Bizans’ın Gizli Tarihi, Prokopius

Bizans’ın Gizli Tarihi,  Prokopius, Ada Yayınları, 1990, İstanbul
"Bu kitapta Bizans İmparatorluğunda nerede ne olmuşsa herşeyi apaçık ortaya koyacağım."  Prokopius.
Tarihçi Prokopius, Kayseriye kentinde doğmuştur. Milat’tan sonra 527 yılında komutan Belisarius’un özel yazmanı ve hukuk danışmanı olmuştur. Daha sonraki yıllarda Prokopius’un İmparator Justinianus’a yaklaştığı görülür. Teodora’nın ölümünden sonra  Justinianus’la iyi ilişkiler kurabilen Prokopius’a 560 yılında “illustres” unvanı verilir. Prokopius 562 yılında Bizans kenti yöneticisi olmuştur. Bu görevin çok önemli olduğu modern tarihçiler tarafından belirtilmektedir. Prokopius’un İmparator Justinianus ile aynı yılda (M.S.565) öldüğü sanılmaktadır. Prokopius’un o döneme göre klasik bir eğitim aldığı görülmektedir. Onun yaşadığı dönemde Bizans İmparatorluğu hem eski Roma’nın, hem de Grek uygarlığının etkileri altında bulunmaktadır. Prokopius “Gizli Tarih” dışında 8 kitaplık bir “Savaşlar Tarihi” yazmıştır. Prokopius’un çizdiği Bizans toplum yaşamının kavgalarla, gaddarlıkla, parti çalışmalarıyla, işkencelerle, baskılarla dolu olduğu anlaşılmaktadır. Tarih kitaplarında “Büyük” diye anılan Justinianus, Gizli Tarih’te para düşkünü, hain, sefil, yasaları çiğneyen ve keyfine göre uygulayan kanlı bir despot olarak tanımlanmaktadır. Vandallara, Gotlara ve İranlılara karşı yapılan savaşlarda Bizans Ordusunu zaferlere kavuşturan general Belisarius ise eşine tutkun, onun sözünden çıkmayan, zayıf bir erkek olarak anlatılmaktadır. Prokopius’a göre o çağda Bizans çürümekte, kadınlar kocalarını aldatmakta, parayla her şey satın alınmakta, insanlar ise başlarına gelen felaketler karşısında ne yapacağını bilemez durumdadırlar.
    Bizans İmparatorluğu gerçekte Roma İmparatorluğunun bir devamı gibi doğmuştur. Son dönemlere gelinceye kadar Bizanslılar kendilerine Romaioi yani Romalı demişlerdir. Bizdeki “Rum” sözcüğü de buradan kaynaklanmaktadır. Roma İmparatorlarından Dicoletianus tarafından İmparatorluk ikiye ayrılarak her iki tarafa da eşit yetkide yöneticiler tayin edilmiştir. Doğu topraklarının yönetimi kendisine verilen Konstantinus batı tarafı bir savaşta yenince Roma imparatorluğunun tek yöneticisi olmuştur. (M.S.324) Konstantinus daha sonra başkenti Roma’dan  Bizans kentine taşımış ve buraya Yeni Roma adını vermiştir. Daha sonra Konstantinopolis diye anılan Bizans, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olmuştur. Bizans tarihi ise daha çok bu olaydan sonra başlamış oluyor. Ancak, Prokopius, Bizans kentine hiçbir zaman Konstantinopolis demez ve bunun yerine Bizantium adını kullanır. Konstantinus ayrıca ilk kez Hıristiyan olan imparator olarak tarihe geçmiştir. Hıristiyanlık ancak Teodosius döneminde tam bir başarı sağladı ve imparatorluğun resmi dini haline gelmiştir. 491 yılında yaşlı bir asker olan Anastasius tahta geçti. Onun ölümünden sonra saray muhafızları komutanı olan Justinus imparator ilan edildi. Yeğeni Justinianus daha amcası hayatta iken İmparatorluğu yönetmeye başladı, amcası ölünce de  tahta kendisi geçti. Justinianus resmen 527 yılında taç giydi ve 565 yılında kadar İmparatorluğu yönetti. Justinianus dönemi içerde Hıristiyanlar arasında çeşitli mezhep ve inançların çatışmaları, dışarıda Hunların, Vandalların, İranlıların saldırıları ile geçti. İtalya bütünüyle elden çıktı. İmparatorluk Balkan Yarımadası, Anadolu, Suriye ve Mısır’ı içine alacak şekilde küçüldü. Aynı dönemlerde partiler de önemli faaliyetlerde bulundu. Başlangıçta dört parti olduğu bilinmektedir. Bunlar; Yeşiller, Maviler, Beyazlar ve Kırmızılar olarak anılmaktaydı. Beyazlar ve kırmızılar ortadan kalkınca geriye Yeşiller ve Maviler kalmıştır. Kimi tarihçiler ve araştırmacılar bunların halk örgütü olduğunu belirtmekte, kimileri de bunların İmparatorluk içinde çeşitli sınıfları temsil ettiklerini ve aralarında inanç farklılıklarının olduğunu öne sürmektedirler. Ancak, bu partilerin hipodromdaki at yarışlarına ayrı ayrı katıldıkları kesindir. Her iki parti de kendi yarışçılarını hazırlıyor, yarışları izleyen halk Maviler ve Yeşiller olarak ikiye ayrılıp kendi takımlarını destekliyorlardı. Bugünkü spor kulübü gibi fakat daha ileri gitmiş şekli denilebilir. Çünkü Maviler ve Yeşiller diye parti ayrımı sadece hipodromda kalmamış, tüm İmparatorluğa her düzeyde toplum kesimine yayılmıştır. Zamanla partizanlar birbirine girmiş ve huzursuzluk kaynağı olmuşlardır. İmparator Justinianus Mavileri tutarak Yeşilleri ezmeye çalışmıştır. Teodora  ise Yeşilleri el altından desteklemiştir. Bu parti ayrımı ve çıkardığı sorunlar Bizans’ı uzun süre uğraştırmıştır. Partilerin yöneticileri başlangıçta devlet tarafından atandı. Kentler içinde çeşitli milis kuvvetler kurdular ve kent işlerini onarım işleri ile görevlendirildiler. Bu arada Maviler partisinin eski senatörler ve büyük arazi sahiplerini içine aldığı, Yeşillerin ise daha çok tüccarlar ve küçük esnaftan oluştuğu iddiaları öne sürülmüştür. Kimi tarihçiler partilerin merkezi yönetime karşı kentlerin eski demokratik inançlarını yansıttığını da bir görüş olarak savunmaktadırlar.
    Bizans’ta yönetim biçimi sık sık değişkenlik gösterdi. Justinianus döneminde en yüksek devlet görevlisi Magister Officiorum adını almaktaydı. Bu göreve siviller atanırdı. Bir de komutanlara verilen  Magister Militum rütbesi  vardır. Eyaletlere bakan genel valilere Praefectura Praetorio denilirdi. Bunlar imparatordan yetki alarak çeşitli eyaletleri yönetmişlerdir. Ayrıca, Roma imparatorluğu döneminden kalma “senato” gibi kuruluşlar Bizans’ta da varlıklarını sürdürmüşlerdir.
    İmparator Justinianus Üsküp yakınlarında doğmuştur. Bazı tarihçilere göre Arnavut kökenlidir. Ondan önce gelen imparatorlar ülkeyi kuzeyden ve doğudan gelen tehlikelere karşı korumaya çalışmışlardır. Justinianus ise gözlerini batıya çevirmiş eski Roma İmparatorluğunu yeniden oluşturmaya çalışmıştır. Yazara göre Justinianus’un kötülükleri o kadar çoktur ki saymakla bitmez. Bunun için yazar bunlardan bazılarını anlatmakla yetinmiştir eserinde. Ona göre İmparator duygularını çok iyi gizlerdi. Tanrı’ya, papazlara, yasalara çok bağlı olduğunu söylediği halka, dürüstlüğe, devletin çıkarlarına yada devletin yararına olabilecek hiçbir şeye aldırmazdı. Eylemlerinin uygun karşılanması için çaba da göstermezdi. Onun için tek önemli şeyin dünyanın zenginliğini ele geçirmeye çalışması olduğu söylenir. Justinianus tahta geçer geçmez her şeyi karıştırması için kısa bir süre  yetmiştir. Yerleşmiş gelenekler toptan bir yana atılırken, o zamana kadar yasak olan şeyler teker teker yeniden günlük yaşayışa sokulmuştur. Sanki o her şeyi yeni biçimlere sokmak için bu göreve getirilmişti. Ulusun işlerini uzun zamandır gören birtakım devlet daireleri kaldırılır, yerine yenileri kurulur. Ülkenin yasaları ve ordu da aynı saldırıya uğrar. Bütün bunlar adalet gerektirdiği için veya kamu yararı olduğu için değil her şeyin yeni bir görünüm alıp ta gelecekte Justinianus’un adı anılsın diye yapılmaktaydı. Mülkiyet hakkına zorla saldırı ve uyruklarını yok etme konusundaysa kimse onunla yarışamazdı. Sayısız zenginlerin mallarını yağma ettiği halde sürekli olarak yenilerini aramaktaydı. Soygunlardan biriktirdiklerini ise yabancı kabilelere ve delice yapı projelerine harcamaktaydı. Görünür hiçbir nedeni yokken binlerce  kişiyi ortadan kaldırdığı zaman daha fazlası için planlar yapmaya başlardı. Bir kural olarak uykuya az gerek duyardı. Yiyecek ve içecek konusunda iştahı acayip biçimde azdı. Sofradan kalkarken parmak uçları ile bir lokma alıp tadına bakmasının yeterli geldiği söylenmektedir. Zaman zaman iki gün iki gece oruç tutardı. Bir saat kadar uyuduktan sonra gecenin geri kalanını sarayda dolaşarak geçirdiği bilinirdi. Çok az uyuması, oruç tutması ve zorlu çabalarının bir tek amaca yöneldiği söylenir: “Her gün ara vermeden Bizans Halkı için yeni felaketler düzenlemek”.
    Teodora ise küçük yaşta hayat kadınlığına başlamış daha sonraları tiyatroda kimsenin cesaret edemediği cesur roller almış hatta rollerine kendisinden doğaçlama bir şeyler katarak büyük bir izleyici kitlesi toplamıştır. İmparator Justinianus yasa değiştirerek Teodora  ile evlenebilmiştir. Teodara’nın aklı fikri inatla ve sürekli olarak insanlara kötülük etmeye saplanmıştır. Kimsenin, onu bir konuda ikna edemez yada bir şey yapmaya zorlayamaz olduğu söylenir. Teodora’nın öfkesini kabartan biri ile, öbür dünyaya göçse bile, barıştığı görülmemişti. Ölenin geride bıraktığı kimseler, mirasçılar, babalarına ait miraslarla birlikte imparatoriçenin kinini de miras edinir ve bu kin üçüncü kuşağa kadar taşınırdı. Ulus, Teodora’nın çoban olduğu bir tutsaklar sürüsü haline gelmişti. Bizans devleti hemen hemen hiçliğe indirgenmiştir. Çünkü İmparator’un huyu yumuşak gibiyken, Teodara’nın sert ve amansızdı. Yumuşak huy dengesizlik demekti, amansızlık ise her işi güçleştirirdi. Kafa yapıları ve yaşayış biçimleri açısından ortak bir yönleri olmasa da, para düşkünlüğünde, kan içicilikte ve doğruluğa düşmanlıkta birbirine benziyorlardı. İkisi de en usta yalancıydılar. Ayrıca yazar imparatoru bir insan olarak görmemekte, bunun nedenini ise onun insan soyuna getirdiği felaketler olarak göstermektedir. Libya çok geniş bir ülke olmasına rağmen tek bir canlıya rastlamak mümkün değildir. Oysa sadece silahlı ayaklanmaya katılan Vandalların sayısının 80.000  olduğunu belirtmektedir.

    Eserde adı geçenlerden biri de ünlü komutan Belisarius. Bazı tarihçiler onu en iyi asker olarak tanımlamıştır.  O da Justinianus Gibi İlliryalıdır. Önceleri İmparatorluk Muhafız birliğinde çalışmıştır. Genç yaşta doğu kuvvetleri komutanı olur. Bu esnada Mezopotamya’da Daras kenti yakınlarında yapılan bir savaşta İran ordusunu bozguna uğratır. Kendisine büyü yapan karısı Antonina tesiri altında olduğu söylenmektedir. Antonina, Teodora kadar kötü yollara eğilimli bir kadın olarak tasvir edilmektedir. Antonina  kendi evlatlığı Teodosius ile aşk yaşamaya başlayınca ilk eşinden olan oğlu Fotius ve Belisarius ile anasına karşı mücadeleye girişmiş ise de başarılı olamamıştır.
    Prokopius’un yaşadığı çağda Bizans’ın yalnız Batı Türkleriyle değil, Hazar Denizi’nin doğusunda yaşayan Türklerle de ilişkileri olmuştur. İpek ticaretinden oluşan bu ilişki, Çin’den Bizans’a gelen ipek hammaddesini koruma altına almak gereksiniminden doğmuştur. Çin ipeği Bizans’a kadar geliyor, burada dokunuyor ve kumaş olarak satılarak gelir sağlıyordu. Ancak, Çin ile Bizans arasında bulunan İran’ın ticarette güçlük çıkarması İran’la Bizans’ın aralarını açmıştır. Bu sırada Bizanslılar Hazar Denizi’nin doğusunda bulunan Türklerle antlaşma yapmaya çalışmışlar ve ipek yolunun emniyetini sağlamaya çalışmışlardır.

2 yorum:

  1. Kitabın tamamını okudum. Anlaşılabilmesi ve mantığının kavranabilmesi açısından bakıldığında alıntı şeklinde özetleme olsa da başarılı bir sadeleştirme olmuş.

    YanıtlaSil
  2. Yalnız o Kayseri bizim bildiğimiz Kayseri değil, Kaisereia ve Filistin'de kurulmuş bir kenttir.

    YanıtlaSil