Bir Fikir Adamının Romanı Ziya Gökalp, Emin Erişirgil

1914’te Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na girdiği dönemde Almanya ekonomi bakımından olduğu gibi fikir bakımından da devlet üzerinde etkili olmaktaydı. Bu dönemde eğitimin ıslahı için Almanya’dan getirilecek profesörlerle üniversitelere takviye yapılmasına karar verilmişti. Ancak bu karara tıp ve hukuk camiasından şiddetli itiraz geldiği için daha ziyade bu takviyenin fen ve edebiyat alanlarında yapılmasına karar verilmişti. Aslında bu kararın nedeni fen ve edebiyat fakültelerinde alanının uzmanı, sözünü dinletebilen hocaların olmaması idi.
İşte bu dönemden bir yıl kadar sonra İstanbul yatılı liselerinden birinin müdürü olan 24 yaşında bir genç Edebiyat Fakültesi Felsefe Doçentliğine atanmıştı. Her Perşembe günü adet olduğu üzere O da diğer Öğretim Üyeleri gibi çay sohbeti için profesörler meclis odasına gitti. Kitabın yazarı M.Emin Erişirgil olan bu genç doçentin yanına kısa bir süre sonra İstanbul Üniversitesindeki ilk sosyoloji profesörü olan Ziya Gökalp geldi ve uzunca bir süre kendisiyle sohbet etti. Yazarın Ziya Gökalp ile ilk tanışması bu şekilde olmuştur.
Bir gazetede memurun oğlu olan Mehmet Ziya (daha sonra Gökalp) Diyarbakır'da doğmuştur. Derslerinde çok ön plana çıkmayan Ziya Gökalp aslında okuma ve öğrenme konusunda ileri seviyede bir kabiliyete sahipti. O zamanlarda babasının “Batı ve Doğu bilim adamlarının eserlerini okumak ve karşılaştırmak” sözleri Ziya Gökalp’i çok etkilemiş, o dönemden sonra bu nasihati kendine tam anlamıyla benimsemiştir.
Gençliğinde idadi’nin son sınıfındayken geçirdiği fikir bunalımı sonucu intihara teşebbüs etmiş, ancak kurşun alnının kemiğine saplanmış ve şans eseri hayatta kalmıştır. Bu olaydan bir yıl sonra İstanbul'a giderek Baytar Mektebine kaydını yaptırmıştır. Daha önce Jön Türklerin fikirlerinden etkilenen Gökalp, 1985 yılında İstanbul'da gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin üyesi olmuştur. 1900'de tutuklanarak 10 ay hapis yattıktan sonra şartlı tahliye edilerek Diyarbakır’a gönderilmiştir. Burada amcasının kızıyla evlenmiştir.
1908’de meşrutiyetin ilanında Diyarbakır’da İttihat ve Terakki adına Allah’ın kelamının ve Peygamberinin meşrutiyeti emrettiğini anlatmaya başlamış, 31 Mart vaka’sında Hareket Ordusu İstanbul’a girdikten bir süre sonra artık İstanbul’a gitmeye karar vermiştir. İstanbul’a geldikten sonra da İttihat ve Terakki’nin İstanbul Merkezi’nde çalışmalarına devam etmiştir. Daha sonra tekrar Diyarbakır’a dönmüştür. Buradayken İttihat ve Terakki’nin Selanik’teki toplantısına katılmış ve aşağıdaki hususları not almıştır;

1.    Gençlere ferdi ve milli ahlak telkin etmek,
2.    Bilhassa fikri kıymet taşıyan gençlere istidatlarına göre iş bulmak,
3.    Gençleri devlet adamı, öğretmen, İttihat ve Terakki'nin ilkelerini yayan misyoner olarak yetiştirmek,
4.    Fikir mabedi olan kulüplere özellikle İttihat ve Terakki kulübüne devama teşvik etmek,
5.    Gençleri Avrupa'dan gelen türlü zararlı fikirlerden korumak,
6.    Zeki gençleri, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin parasıyla Avrupa'ya gönderip öğrenim yaptırmak ve sonra onları İttihat ve Terakki kulüplerinin başına geçirmek,
7.    Alim olacak kabiliyette olanlar için memleket konularını tetkik vasıtalarını sağlamak ve bunları Maarif Nezaretine tanıttırmak ve öğretmen, profesör vb. olarak vazife görmelerini kolaylaştırmak.

Bu fikirlerini hayata geçirmek üzere İttihat ve Terakki’nin Umum Merkezi Azası olarak Balkan Savaşı patlak verene dek Selanik’te kalmıştır. Sonrasında İstanbul’a gelmiştir. Bir süre kenar mahallelerde oturduktan sonra Büyükada’ya taşınmıştır.

Divan edebiyatı ve aruz vezni zevkinden kendini kurtaramadığı için bir gün Yahya Kemal’e:
Harabîsin, Harabati değilsin,
Gözün mazidedir, âti değilsin.
demiş, Yahya Kemal ise kendisine şu meşhur cevabı vermiştir:
Ne harabî, ne harabatiyim,
Kökü mazide olan âtiyim.
İstanbul Üniversitesinde doçent olarak görev yaptığı bu dönemde “Yeni Hayat” adlı mecmuayı akademisyen arkadaşlarıyla beraber maddi katkıda bulunarak çıkartmışlardır.
İttihat ve Terakki’nin kamuoyu desteği azalıyordu. Ancak bu dönemde Ziya Gökalp İttihat ve Terakki’nin çağdaşlaşma fikirlerine öncülük etmiş, çeşitli ortamlarda bunun savunuculuğunu yapmıştır. O dönemde Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın ortaya çıkmasının ardından aradaki fikir ayrılığını ortaya koyarak ve 14 Aralık 1911’de kaleme aldığı genelgeyle İttihat ve Terakki’nin ideolojisini ortaya koyma yolunda ilk adımı da atmıştır. Aslında İttihat ve Terakki’nin belli bir lideri yok ama liderleri vardı. Ziya Gökalp ise İttihat ve Terakki içindeki akımlardan birinin başında görünüyordu. O’nu sevmeyenler ise daha ziyade Avrupa hayranlarıydı.
Ziya Gökalp 1917’de İttihat ve Terakki’nin kongresinde bir rapor sunmuş, Şeyhülislam ve Evkaf Nazırını kabineden atmak gerektiği konusunda Talat Paşa ile mutabakata varmışlardır. Bu kongre esnasında kendisine muhalif olanlar bile fikirlerinde orjinallik olduğunu ifade etmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşının 1918’de Mondros Mütarekesi ile sona ermesinin ardından fikirlerinden dolayı tutuklanarak Bekirağa bölüğüne, oradan da Malta’ya sürgün edilmiştir.
1921'de sürgünden döndükten sonra ailesiyle tekrar bir araya gelmiş ve bu sefer Mustafa Kemal taraftarı olarak Diyarbakır'a gitmiştir. Burada milli liderlere yol göstermek amacıyla sosyolojik makale serileri yazdığı “Küçük Mecmua”nın sorumlu müdürü olmuştur.
Kurtuluş Savaşı zaferle bittikten sonra Maarif Vekili kendisine Telif ve Tercüme Encümeni Başkanlığı teklif edilmiş, bu teklif üzerine Ankara’ya gelmiştir.
1923’te Diyarbakır’dan milletvekili seçilmiş ve Anayasa’nın hazırlanması çalışmalarına katılmıştır. Anayasanın laikliğe ait maddesi Ziya Gökalp’in kaleminden çıkmıştır.
Türk Medeni Tarihi’ni yazmaya başladıktan kısa bir süre sonra 24 Ekim 1924’te hayata gözlerini kapamıştır.

2 yorum: