Asker ve Devlet, Samuel P. Huntington

Asker ve Devlet, Samuel P. Huntington, Salyangoz Yayınları, K.Uğur KIZILASLAN, 2004 - İSTANBUL
Sivil-Asker İlişkilerinin Kuram ve Siyasası

GİRİŞ
ULUSAL GÜVENLİK VE SİVİL ASKER İLİŞKİLERİ
Ulusal Güvenlik politikasının amacı, bir ulusun toplumsal, iktisadi ve siyasi kurumlarının güvenliğini, diğer bağımsız devletlerden kaynaklanan tehditlere karşı artırmaktır. Ulusal güvenlik politikası üç biçimde ve iki düzeyde düşünülebilir. Bunlar askeri güvenlik politikası, iç güvenlik politikası ve durumsal güvenlik politikasıdır. Askeri güvenlik politikası, başka bir silahlı kuvvetin, söz konusu ulusu yok etme veya zayıflatma çabalarının asgari düzeye çekmek veya etkisiz hale getirmek için tasarlanan faaliyetler programıdır. İç güvenlik politikası, yıkıcı tehditle yani devletin toprak sınırları içerisinde faaliyet gösteren devleti zayıflatma veya yok etmeyi amaçlayan tehditle mücadele eder. Durumsal güvenlik politikası ise devletin göreceli gücünü azaltmaya çalışan uzun vadeyi kapsayan iktisadi, demografik, toplumsal ve siyasi koşulların yol açtığı aşınma tehdidiyle ilgilidir.

I. KISIM - ASKERİ KURUMLAR VE DEVLET: KURAMSAL VE TARİHİ PERSPEKTİFLER
(1)    Bir Meslek Olarak Subaylık
Modern subay kadrosu profesyonel bir organdır ve modern silahlı kuvvetlerdeki subay, profesyonel bir insandır. Profesyonellik, günümüz subayını önceki çağların savaşçılarından ayırmaktadır. Askerlik mesleğinin entelektüel içeriği modern subayı meslek hayatının üçte birini formel okul-içi eğitime adamaya mecbur etmektedir ki bu oran muhtemelen diğer tüm mesleklerdeki eğitim döneminin uygulama dönemine oranından daha yüksektir. Subayın becerisi şiddetin yönetimi iken, sorumluluğu toplumun askeri güvenliğini sağlamaktır.
(2)    Batı Toplumunda Askerlik Mesleğinin Yükselişi
18’inci yüzyılda başta Prusya ve Fransa ordularında olmak üzere subay kadroları, askeri işlevin verimli biçimde icrasından ziyade aristokrasinin ihtiyaçlarına yönelik olarak tasarlanmıştır. Varlık, doğum, kişisel ve siyasi nüfuz, subayların atama ve terfilerinde belirleyici unsurlar olmuştur. Çocuklar ve yetersiz kişiler sıklıkla yüksek rütbelere getirilmişlerdir. Mesleki bilgiye sahip hiç kimse mevcut değildir. Şayet askerlik mesleğinin kökeni için bir tarih vermek gerekseydi, Prusya Hükümetinin 6 Ağustos 1808 tarihli profesyonellik standardını tavizsiz bir açıklıkla ortaya koyan subay atamalarıyla ilgili kararname dönüm noktası olurdu.18 ve 19’uncu yüzyıldaki nüfus artışı, teknolojinin gelişimi, sanayileşmenin başlaması ihtisaslaşmayı ve işbölümünü de zorunlu kılmıştır. Artık her şey gibi savaş da karmaşıklaşmıştır. Ordular ve donanmalar yüzlerce farklı özelliği barındıran karmaşık organizmalar halini almışlar ve böylelikle yeni bir uzman tipine yönelik ihtiyaç yaratmışlardır.
Mesleki giriş yöntemlerinin evrimi üç aşamadan geçmiştir. Bunlar; giriş açısından aristokrat ön şartının ortadan kaldırılması, temel düzeyde bir mesleki eğitim ve yeterlilik şartı getirilmesi, asgari bir genel eğitim şartı aşamalarıdır. Subay kadrosuna girişte mesleki standartların oluşturulması, subay kadrosu dâhilinde terfi etmede mesleki standartların oluşturulmasını takip etmiştir. Yeni terfi sistemi genel hatlarıyla kıdeme göre terfi esasını seçim unsuruyla birleştirmiştir.
Savaş sanatının kapsamı genişleyip, karmaşıklığı arttıkça, bu alanda ileri düzeyde eğitim veren kurumlara ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Prusya bu ihtiyacı çok önceleri görmüş, ünlü Harp akademisini kurmuştur. Harp Akademisi Prusya profesyonelliğinin odak kurumu olmuştur. Zaman içinde, Akademi’ye katılım yüksek rütbeye veya Genelkurmay’daki en gıpta edilen makamlardan birine ulaşmak için ön şart haline gelmiştir. Prusya’nın öncülüğü kurmaylığı geliştirmesinde de görülmektedir. Ordu içindeki ilk kurmay yapı Prusya’da ortaya çıkmıştır. Yine bu alanda Prusya’yı Fransa ve İngiltere takip etmiştir.
1875 yılında Avrupalı büyük güçler profesyonelliğin temel kurumlarını sağlam bir şekilde oluşturmuşlardır. Amerikalı General Emory Upton’a Almanya’daki ve özellikle Avrupa’daki orduların örgütlenmesi, taktikleri, disiplinleri ve eğitiminin incelenmesi emredilmiştir.
Subay kadrosuna giriş eleme sınavını başarıyla geçenler arasından rütbe terfisiyle; harp akademisi subaylarının yüksek komuta görevleri için hazırlanmış; subayların kurmay ve kıta görevlerine tabi tutulduğu; subaylara kurmay sınıfına girerek veya seçme yoluyla hızlı terfi olanağı açık tutulmuş; devletin subaylarından haberdar olabilmesi için komuta kademesindeki subaylardan raporlar istenmiş; şayet bir subay yetersiz ise devlet kişisel rapor vb. terfisini durdurma olanağı sağlamıştır
18.yy’da oluşan yeni şartlar, yeni bir kuram gerektirmiş ve bu ilk kuram Clausewıtz’in ölümünden sonra 1831’de yayınlanan Vom Krıege (Savaş Üzerine) adlı çalışmasında ifade edilmiştir. Askeri yorumcular Prusya’lı olan Clausewitz’i batı dünyasının en önemli askeri düşünürü olarak kabul etmektedirler. Clausewitz’in kuramının temel unsuru kendi geliştirdiği, savaşın ikili doğası olmuştur. Savaş bir yandan kendi yöntem ve amaçlarına sahip özerk bir bilim, öte yandan da nihai amaçları kendi dışından kaynaklandığı için ikincil bir bilimdir.
(3)    Asker Zihniyeti: Profesyonel Askeri Etikin Muhafazakâr Realizmi    
Asker zihniyetine; yeteneği ve niteliği, vasıfları veya özellikleri ve tutumları olmak üzere üç açıdan yaklaşılabilir. İlk yaklaşımı benimseyenler askerlik mesleğinin düşük çapını vurgulayarak bazı meslek gruplarına göre olumsuz görüş bildirmişlerdir. İkinci yaklaşımı benimseyenler askerlik zihniyetinin benzersizliğinin askeri şahsiyeti oluşturan aklı vasıf ve niteliklerden kaynaklandığını öne sürmektedir. Üçüncü yaklaşım ise askerlerin tutumlarını, değerlerini, görüşlerini incelemektedir. Karakteristik açıdan askerlere özgü iki tip tutum üzerinde odaklanır. Savaş yanlılığı ve otoriter yönetim yanlılığı. Askerlerin, savaşın en yüksek ahlaki ve entelektüel nitelikleri geliştirdiğine inandığı, demokrasiye karşı olduğu ve emir komuta zincirine göre yapılandırılmasını arzuladığı düşünülür. Alternatif bir yöntem olarak da askerler değerlerinin kaynakları açısından tanımlanmaktadır.    
Askerlerin ulusal güvenlikle ilgili görüşleri devletin muhafazası amacıyla silahlı kuvvetlerin genişletilmesinin önemi ve gerekliliğini vurgular. Bu uyarıların en yaygını ulusal bütçeden pay şeklinde kendini gösterir. Devletin güvenliğinin, garantiler ve ittifaklar yoluyla da artırılmasını isterler. Müttefik seçimleri ise ideolojik ve siyasi kaygılara bakılmaksızın sadece ulusal güvenlik çıkarlarının karşılıklılığı temelinden hareketle yapılmalıdır. Askerler savaşı pek tercih etmezler, fakat önceden hazırlıklı olmayı tercih ederler. Profesyonel asker devlet politikasının belirlenmesinde tedbirli,  sınırlayıcı bir rol üstlenir. Lider konumundaki komutanlar toplumun en önemli yapılanmalarından birinin başında olduğunun farkında olup, bu toplum savaşa girdiğinde her şeyi riske etmiş olacaklarının farkındadırlar.
(4)    Güç, Profesyonellik Ve İdeoloji: Kuramsal Açıdan Sivil-Asker İlişkileri
Sivil denetim kavramının tanımlanmasıyla ilgili temel sorun; askerin siyasi gücü nasıl asgari seviyeye çekilebilir, sorusunda düğümlenmektedir. Askerliğin meslek olarak yükselişi ile birlikte sivil grupların ordu üzerindeki denetimlerini azami seviyeye çekme gayretleri, bu ilişkiyi sivil asker ilişkileri meselesine dönüştürmüştür. Sonuçta bir yandan belirli öznel denetim yapıları atıl hale gelirken, diğer taraftan sivil denetimin yeni ve daha anlamlı bir tanıma kavuşmasına olanak sağlamıştır.
Subay kadrosunun siyasi etkisini değerlendirmek açısından dört gösterge mevcuttur. Bunlardan en önemlisi, subay kadrosu ve kurmaylarının grup ilişkileridir. Subayların önemli bir bölümü belirli bir toplumsal sınıf veya coğrafi kesimden oluşuyorsa bu durumun o sınıf veya kesim üzerinde etkisini artırdığı varsayılır. Diğerleri ise, subay kadrosu veya kurmayların yetkisine tabi ekonomik kaynaklar ve insan kaynakları, subay kadrosu veya diğer grupların karşılıklı hiyerarşik nüfusu, subay kadrosu veya kurmaylarının itibar ve popülaritesi olarak sıralanabilir. Asker zihniyeti ile sivil zihniyet arasında bir bölünme yoktur. Çünkü tek bir sivil zihniyet yoktur. Birçok sivil zihniyet vardır ve sivil etik anlayışlarının ikisi arasındaki fark bunlardan herhangi biriyle askeri etik arasındaki farktan daha büyük olabilir. Bu nedenle askeri etik sadece belirli sivil etiklerle karşılaştırılabilir. Bu çalışmada batı kültüründeki en belirgin dört sivil etik siyasi ideoloji anlayışı ile karşılaştırılacaktır. Bunlar, Liberalizm, Faşizm, Marksizm ve muhafazakârlıktır. Liberalizm, genelde silahlanmaya ve sürekli ordulara karşıdır. Liberalizmin aksine faşizmin savunucuları güçlü orduların bulunması taraftarıdırlar. Savaş siyasetin aracı değil amacıdır. Marksist için insan, doğasında iyi ve rasyoneldir; onu kötü kurumlar yozlaştırır. Marksist, proleter niteliklerde örgütlenmiş ve kapitalist çıkarlara muhalif bir silahlı güç yanlısıdır. Askeri güç ile uyumlu olan tek unsur muhafazakârlıktır.
(5)    Almanya Ve Japonya: Uygulamada Sivil-Asker İlişkileri
Almanya ve Japonya temelde militarist uluslar olarak sınıflandırılırlar. Hiçbir subay kadrosu Alman subay kadrosunun yakaladığı profesyonellik seviyesine ulaşamamış ve nihayetinde de hiçbir subay ordusu Alman subay kadrosu kadar yozlaşmamıştır. Japon silahlı kuvvetleri ise en baştan beri ülkenin siyasetinde aktif rol oynamıştır. Japon subayların halka yakın düşünce yapıları silahlı kuvvetlerle halk arasında uyum olmasını sağlamıştır. Alman sivil asker ilişkilerinin kilit noktasını münferit dağılmalar, Japon sivil asker ilişkilerinin kilit noktasını ise sürekli düzensizlik tanımlar. Her iki ülkede sivil asker dengesinde görülen bozulma, askerlerin ve devlet adamlarının görüş açı ve yargılarını çarpıtarak, sorumluluk ve görevlerinde karmaşa yaratarak, fanatiklik ve kibri körükleyerek ve de barış zamanlarında savaş yanlılığına sürükleyip, savaş zamanlarında zayıflığa yol açarak, ulusal güvenlikte güç kaybına neden olmuş, gerilemelerine katkıda bulunmuştur.
Birinci Dünya savaşının sonuna gelindiğinde asker yönetimi ele almıştır. Komutanlar güçlerini iç ve dış politikayı da etkileri altına alacak ölçüde genişletmişlerdir. Generaller mağlup ayrılanılan savaşın sorumluluğunu sivillere yüklemişlerdir. Sonunda Alman militarizmi çökmüştür. Bunun nedeni ise askeri otoritenin sivil otorite üzerindeki üstünlüğünde aranmalıdır.
Cumhuriyet döneminde hükümet orduya yönelmek zorunda kalmıştır. Cumhuriyetin henüz tam olarak oturmuş olmaması nedeniyle zaman içerisinde hükümete karşı ayaklanmalar olmuş bunlara karşı ordu cumhuriyetçi hükümeti savunmuştur. İmparatorluk döneminde subaylar imparatora bağlılık yemini etmiştir. Cumhuriyet döneminde ise bu bağlılığın tam olarak adı konulamamıştır. Asker üzerindeki yetki çok sayıda sivil kurum arasında bölüştürülmüştür.
Ordu Hitlerin saldırgan tutumuna her fırsatta karşı çıkmıştır. Hitler Avusturya ve Çekoslovakya’ya genişleme stratejisini açıkladığında da generaller ordunun böylesine bir maceraya hazır olmadığını öne sürmüşlerdir. Naziler üst subayları rüşvet baskı ve propaganda ile kendi taraflarına çekmeye çalışmışlardır. Orta düzey subaylar için ise ikna ve terfi vaatleri kullanılmıştır. Bu yöntemler işe yaramaz ise son çare olarak Naziler kendi taraflarına geçmeyen subayları hizmetten atma yoluna gitmişlerdir. Zirvede olan profesyonel subay kadrosu Nazizme kurban gitmiştir.
1945 yılına kadar Japon düşüncesinin temel çerçevesini oluşturan Japon ulusal ideolojisi, özünde, imparatorluk yetkisi ile samuray hâkimiyetini yansıtan birbiriyle ilişkili iki düşünce sisteminden meydana gelmiştir. Japon ordusu ulusal ideolojiye sıkı bir bağlılık taşımıştır. Ulusal ideoloji orduya, ordu ulusal ideolojiye hizmet etmiştir. Dolayısı ile Japon subay kadrosu dünyadaki büyük askeri organlar arasında profesyonel ruhtan en yoksunu olarak görülmüştür. Japon ordusu Batı ordularının kullandığı sisteme geçmek için önce Fransa ardından da Almanya’dan yardım almıştır. Fakat subay kadrosu bu profesyonellikten istenilen sonucu alamamıştır. Zekânın asgari düzeye çekilmesi ve ruhun yükseltilmesi profesyonel askerliğin eksikliğine yol açmıştır. Askeri etki yönetimin her kesiminde kendisini hissettirmiştir. Japon ordusunda vatansever, faşist ve militarist birçok cemiyet mevcuttur. Bu unsurlar sürekli siyasetle iç içe olmuşlardır.
Japonya’da siyasete sürekli asker müdahalesi kalıbı 1945 yılında Japon subay kadrosunun lağvedilmesiyle sona ermiştir. Gelecekte de 1945 öncesi düşüncenin görünürde farklı ama özünde pek de farklı olmayan bir sivil asker ilişkileri sisteminin ortaya çıkma olasılığı güçlüdür.
II. KISIM - AMERİKA’DA ASKERİ GÜÇ: TARİHSEL DENEYİM, 1789-1940
(6)    İdeolojik Sabit: Liberal Toplum-Profesyonel Asker Karşıtlığı
Liberalizm, Amerika Birleşik Devletleri'nde, daima başta ideoloji olmuştur. Öte yandan Amerikan Anayasası, yoğunlaşmış siyasi güçten korkan ve bu gücü birçok hükümet biriminde yayarak dağıtan insanların ürettiği, temelinde muhafazakâr bir anayasadır.
Av¬rupa ülkeleri liberalizmle rekabet halinde olan ve ulusal güvenlik meseleleriyle başa çıkılabilmesi açısından libera¬lizmden daha yetkin yöntemler ortaya koyan başka felsefeler de geliştirebilmişlerdir. Ancak liberal zihniyetin Amerika Birleşik Devletlerindeki hâkimiyeti, öncelikle dış politikada muhafazakâr veya daha kullanışlı diğer bir felsefenin eksikliğinin, Amerika'nın dış ve savunma politikalarının yürütülmesinde daha derinden hissedilmesine yol açmıştır. İkinci olarak da bu alandaki sorumluluğundan kurtulamayan Amerikan liberalizminin, devletlerarası ilişkilerde Avrupa liberalizminden çok daha yoğun biçimde liberal bir yaklaşım geliştirme çabası göstermesine neden olmuştur.
Amerikan liberalizminde bu duruma yol açan unsurları;
1.    Uluslararası meselelere ilgi¬sizlik,
2.     İç çözümlemelerin dış meselelere uygulanması ve
3.     Uluslararası ilişkilerde nesnellik arayışı şeklinde özetlemek mümkündür.
Liberalizm, savaş üzerine birbirinden farklı görüşler ortaya koysa da, askerlik mesleğine karşı düşmanca tavrında bir¬lik içindedir. Askerlik mesleğinin işlevi devletin askeri güvenliğidir ve devletin askeri güvenliği ne kutsal amaçlar uğruna yapılan savaşları destekleyenlerin, ne de barış yan¬lılarının meşruiyetini kabul ettiği bir endişe değildir. Her iki grup da askerlik mesleğini kendi amaçlarına erişmede bir engel olarak görür.
(7)    Yapısal Sabit: Muhafazakâr Anayasa-Sivil Denetim Karşıtlığı
Askerlik mesleğine yüklenen bu düşmanca imajlar Amerikan liberalizminin askeri politikasının temelini oluşturmuştur. Bu politikanın özünde askeri değerlere ve askeri gerekli¬liklere yönelik sürekli bir karşıtlık mevcuttur. Liberaliz¬min orduya yönelik yaklaşımı aslen şudur: itaat et veya yok ol. Amerikan liberalizmi bir yandan tüm şiddet ku¬rumlarının fiilen devre dışı bırakılmasını desteklemiş ve böylelikle de sivil-asker ilişkileri sorunundan tümden kur¬tulmayı amaçlamıştır. Bu, kökten çözüm politikasıdır. Diğer yandan, silahlı kuvvetler bulundurulması gerektiğinde ise, Amerikan liberalizmi kapsamlı bir öznel sivil denetim yapısı oluşturulmasında ve askeri kurumların tamamen askerliğe özgü özelliklerini kaybedecekleri şekilde liberal anlayış dâhilinde yeniden yapılandırılmasında ısrarcı ol¬muştur. Bu, dönüştürme (tahavvül) politikasıdır. Bu iki yaklaşım beraberce sivil-asker ilişkileri meselesine yönelik Amerikan çözümünü ortaya koymaktadır. Kullandıkları vasıtaların farklılığına rağmen her iki politika da işlevsel askeri zorunluluklarla profesyonel askeri bakış açısının (sivillere) tabiiyetini amaçlar.
(8)    İç Savaş Öncesi Amerikan Askeri Geleneğinin Kökenleri
Amerikan Anayasası, aksi yöndeki yaygın kanıya kar¬şın, sivil denetime ilişkin bir düzenleme getirmez. Bir baş¬ka ifadeyle, yüksek düzeyde askeri profesyonellikle uyum¬lu nesnel bir sivil denetime müsaade etmez. Bu anlamda sivil denetimin temel esasları, siyasi ve askeri sorumluluklar arasında belirgin bir ayrım yapılması ve ordunun ku¬rumsal olarak siyasete bağlanmasıdır.
Anaya¬sa çerçevesini belirleyenlerin bu metni yazarken tasarla¬dıkları kalıp esasında sivil-asker ilişkilerine öznel bir yaklaşımda bulunulması olmuştur. Sivil denetim bazı dönem¬lerde Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulanmıştır, ama sivil denetim uygulaması anayasanın esasları itibariyle değil, anayasanın esaslarına rağmen mümkün olabilmiştir.
Silahlı Kuvvetler. Birleşik Devletler Anayasası'nın ge¬liştirenlerin vizyonundaki profesyonel olmayan subaylık kavramı, 18. yüzyıl Amerika’sının aşina olduğu iki askeri örgütlenme yapısından biriyle vücut bulabilirdi: Düzenli ordu ve yurttaş milis örgütlenmesi. Dolayısıyla farklı siya¬si inançlar, askeri örgütlenme ile ilgili tartışmalarda belir¬leyici rol oynamıştır. Üst-sınıf kökenli subayları ve alt sınıf kökenli erleri ile düzenli ordu temelde aristokrat bir kurumdur. Britanya Tahtı ve Avrupa despotizmi ile özdeşleştirilmiştir. Bu açıdan Amerikalıların gözünde lüzumsuz bir kurum olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri'nin Avru¬pa'ya uzaklığı, Kızılderililerle ilgilenecek küçük sınır gar¬nizonları dışında kalıcı bir silahlı gücü gereksiz kılmıştır. Dolayısıyla önceliğin yarım zamanlı (part-time) subaylar ile erlerden oluşan yurttaş milis örgütlenmesine verilmesi üzerinde genel bir görüş birliği oluşmuştur. Yeni cumhuri¬yet için tek uygun silahlı güç yapısının bu olduğuna kana¬at getirilmiştir. Milis örgütlenmesi, ulusun savunmasının tüm yurttaşların sorumluluğu olduğuna dair demokratik ilkenin somutlaşmış hali olarak kabul edilmiştir. Böylelik¬le, subaylarla erler arasındaki farklılaşmanın asgari düze¬ye çekilmiş olacağı ve aralarındaki çizginin toplumsal ya¬pıdaki herhangi bir keskin çatlağa tekabül etmeyeceği dü¬şünülmüştür.
(9)    Amerika’da Askerlik Mesleğinin Oluşumu
Amerikan askeri geleneği üç temel üzerine oturtulmuştur; teknikçilik, ırkçılık ve profesyonellik. İç savaş öncesinde Amerika Birleşik Devletleri’nde kayda değer hiçbir askeri kurum var olmamıştır. Washington ve Hamilton siyasi makamdan askeri makama kolayca geçiş yapabilen profesyonelliğin anti tezi olarak karşımıza çıkarlar. Hamilton askeri profesyonelliğin önemini kavramış ve bu bağlamda çalışmalarını sürdürmüştür. Ancak görüşleri kabul edilmemiş Jefferson‘ın teknikçilik ilkesi kabul görmüştür. Hamilton ile Jefferson arasında askeri politikaları açısından da farklılıklar görülmüştür. Hamilton halkın askeri egemenliğine dayalı bir sistemi savunurken Jefferson tüm ulusu silahlandırmayı arzulamıştır.
Amerikalılar Fransızları örnek alarak istihkâm, topçuluk, mühendislik konularında ilerleme kaydetmişlerdir. Hamilton 1799 yılında beş okul oluşturulmasını, öğrencilerin iki yıl süreyle askerlik konusunda mükemmele erişmelerini sağlayacak eğitimden geçmelerini istemiştir. Öte yandan Jefferson’ın 1802’de West Pointte kurduğu Akademi’nin askeri faaliyetlerinden çok bilimselliğine önem vermiştir. Mühendislik, askerlik ilminin en yüksek dalı olmuştur.
(10)    Neo-Hamiltoncu Uzlaşının Başarısızlığı, 1890-1920
1890-1920 yılları arasında, Neo Hamiltonculuk Amerika’nın dünya siyasetinde oynayacağı role dair muhafazakâr bir yaklaşım geliştirmiştir. Wilsonizm ise, bu alanda tamamen liberal bir yaklaşım sergilemiştir. Amerikan halkının liberal değerlere kuvvetli bağlılığı hesaba katıldığında, Wilsonizm’in, Neo-Hamiltonculuğu safdışı bırakması kaçınılmaz olmuştur. Neo-Hamiltoncuların siyasi aracı Cumhuriyetçi Parti olmuş, grup bu parti üzerindeki kontrolünü iş çevrelerine kaptırdıktan sonra siyasi nüfuzunu geri dönülemez ölçüde yitirmiştir.
Kara Kuvvetleri'nin hedefi, ülke çapında bir örgütlenmeye giderek, ülkenin her kesiminin Kara Kuvvetleri birimlerinin en az birinde bir temsilcisi bulunması suretiyle, ordunun görüşlerini destekleyerek, güçlü bir ulusal savunmanın oluşmasını sağlamaktır.  Böylelikle Kara Kuvvetleri bir bütün ola¬rak halkla yeniden birleşmiş olacaktır.
(11)    İki Savaş Arası Sivil-Asker İlişkilerinin Durağanlığı
1920’li yılarda savaş gemilerine harcanması planlanan paranın okullara harcanmasına inanan politikacılar hiç de az değildi. Askeri kurumlar incelendiğinde oradaki en önemli problemin de eğitim ve terfi sistemi olduğu ve çok fazla incelendiği görülmüştür. Hızlı şekilde kademe atlamanın özellikle kara kuvvetleri için faydalı olmadığına karar verilmiştir. Eğitim konusunda özellikle mesleki derslerle diğer bilimsel derslerin oranı her zaman tartışma konusu olmuştur.
Amerikan askerlik mesleğinin temel değerleri incelendiğinde bağlılık, siyaset, yönetim ve toplum çok önemli değişkenlerdir. Bağlılık denildiğinde erdem, onur, yurtseverlik ve tabiiyet gibi dört önemli değer akla gelmektedir. Ordu ile siyaset tamamen birbirinden ayrılmıştır. Askerin tek istediği, bir kez politikada karar verildikten sonra, strateji ve komutaya siyasetten farklı bir alan olarak bakılmasıdır. Fakat demokrasinin temelinde olan oy endişesi çok kısa sürede alınan kararların tekrar değişmesine sebep olmaktadır.
Tamamen askerliğe özgü bir yaşam sürmekten tatmin olamayan biri, derhal orduyu terk etmelidir. Herhangi bir yarı-sivil sistemin orduya taşınması askeri bilinci indirgeyecektir; dolayısıyla buna müsamaha edilmemelidir. Asker ve sivil, toplumun farklı sınıflarına aitlerdir. Askerin düsturu sivil düsturla asla aynı olamaz.
III. KISIM - AMERİKAN SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİNDE KRİZ DÖNEMİ, 1940-1955
(12)    İkinci Dünya Savaşı: Gücün Simyası
II’nci Dünya Savaşı, Amerikan sivil-asker ilişkilerinde yeni bir dönem başlatmıştır. Kabaca üç durumda özetleyebiliriz.
1.    Politika ve strateji ile ilgili konularda savaşı silahlı kuvvetler idare etmiştir.
2.    Politika ve strateji alanlarındaki silahlı kuvvetler idaresi tam da Amerikan halkı ve Amerikan devlet adamlarının istediği şekilde gerçekleşmiştir.
3.    Ülke içinde ise iktisadi seferberlik üzerindeki denetim,askeri ve sivil teşkilatların ortak çalışmaları ile sağlanmıştır.
           Bu konular incelendiğinde Amerikan silahlı kuvvetlerinin yönetimde çok etkili olduğu ve Amerikan Başkanının dört yıllık süre içinde sadece iki defa askeri kararlara çekince koyduğunu görmekteyiz. Askeri bütçenin de, ne kadar çok olursa olsun, rahatlıkla kongreden onay aldığına şahit olmaktayız. Bu uyumun sağlanmasında kuvvet komutanlarının, herhangi bir karara varmadan önce başkanla gayri resmi görüşmeler yaparak, onun da ana fikirlerini almaları çok önemlidir.
Bu bölümde İngiliz komutanlar ile Amerikan komutanlar arsındaki karşılaştırma önemlidir. İngiliz komutanlarının idarede çok daha fazla etkili olmak istedikleri buna karşılık Amerikalı komutanların böyle bir beklentilerinin olmadığı ifade edilmektedir.
(13)    Savaş Sonrası On Yılda Sivil-Asker İlişkileri
2’nci Dünya savaşı sonrası sivil asker ilişkilerinin en sıra dışı olayı, askeri zorunluluklar ile liberal Amerikan toplumu arasında sürekli tırmanan gerilim olmuştur. Askeri kadrolar ve kurumlar ABD siyasetinde hiç olmadığı kadar yetki ve nüfuza sahip olmuştur.
Askeri kadro ve kurumlar liberalleşen ortamda nasıl tutunabilir, sorusuna üç cevap verilmiştir. Bunlar askeri toplumdan tecrit ederek, askeri yetkilerin artışının kabullenişi ve topluma, askere olan bakış açısının değiştirilmesidir.
Kışla devlet, gücün sınırlı bir grup dâhilinde merkezileştirilmesini öngörür. Demokratik kurumlar lağvedilir veya törensel bir niteliğe bürünür. Kışla devlet, hem ABD hem de Sovyetler Birliği’nde soğuk savaşın uzun süreli mevcudiyetinin kaçınılmaz ürünü olmuştur. Laswell’e göre kışla devlet temel olarak tüm gaye ve faaliyetler savaşa ve savaş hazırlıklarına bağlıdır.
Siyasi askeri kaynaşma teorisi ise artan askeri güç olgusuna uyumlaşma çabasının bir sonucu olmuştur. Askeri politika ile siyasi politikanın savaş sonrası ortamda öncesine oranla daha da yakınlaştıklarına dair reddedilemez gerçek üzerine kurulmuştur. Füzyon teorisi, hiyerarşinin en üstünde olanların asker zihniyetinde olamayacağını belirtmiştir. Geniş görüşlü asker devlet adamları askeri, bir karar alma organı değil de danışma organı olarak görmüşlerdir.
Profesyonel askerlerin ABD toplumundaki etkisi 1946–1955 yılları arasında 2’nci Dünya Savaşı dönemine oranla azalmıştır. Ancak savaş öncesine göre görülmemiş etkiye sahip olmuşlardır. Artan etkinin yansımaları üç alanda görülmüştür. Bunlar kamuda sivil makamlara asker kişilerin atanması, üst düzey komutanlar ile önemli şahsiyetler arasında yakın bağlar kurulması, belli askeri şahsiyetlerin yaygın popülarite kazanmasıdır.
2’nci Dünya savaşı öncesinde profesyonel subaylar federal hükümette bazen sivil nitelikli görevler üstlenmişlerdir. Bunlar, geleneksel atamalar, fahri ve siyasi atamalar ve idari atamalar şeklinde gerçekleşmiştir.
Asker personelin sivil şirket yönetimlerinde çalışmaya başlamaları da üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Şirketler üne kavuşmuş asker kişileri bünyesine alarak karlarını artırmaya çalışmışlardır. Ayrıca teknik personel ihtiyacının bir kısmını da ordudan ayrılan personelden karşılamışlardır. İlginç olan ise bu şirketlerin ordunun etkinliğinin artırmasının karşısında bulunmasıdır.
(14)    Kuvvet Komutanlarının Siyasi Rolleri
Komutanlar askeri kaynaklı olmayan hatta tezat oluşturan politikaları destekleyen tarafsız siyasi bir rol üstlenebilir. Bundan başka savunmacı rol olarak adlandırılan, politikaları kamuoyu ve Kongre önünde savunma rolü de üstlenebilirler. İkinci durumu yeniden ifade etmek gerekirse politikaların pazarlanmasında faal rol oynayabilirler.
ABD’de kuvvet komutanları savaş yılları sonrasında savaş yıllarındaki kadar olmasa da yoğun biçimde siyasetle içli dışlı olmaya devam etmişlerdir. Truman yönetimi dış politika ve savunma politikasını iç politikadan farklı olarak muhafazakâr bir anlayışla yönetmiştir. Truman döneminde kuvvet komutanları çoğu kez savunmacı bir siyasi rol üstlenmişler, Kongre ve kamuoyu önünde kimi askeri politikaları hararetle savunmuşlar; çeşitli beyanatlar vermişlerdir. Fakat politikalar halk desteğinden yoksun olduğundan askerlerin şahsi ve kurumsal itibarı zedelenmiştir. 
Eisenhower döneminde ise bunun tersi olmuştur. Eisenhower yönetiminin yaptığı en köklü değişiklik, iç ve dış politikayı ortak bir anlayışa göre birleştirmek ve dış politikayı liberal ilkelerle yönlendirmek olmuştur Yeni Cumhuriyetçi yönetim tam anlamıyla bir ekip halinde çalışmıştır. Eisenhower kuvvet komutanlarından liberal felsefeyi benimsemelerini beklemiştir. Bakan Wilson’ın ifadesiyle komutanlar ekibin sözcüleri değil, mensupları olarak düşünülmüştür. Eisenhower yönetimi komutanlardan savunmacılık değil görüş birliği talep etmiştir.
Eisenhower ve Truman yönetimlerindeki sivil asker ilişkileri kalıpları profesyonel askerlik ile siyaset arasındaki gerilimi azaltma yolundaki farklı çabalar olarak algılanabilir. Savaş ve askerliğe karşı geleneksel Amerikan tavırları sürdüğü müddetçe, kuvvet komutanları savunmacı bir rol, tarafsız bir siyasi rol veya her ikisinin bileşimi üzerinden geliştirilen bir siyasi rol üstlenmek zorunda kalabilirler.
(15)    Kuvvetler Ayrılığı Ve Soğuk Savaş Savunması
Soğuk Savaşın gerektirdiği üst düzey savunma faaliyetlerinin devam ediyor olması, kuvvetler ayrılığının sivil-asker ilişkiler üzerindeki rolünü arttırmıştır. İkincisi, Kongre-silahlı kuvvetler ilişkisinin odağını tedarik birimlerinden, kuvvet komutanlıklarının profesyonel komuta kadrolarına kaydırmış, böylelikle de kuvvetler ayrılığı ile profesyonel askerlik arasındaki gerilimi yükseltmiştir. Üçüncüsü, çoğulcu veya dengeli bir ulusal askeri strateji geliştirilmesi eğilimi yaratmıştır.
Soğuk Savaş sırasında askeri meselelerin artan önemi, kaçınılmaz olarak, Kongre’nin askeri politikaya ve silahlı kuvvetlerin idaresine müdahale etmesine meşru bir zemin hazırlamıştır.
Kongre, idari ve siyasi sorumluluklarını bünyesindeki ko¬misyonlarla yerine getirmektedir. Bu komisyonların birço¬ğu da bir şekilde askeri meselelerle ilgilidir. Ancak savaş sonrası on yıl boyunca askeri politika ve silahlı kuvvetler idaresine ilişkin temel Kongre araçları, altı komisyon ile sınırlı olmuştur. Bu altı oluşum içinde en etkinlerini, askeri meselelerin hem idari, hem de siyasi boyutlarına yo¬ğun bir ilgi gösteren Temsilciler Meclisi ve Senato Silahlı Kuvvetler Komisyonları oluşturmuştur.
Amerika Birleşik Devletleri'nde yüksek düzeyde verimliliğe sahip bir sivil denetim sisteminin oluşturulması anaya¬sal açıdan olanaksız olduğu gibi, normalde ancak sivil denetim ve profesyonel askerliğin varlığı ile engellenebilen özel bir durumdan etkilenmesi de anayasal açıdan olanaksızdır. Bu özel durum, askeri güvenliğe erişmek için stratejik tekilciliğe, yani tek bir stratejik kavramsallaştırmaya ve bu kavramsallaştırmayı temel alan silah sistemleri ve kuvvet oluşumu anlayışına dayalı bir ulusal askeri politikaya uzun süreli bağlılığın yarattığı bir sonuçtur. Stratejik tekilciliğin tam tersi olan stratejik çoğulculuk, geniş bir yelpazedeki potansiyel güvenlik tehditleri ile başa çıkabilmek için farklı türlerde askeri yapılanma ve silah sistemleri gerektirir. Stratejik tekilcilik, yüksek düzeyde profesyonel askerlikle uyumsuzdur, zira olası düşmanların eylemleri hakkında öngörülerde bulunma ve bu eylemleri kontrol altında tutma yeteneği, daha aktif ve mümkünse daha agresif bir dış politika takip etme iradesi, tüm olasılıkları hesaplayarak "işi sağlama alma" tercihine karşı hevessizlik ve genelde toplam askeri harcamaların düşük tutulmasının kabulünü varsayım olarak alır.
(16)    Sivil-Asker İlişkilerinin Kuramsal Örgütlenme Yapısı
    Sivil-Asker ilişkilerinin kurumsal örgütlenme yapısı, üç farklı işlevin yerine getirebilmesine izin vermelidir. Profesyonel askeri işlev; ulusal politikanın uygulanmasında silahlı güçlerin yönlendirilmesini içerir. İdari-Mali işlev; iktisadi ve verimliliğe ilişkin çıkarların temsilini, Politik-Stratejik işlev ise profesyonel askerliğe özgü idari-mali anlayış arasında denge oluşturulmasını sağlar. Dikey bir kurumsal örgütlenme modelinde, sivil yetkili ile baş askeri yetkili bu üç işlevden kaynaklanan sorumlulukları paylaşır. Koordineli örgütlenme modelinde, sivil yetkili, idari-mali işlevi; baş askeri yetkili ise profesyonel askeri işlevi üslenir ve her ikisi politik-stratejik işlevin sorumluluğunu paylaşır. Dengeli bir sivil-asker ilişkileri kurumsal örgütlenme modelinde ise nesnel sivil denetim ve profesyonel askerlik, azami düzeye çekilir.
II’nci Dünya Savaşı sırasında ABD, Profesyonel askeri işlevin yanı sıra, politik askeri işlev ile idari-mali işlevi de ifa eden örgütlü bir askeri birim sıfatıyla JCS’ yi (Müşterek kuvvetler komutanlığı) merkezi konumda konumlandırmıştır. Bu düzeyde sivil bir kurumun yokluğu, JSC bünyesindeki kuvvet komutanlarının önünde herhangi bir kısıtlayıcı mekanizmanın oluşturulamamasına yol açmıştır. Bu durum, savaş sonrası kuvvet komutanlarının askeri olmayan işlevlerden koparmak ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Merkezi örgütlenme, savaş sonrası on yıl zarfında, çeşitli engellemelere rağmen dengeli bir sivil-asker ilişkileri kalıbına doğru girme eğilimi göstermiş JCS savaş dönemindeki etkinliğini kaybetmiştir.
1947 yılında yürürlüğe giren Milli Güvenlik Kanunu ile JCS’nin savaş dönemi statü ve rolü kaldırılmıştır. Bu şaşırtıcı sonuç, bilinçli bir planın ürünü olmaktan çok, Kara ve Deniz kuvvetleri arasında, merkezi savunma örgütüne tahsis edilecek yetkiler hakkında çıkan görüş ayrılığının bir ürünü olmuştur.  Çıkan bu kanun ile birlikte kuvvet komutanları savaş dönemindeki kadar olmasa bile sivil idari konulardaki etkinliğini savaş sonrası sürdürmeye çalışmışlardır.
Dengeli bir sivil-asker ilişkileri sistemi, Savunma Bakanının politika stratejisti olarak işlev yapmasını gerektirmektedir. Dengeli sistemin önündeki en önemli engeller, yapı ve örgütlenme alanları dışındaki siyasi güçlerdir. Bununla birlikte, Bakanın mevcut siyasi çerçeve içinde bir politika stratejisti rolü oynamasını sağlayacak idari vasıtalar vardır. Savunma bakanlığı makamı için gerekli üç ön şart şunlardır: 1. Bakan için uygun bir kanuni yetki; 2. Bakanlık için uygun personel kadrosu yardımı ve 3. Politika geliştirme rolü için gerekli donanıma sahip kişileri Bakan olarak atanması.
(17)    Yeni Bir Dengeye Doğru  
II’nci Dünya Savaşı’nı takip eden on yıl boyunca, Amerikan güvenliğine yönelik doğrudan tehditler yoğunluk açısından çeşitlilik arz etmiştir. Liberalizm, savaş sonrası on yılda, sivil- asker ilişkilerine yönelik Amerikan yaklaşımındaki hâkimiyetini sürdürürken, askeri kurumlar açısından daha uygun, sıcak ve yeni bir muhafazakâr ortamın ortaya çıkışını haber veren köklü değişimler de bu dönemde başlamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder