis
            Farabi, Fadıl Devletin faziletini, öncelikle reislerde arar. Reislikte eğitime büyük önem verir ve peygamber dışındaki reisliğin ancak eğitimle elde edileceğini belirtir. Fadıl devlette idare sanatı ise  kabiliyet, erdem, eğitim ve tecrübeye göre elde edilir. Kavramları açıklarken “İlk Reis”den kasdı peygamberi anlatmak ve “Reisu’s-Sani” ile de peygamberden sonra gelecek reisleri anlatmaktır. Onun için     “İlk Reis”in vasıflarını 12 özellik ile anlatırken, “Reisu’s-Sani”nin özelliklerini 6 ile sınırlandırır.  “İlk Reis”in “Faal Akılla” irtibat kurarak vahy aldığını belirtir ancak onda Felsefe bilmeyi şart koşmaz. Peygamber olmayan devlet başkanlarında ise şart koşar. Farklı eserlerinde bu şartlar değişmekle beraber şu özellikler ön plana çıkmaktadır:
            (1)     Hakim(filozof) olması gerekir.
            (2)     Daha önce devleti idare eden reislerin kanun, sistem ve idare tarzlarını bilmeli ve muhafaza etmeli, bütün bu işlerde onların yolunu izlemelidir.
            (3)     Eskilerin kanuna bağlamadıkları meseleler hususunda, iyi kanun koyabilmeli, bu faaliyetlerinde eskilerin kanun koyma metodunu takip etmelidir.
            (4) Öncekilerin meşgul olmadığı ve fakat kendi zamanında ortaya çıkan problemleri çözmek hususunda iyi kanun vaz edebilmesi için, sağlam ve içtihad yapacak seviyede olmalıdır.
            (5)     Eskilerin kanunlarını ve onların yolunu takip ederek, kendi koyduğu kanunların mükemmel öğreticisi olmalıdır.
            (6)     Şavaşın meşakkatlerine dayanacak bir bedene sahip olmalıdır. Savaş sanatının temel ve tali prensiplerini iyi bilmelidir.
(b)        Fadıl Devlette Hukuk Müessesesi
            Fadıl devlette reis, devleti gelişi güzel ve kendi arzusuna göre yönetemez. Hukukun aranması gerekir. Hukuk ilmini, medeni (siyasi) ilmin bir parçası olarak görür. Hukuku dinamik olarak görmekle beraber, İlahi hukuk (dini hukuk)’u statik olarak kabul eder. Süratle değişen şeyler için kanun konamayacağını şöyle belirtir: “kendileri için asla kanun konulamayan şeyler, daima değişir ve kısa sürelidirler. Kendileri için kanun konulabilen diğer şeyler ise, değişmeleri uzun zaman alanlardır.” Dinamik hukuk üzerine yoğunluğunu vererek sosyal olay, sosyal olgu ve realiteye dikkat çeker. Geçici, belli bir grubu ilgilendiren ve durmadan değişik şekiller alan sosyal olaylar, belli bir kural ve kanuna bağlanamazlar. Zaten kendileri belli bir sosyal kural ve kanuna göre cereyan etmezler. Fakat, sosyal olgular çok ağır değişir, geneldirler, çoğu zaman ferdin iradesine tabi değillerdir.
(c)        Fadıl Devlette Eğitim
            Farabi, eğitim sistemini, insan tabiatının üzerine temellendirir. Eğitim metod ve gayelerini insan tabiatına göre tespit etmeye çalışır. Böylece fıtratın ve çevrenin eğitimdeki yerini gerçekci bir yaklaşımla ortaya koyar. Eğitim ve öğretim, nazari,ahlaki ve sanat erdemlerini halka mal etmektir. Eğitim ve öğretimin farklı olduğunu belirtir. Öğretim (talim), Millet ve Medinelerde, nazari erdemleri var etmektir. Eğitim (Te’dib) ise, ahlaki erdemleri ve pratik sanatları milletlerde var etmenin metodudur. Öğretim, konuşmayla başlar. Eğitim ise, erdemleri tatbik edebilmek için, halkı harekete geçirerek alışkanlık kazandırma ile başlar. Alışkanlıklardan doğan meleke ve davranışlar onların ruhlarına hakim olmalıdır. Farabi, önce zihnin eğitimini sonra da ruhun eğitimini teklif eder. Bu noktada, zihnin eğitimine öğretim, ruhun terbiyesine ise eğitim demektedir.
            Eğitim faaliyeti insan ruhu ile alakalı olduğuna göre, insan tabiatının bilinmesi gerekir. Çünkü, çiftçilik yapacağınız toprağın niteliğini bilmezseniz, elverşli neticeye ulaşmanız tesadüfi olur diyerek çağdaş eğitimde üzerinde durulan “ferdi farklar” konusuna dikkat çekmiştir.
(5) Sonuç
Farabi’nin devlet felsefesi hakkında yazılan eser ve makalelerde yazarımızın dikkatini çeken hususlar ise şöyledir:
(a)        Robert Hamui O.F.M. nin The Philosophy of Al-Farabi and ıts İnfluence on Medieval Thought isimli eserinde Farabi’nin siyaset felsefesine gereken önemi vermiş olmasına rağmen, izahları yetersiz kalmıştır. I.J.Erwin Rosenthal ise Political Thought in Medieval İslam eserinde, toplum ve devlet tasnifine gidilmemiş, Farabi’nin devletin menşei hakkındaki fikirleri tespit edilmemiş, hukuk ve eğitim meseleleri ihmal edilmiştir. Dr.Mehmet Aydın, Farabi’de saadet kavramını ele alırken siyasetin saadetle alakasını görmüştür. Farabi’nin devlet felsefesi, bütün felsefesinin doruk noktasını oluşturmaktadır. Medinetu’l-Fadıla, Siyasetu’l-Medeniyye ve Tahsilu’s-Saade isimli eserlerinde metafizik, ahlak ve psikiloji, devlet felsefesiyle yan yanadır ve ona giden yolun temel taşlarıdır.
(b)        Farabi, bir Müslüman Türk filozof olmakla beraber, fikirlerini, inançlarına göre değil, felsefenin temel kavramlarına göre ortaya koymuştur. Siyaset felsefesinin temellerini teşkil eden kavramları seçmesinde, onun bu evrensel filozofluğu görülmektedir. Yazarımıza göre Farabi, eski Yunan’dan aldığı fikirler ile İran devlet anlayışını ve mensubu olduğu İslam kültürünün  bir sentezini oluşturmuştur. Ama hiçbir zaman Eski Yunan ve İran felsefesinin taklitçisi olmamıştır.
            Eflatun, toplumu ideler alemi örneğine göre kurarken, Farabi ona nispetle realist davranarak her şeyi toplumun ayağına getirmektedir. Bu sebepten, toplumu felsefesine değil, felsefesini toplumun hizmetine sunmuştur. Yazarımız, Farabi’nin Dünya devleti görüşünü, Eflatun ve Aristo’dan almadığını, İslam’dan etkilendiğini belirterek bu konuda Batılı araştırmacılarında aynı görüşte olduğunu ortaya koymaktadır.
            Farabi, devletin menşeini ontolojik açıdan izah ederken insanların toplum haline gelip, devlet kurmalarını, insanın tabiatında olan noksanlık ve bu noksanlığın doğurduğu ihtiyaç meselesinde ele alır. Devleti kurma görevini sevgiye verirken, yürütme görevini de adalete verir. Toplumda, kuvvetlinin zayıfı ezmemesi, ekonomideki denge, devletin organlarının birbirine bağlanması, ihracat ve ithalatın sağlıklı yürümesi için devletin gerekli olduğunu ilk gören filozof, Farabi olmuştur.
            Farabi, devletin menşeini ele alırken, insan ve onun gayesinden hareket etmiştir. Ona göre, en üstün saadete ulaşmak insanın gayesidir. Fakat insan buna tek başına ulaşamaz. Saadete ancak devletin rehberliği ile ulaşılır.
            Farabi, devlet felsefesinin ana temasını oluşturan, “Reis” ve “Otorite” meselesinde, kemiyetten çok, keyfiyete önem vermiştir. Devleti idare edenlerin çokluğundan ziyade, idarecinin özellikleri üzerinde durmuştur. Ayrıca, birden çok kişinin idaresini ancak zaruretler halinde düşünür.
            Farabi’nin devlet felsefesinde dikkati çeken önemli konulardan birisi de, hukuku statik ve dinamik olarak izah etmesidir. Bu konuda hukuk, Vahy ve felsefe ilişkisini tespit etmeye çalışır. Hukukun niçin değiştiğini, toplumun yapısındaki değişikliğe bağlayarak izah etmesi günümüz hukukçularına da ışık tutacak bir değerlendirmedir.
            Yazarımıza göre Farabi’nin eğitim metodlarında en dikkati çeken şey, “Metodojik Şüpheye” yer vermesidir. Şüpheden ürkmemekte ve şüpheyi, eğitimin temel metodu olarak görmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder