Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, Amin Maalouf

Arapların Gözüyle Haçlı Seferler, Amin Maalouf, Yapı Kredi Yayınları,  2007, İstanbul

1096-1291 yılları arasında geçen Haçlı Seferleri’nin Arapların bakış açısıyla anlatımı.
      
  Kitapta Haçlı Seferleri’nin anlatımı, Kudüs’ün işgal edildiği 15 Temmuz 1099 tarihinden kırk gün sonra, Şam’ın saygıdeğer kadısı Ebu-Said el-Herevi’nin beraberindeki Kudüs mültecileri ile, dönemin Halifesi el-Mustazhirbillah’ın makamına izinsiz girerek, İslam’ın karşı karşıya olduğu büyük tehlikeyi ifade etmesi sahnesiyle başlamaktadır. El-Herevi’nin Bağdat’ta yaşayacağı hayal kırıklığı aslında Haçlı Seferleri karşısında Müslümanların çözülmesinin de bir habercisidir.
        Kılıçarslan, bu tarihten 3 yıl önce, Temmuz 1096’da, Konstantinopolis’e gelen çok büyük bir Frenk kalabalığının, İmparator Aleksios Komnenos’un her zaman çağırdığı paralı askerlerden olduğunu sanar. Çünkü 1071’de ezilen Bizanslılar
bir daha bellerini doğrultamamışlar ve paralı askerler ile güçlerini takviye etme yoluna gitmişlerdir. Ayrıca Roma’daki Papa’ya “hortlayan İslam tehlikesine karşı kutsal savaş” çağrısı yapmaktadırlar. Ancak yardım diye gelen güruh birkaç yüz şövalye, çok sayıda silahlı piyade, binlerce yoksul, hırpani kılıklı kadın, çocuk ve ihtiyardan oluşmaktadır. Sanki kovulmuş bir halk göç etmektedir. Kılıçarslan’ın ise bu kalabalığın amaçları hakkında en ufak bir fikri yoktur. Güruh, rutin çapul faaliyetlerini birden değiştirerek, altı bin kişilik bir grup ile Selçukluların elinde bulunan İznik’e yönelir. Bir baskınla bu şehrin doğusunda kalan Kserigordon Kalesini ele geçirir. Ancak Frenkler bu kalenin su ihtiyacının dışarıdan karşılandığını Kılıçarslan’ın kaleyi kuşatmasından sonra fark edeceklerdir. Susuzluktan kırılan Frenkler teslim olurlar ve dinini değiştirmeyi kabul edenler Suriye ve Orta Asya’ya gönderilir. Diğerleri ise kılıçtan geçirilir. Bu esnada ordugâhta bulunan Frenk güruhunun büyük bölümü din kardeşlerinin başına gelenleri haber alır almaz intikamını almak için harekete geçerler. Lakin onlar da Kılıçarslan tarafından pusuya düşürülür ve yok edilir.
    Tarihte çok az zafer onu kazananlara bu kadar pahalıya patlayacaktır. Ertesi kış yeni bir haçlı ordusu Konstantinopolis’e geldiği sırada Kılıçarslan, Malatya Fatihi Danişmend ile mücadele etmektedir. Kılıçarslan bu yeni Haçlı ordusunu küçümser. Oysa İznik’i kuşatan Haçlılar, bu sefer binlerce zırhlı şövalyeden oluşan gerçek bir ordu getirmişlerdir. Şehri kurtaramayacağını anlayan Kılıçarslan, halkı kurtarabilmek için Haçlıların müttefiki Bizans İmparatoru Basileus ile anlaşır ve şehri bir oldu bittiye getirerek 19 Haziran 1097’de ona teslim eder. Haçlı ordusu Suriye’ye doğru ilerlemeye başlayınca da Danişmend ile birlik olup Eskişehir (Dorylaeion) yakınlarında bir pusu kurar. Frenklerin gücü zırh korumalarından kaynaklanmaktadır. Saatlerce süren mücadele sonrasında Frenk ordusunun halen büyük kısmı ayakta iken yeni ve çok daha büyük bir haçlı ordusunun geldiği görülür. Türklerin sabahtan beri savaştıkları sadece öncü birliktir. Bu savaşta Türkler büyük kayba uğrar ve çekilirler. İntikam soğuk yenen bir yemektir ve Kılıçarslan’ın öç almak için dört yıl beklemesi gerekecektir.
    Haçlılar, 21 Ekim 1097’de Yağsıyan’ın yönetiminde bulunan Antakya’ya ulaşır. Bu şehir 40 yıl önce Bizanslılardan Selçuklulara geçmişti. Erzak stoku zenginliği ve surlarının sağlamlığı ile içeriden bir ihanet olmadığı müddetçe ele geçirilmesi zor bir şehirdi Antakya. Aynı dönemde Suriye’de iki kardeşin savaşı devam etmektedir. Halep Sultanı Rıdvan ve Şam Sultanı Dukak birbirlerine o kadar kin beslemektedirler ki ortak bir tehlike karşısında birleşmeyi bile düşünmezler. Bununla beraber Rıdvan, Haşşaşiyun Tarikatı’nın etkisi altındadır. Yağsıyan önce Şam Sultanı’ndan yardım ister. Ancak Dukak’ın miskinliği ve korkaklığı yüzünden Rıdvan’a yönelmek zorunda kalır. Yardımdan çok Antakya’yı ele geçirme hevesiyle harekete geçen Rıdvan, sayısal üstünlüğüne rağmen, yanlış tertiplenmesi ve çekingenliği sebebiyle Haçlılarla göğüs göğüse çarpışmak zorunda kalır ve ordusu şövalyelerin zırhları altında ezilir. Yağsıyan’ın son umudu olarak geride sadece Musul valisi güçlü Atabey Kürboğa kalır.
        Şubat 1098’de batıdan Baudouin adlı bir Frenk komutanı gelir. Ermeni şehri Urfa’yı himayesine alan Baudouin, şehrin yöneticilerine bir komplo düzenleyerek kendisini “Urfa Kontu” ilan eder. Urfa’ya müdahale etmek isteyen Kürboğa, Antakya’ya ilerleyen birliği ile bu şehri üç hafta boyunca kuşatır ve Antakya’ya yardımı gecikir. Antakya’da ise, Firuz adında Ermeni asıllı bir müslüman, ihaneti ile Frenkleri şehre alır. Katliam ve yağma kaçınılmaz olur. Dukak’ın ordusu ile birleşip Antakya’ya varan Kürboğa, müttefiklerine güvenemediği için, Frenklerin uzun bir kuşatmanın ardından aç ve güçsüz düşmüş olmalarından yararlanamaz. Güçlü müslüman ordusu tek bir ok atmadan, tek bir kılıç veya kargı darbesi indirmeden dağılır.
        Haçlılar 1098’in son günlerinde, Antakya’dan sonra bu şehre üç günlük uzaklıkta bulunan Maarra şehrine yönelirler. İki haftalık bir kuşatmanın ardından şehri ele geçirirler. Frenkler burada korkunç yamyamlıklar yapmış ve bu da tarihe geçmiştir. Maarra hadisesi Araplar ile Frenkler arasında yüzyıllar geçse bile kapanmayacak derin bir uçurum açmıştır. Öte yandan bu korkunçlukları yüzünden Suriyeli emirler Haçlılardan korkarlar ve armağanlar yüklü elçileriyle her türlü yardımı yapacaklarını bildirirler.
        Kudüs’e ilerleyen Haçlılar zengin Bukayye Ovası’nda Hüsn’ül Ekrad’ı (Kürtlerin Kalesi) ele geçirirler. Kırk yıl sonra Frenklerin en ünlü kalesi “Krac des Chevaliers” burada yükselecektir. Çevredeki diğer şehirlerin yaptığı gibi Trablusşam da Hüsn’ül Ekrad’a bir temsilci gönderecektir. Hatta bu şehir daha da ileri giderek bir ittifak antlaşması için Frenklerden şehirlerine bir elçi göndermelerini isterler. Bu da büyük bir hata olur. Elçiler, Trablusşam’ın zenginliğine hayran kalırlar. Trablusşam yöneticisi Celalülmülk, Saint-Gilles’den bir ittifak için cevap beklerken Haçlıların Trablusşam Emirliği’nin ikinci büyük şehri Arga’yı kuşattıklarını öğrenerek şaşırır. Haçlılar ittifak değil yağma peşindedir. Maarra hadisesinden sonra Frenklerin neler yapabileceklerini öğrenmiş Arga halkı direnir ve üç ay sonra Frenkler kuşatmayı kaldırarak Kudüs’e doğru yollarına devam etmek durumunda kalırlar.
        Böyle bir dönemde İslam dünyası, Bağdat’taki Abbasi Halifeliğini sürdüren Sünniler ile Kahiredeki Fatımi Halifeliğini sürdüren Şiiler arasında bölünmüştür. Bizans ile bir ittifak halinde olan Kahire veziri El-Efdal “en üstün” Şehinşah, Frenk istilası karşısında memnundur. Ancak Basileus’unda artık Frenkler üzerinde bir denetimi kalmamıştır. Bunun üzerine, El-Efdal Frenklerden önce davranarak Kudüs’ü ele geçirir. Kudüs’in savunmasını İftiharüddevle “Devletin gururu” adlı bir komutana bırakır. Ancak hareketli kuleleri vasıtasıyla Haçlılar, Temmuz 1099’da Kudüs’ü ele geçirir. Yahudi ve müslümanlar bir hafta boyunca katledilir. Frenkler, büyük bir saygı beslediklerini iddia ettikleri şehri vahşice talan ederler. Doğulu Hristiyanlar da Kutsal Kabir Kilisesi’nden kovulur. Kudüs üzerine yürüyen El-Efdal ise bir yıldırım taarruzu ile bozguna uğratılır. İşte El- Herevi, müslümanların kardeş kavgalarını bırakıp uyanmaları için böylesi bir ortamda harekete geçer.
        1100 yılında, Frenk istilasının belli başlı üç mimarı, Saint-Gilles, Godefroi ve Bohemond çeşitli vesilelerle safdışı kalırlar. Kudüslü Frenklerin başı Tancrede ise Şam’ın Sultanı Dukak tarafından pusuya düşürülür ve canını zor kurtarır. Tancrede Şam’a misilleme yapar, ancak şehri ele geçiremez. Godefroi ölünce, Urfa Kontu Baudouin onun yerine geçmek için Kudüs’e doğru yola çıkar. Dukak, Nehr’ül Kelb üzerinde bir pusu kursa da, Trablusşam Emiri Kadı Fahrülmülk, kendi çıkarı doğrultusunda, Frenklere durumu haber verir ve önlem almalarını sağlar. Kudüs’e ulaşan ve kendisini kral ilan eden Baudouin işgalin baş mimarı olacaktır. Artık Arap dünyasındaki iflah olmaz parçalanma karşısında, Frenk devletleri en başından itibaren kararlılıkları, savaşçılık değerleri ve göreli dayanışmalarıyla gerçek bir bölgesel güç olarak sivrileceklerdir.
        Kılıçarslan, Saint-Gilles’in 100.000 kadar adamıyla Batı’dan döndüğünü ve Boğaz’ı geçtiğini Mayıs 1101’de öğrenir ancak intikal güzergâhını kestiremez. Frenkler bir anda Ankara’da belirir. Daha sonra Suriye’ye yönelmeleri beklenirken kuzeydoğuya, Bohemond’un esir tutulduğu Niksar Kalesi’ne yönelirler. Güzergâhı artık netleştiren Kılıçarslan, pusu yeri olarak Merzifon Köyü’nü seçer. Yollardaki su kaynaklarının zehirlenmesi ve aşırı sıcak ile zayıf düşen Frenk ordusu imha edilir. Sonradan gelen ikinci ve üçüncü Frenk orduları da aynı şekilde kılıçtan geçirilir. Bu da Arap Doğusu’na toparlanma fırsatı verir. Doğu’da bulunan Frenkler ise sayılarının azlığını güçlü kaleler kurarak kapatmaya çalışırlar. Ancak yine de önemli bir kozları vardır: Arapların uyuşukluğu. Kuzeydeki Frenkleri yok olmaktan ise Müslüman Emirlerin ihmalkârlığı kurtarır. Esir düşlen Bohemond’un Antakya Prensliği tam yedi ay başsız kalır. Ne Rıdvan, ne Dukak, ne de Kılıçarslan bundan yararlanmayı düşünemezler. Sonunda Tancrede başa geçer. Tancrede’den korkan Rıdvan, onun Ulu Cami’ye haç takılması yönündeki talebini de kabul edecek kadar alçalacaktır.
        Danişmend, Bohemond’u, 1103’de fidye karşılığı serbest bırakır. Bundan sonra da Urfa ve Antakya Frenkleri birleşerek Harran Kalesi’ne karşı ortak harekâta girişirler. Harran stratejik bir öneme sahiptir. Burası ele geçirilebilirse Frenkler doğrudan Musul ve Bağdat’a ilerleyebilecektir. Halep çembere alınacaktır. Bu esnada Musul’un yeni valisi Çökürmüş ve Artuklu Sökmen savaşa tutuşmak üzeredirler. Haçlılar’ın Harran’a yürüdükleri haberi alınır alınmaz, bu iki düşman birleşir ve Fırat Nehri’nin Belih Çayı kolunda Frenk ordusunu kılıçtan geçirirler.
        1108 yılına gelindiğinde Doğulu Frenkler artık, bölgede kabul edilen ve gerektiğinde ittifak kurulan bir güç konumundadır. Aynı yılın Ekim ayında, Tell Beşir’de, Musul valisi ile Urfa Kontu, Antakya’nın Frenk prensi ile Halep’in Selçuklu Sultanı’na karşı savaştılar. Bu savaşta Antakya-Halep ittifakı galip gelmiştir. Bu zaferden sonra Frenkler en geniş yayılmacılık girişimlerinden birinde bulunurlar. Saint-Gilles, hep gözü olduğu Trablusşam’ı alabilmek için, bir yarımada üzerinde bulunan bu şehrin kara ile bağlantısı olan noktasına “Saint-Gilles Kalesi”ni (Kal’at Sancil) inşa eder. Kadı Fahr’ül Mülk’ün tüm yardım arama çabalarına rağmen Trablusşam 12 Temmuz 1109’da düşer. Hemen ardından Beyrut ve Sayda da alınıp yağmalanır.
        17 Şubat 1111’de Halepli bir kadı, Ebu Fazl İbn’ül-Haşeb, El-Herevi gibi Bağdat’ta olay çıkararak Arap dünyasının uyanmasını sağlamaya çalışır. Uğraşıları isyana varan etkiler gösterir. Askalan ve Sur kentlerinin Frenklere karşı başarı ile savunmaları ile de İslam dünyasında bir başkaldırı rüzgârı esmeye başlar.
        Nisan 1117’de İbn’ül-Haşeb, Halep’de doğan idare boşluğundan yararlanıp yaklaşan Frenk tehlikesine karşı koymak maksadıyla, yönetime Mardin Valisi Türk Komutan İlgazi’yi getirilir. Yeni komutan, 28 Haziran 1119’da Antakya ordusunu Sarmeda Ovası’nda kılıçtan geçirerek büyük bir başarı elde eder. 1922’de yönetime gelen İlgazi’nin yeğeni Belek ise askeri ustalığı, kararlılığı, Frenklerle her türlü uzlaşmayı reddeden tutumu, sadeliği ve kanaatkârlığı kadar, birbirini izleyen zaferleri ile Arap dünyasının taptığı bir kahraman olacaktır. Ancak Belek, 1924 Mayıs’ında bir suikaste kurban gider. 1125’de İbn’ül-Haşeb, çok kanını döktüğü Haşşaşiyun Tarikatı müritleri tarafından öldürülür. Bu örgüt Hasan es-Sabbah’ın kurduğu Şii eksenli dinsel-siyasal bir örgüttür. 1090’da Alamut Kalesini ele geçirmeyi müteakip giderek güçlenmiştir. En gözde silahı ise cinayettir. 1127’ye gelindiğinde, Haşşaşinler artık basit bir yapılanma değil, Arap dünyası’nın Frenk işgalciye karşı koyabilmek için tüm enerjisine ihtiyaç duyduğu bir sırada gücünü kemiren bir cüzzam haline gelmiştir.
        1129’da Şam, Frenk tehdidi altında idi. Atabey Tuğtekin’in yerine geçen oğlu Börü, kendisinden beklenmeyen bir kararlılıkla Haşşaşinlerin Şam’a sızmalarına ve yapılanmalarına kol kanat geren Vezir el-Mezdegani’yi öldürtür. Tarikatın koruyucularının öldüğünü gören halk da Haşşaşiyun müritlerini sokak sokak öldürür. Börü, Frenk tehlikesini de bertaraf eder. Ancak Haşşaşiyunlar 1131’de Börü’den intikamlarını alırlar.
        1128’de Atabey İmameddin Zengi, Bağdat halifesinin Selçuklu hamilerine karşı giriştiği isyan hareketine engel olmasından dolayı ödüllendirilir. Kendisine Musul ve Halep valilikleri verilir. Bundan sonrada Zengi’nin yükselişi başlar. Tecrübeli danışmanlara sahip olması, katılığı, azmi ve devlet bilinci ile Zengi, Frenklere karşı açılan cihadın ilk büyük savaşçısı olarak anılacaktır. Şubat 1130’da Antakya Prensi II.Bohemond, Danişmend’in oğlu Gazi’nin kurduğu bir pusuya düşerek ölünce dul eşi Alice, babası Kudüs Kralı II.Baudouin’e bir darbe düzenler. Bu Frenklerin, kendini doğulu hisseden 2’inci kuşağına özgü bir davranıştır. Ancak Baudouin kızının isyanını bastırır ve onu sürgüne gönderir. Ağustos 1131’de Kudüs kralı ölür. Yerine Alice’in ablası Melisande ile evlenen Foulque d’Anjou geçer. Onun döneminde Frenkler arasındaki anlaşmazlıklar doruk noktasına tırmanacaktır.
        Bu dönemde Selçuklu sultanı ölmüş ve veraset savaşları patlak vermiştir. Halifenin duruma hâkim bir konuma yükselmesiyle Zengi müdahale etme ihtiyacı duyar. Ordusu ile El-Müsterşid’in üzerine yürür. Burada zor duruma düşen Zengi, Eyyub adında genç bir zabitin yardımıyla kaçmayı başarır. Adı geçen Eyyub, Selahaddin’in babasıdır. 1133’te veraset savaşları sona erer ve varisler ölen Sultan Mahmud’un kardeşi Mesud etrafında birleşirler.
        Zengi ile Frenkler arasında ilk önemli savaş 1137’de Orta Suriye’de bulunan Baarin kuşatması esnasında yaşanır. Burada bulunan Trablusşam şövalyeleri Foulque’yi yardıma çağırırlar. Ancak Baarrin’de Foulque’nin ve Zengi’nin orduları arasındaki çarpışma kısa sürer ve şehir Zengi’nin eline geçer.
        Mart 1138’de Rumlar ve Frenkler ittifak yaparak Suriye’de yeni bir fetih savaşına başlarlar. Zengi’nin kendisine ait olmayan bir şehri savunmaya gelmeyeceğini değerlendiren müttefikler, ilk hedef olarak Şeyzer’i seçerler. Ancak bu Zengi’yi iyi tanımadıklarını gösterir. Zengi, öncelikle, birkaç hafta içerisinde bütün Doğu’yu altüst eder. Danişmend’i Bizans topraklarına saldırmaya ikna eder. Bağdat’ta da bir ayaklanma meydana getirecek ajitatörleri örgütler. Sultan Mesud’tan, Suriye ve Cezire’nin tüm emirlerinden kendisine yardım için asker gönderilmesini sağlar. Bizans’ın müttefiki olan Frenk komutanları ile yoğun bir mektup trafiği başlatır ve Bizans ile aralarına anlaşmazlık sokar. Bir yandan da Suriye Hristiyanlarından seçilen ajanlar ile, Frenk ordularının içerisinde propaganda faaliyetleri yürütür. Neticede Zengi hiç çatışmaya girmez. Bizans imparatoru böylesi bir ortamda, bir de Müslümanlara çok kuvvetli bir takviyenin gelmekte olduğunu öğrenince, kuşatmayı kaldırıp gitmeye karar verir. Aslında ortada böyle bir takviye de yoktur.
        Şeyzer Savaşı bitince Zengi’nin İslam âleminde itibarı kat kat artar. Şam’dan Humus’u alır. Ancak gözü Şam’ın kendisindedir. Bu şehrin çevresindeki tek önemli yerleşim yeri Baalbek’i zorlanmadan ele geçirir. Şam ise direnmeye kararlıdır. Şehrin yöneticileri Frenklerle ittifak kurar ve yaklaşan Frenk ordusu karşısında Zengi Baalbek’e çekilmek durumunda kalır. Bundan sonra, Zengi’nin işgalcilerle olan savaşı 1144 yılına kadar bir duraksama yaşayacaktır.
        23 Eylül 1144 günü Zengi, Urfa Kontu II. Jocelin’in yağmaya çıkmasını fırsat bilerek ustaca bir manevra ile Urfa’yı ele geçirir. Buradaki yarım yüzyıllık Frenk hâkimiyetinin sona ermesi aslında en büyük Frenk krallarının komutasında yeni bir istila hareketinin başlangıcı olacaktır. Bu zaferden sonra, Müslümanlar arasında artık Kudüs’ün yeniden fethi konuşulmaktadır. Bu amaç, kısa bir süre içinde Frenklere karşı direnişin simgesi haline gelecektir. Ancak, Zengi 1946’da Fırat Nehri kıyısında bulunan Caber Kalesi’nin kuşatması sırasında kendi yaveri tarafından öldürülür. Onun ölümünün ardından veraset kavgaları başlar. Şam, derhal Orta Suriye’ye egemen olur. Zengi’nin kurduğu güçlü devletin destanı sona ermiş gibi gözükse de bu bir yanılgıdır. Çünkü sözkonusu destan aslında yeni başlamaktadır.
        İktidarı ele geçiren Nureddin, Zengi’nin ikinci oğludur. Adil, erdemli, dindar, itidalli, verdiği sözü tutan ve İslam’ın düşmanlarına açılan cihada sonuna kadar bağlı bir adamdır. Psikolojik seferberliğin öneminin farkında olan Nureddin, yüzlerce din adamı ve âlimi halkın sempatisini kendi yanına çekmek ve böylece Arap dünyasının yöneticilerini kendi bayrağı altında toplanmaya zorlamakla görevlendirir. Propagandasında vaaz ettiği ilkeler şöyledir:
•    Tek din, Sünni İslam, her türlü sapkınlığa karşı amansız mücadele;
•    Tek devlet, Frenkleri her yandan kuşatabilmek için tek devlet;
•    Tek amaç, işgal edilmiş toprakları geri alıp özellikle de kudüs’ü kurtarmak için cihat.
        “Dinin ışığı” Nureddin böylece Arap dünyasını birleştirip Frenkleri ezebilecek bir güç haline getirecek ve zafer meyvelerini de onun sağ kolu olan Selahaddin toplayacaktır.
        1146 Eylülü’nde Nureddin daha henüz ototirtesini yaygınlaştıramadan, Jocelin Urfa’yı ele geçirmeye çalışır. Nureddin beklenmedik bir sürat ile isyanı bastırır. 1147’de Urfa’nın düşüşünün kışkırttığı ikinci Frenk istilası belirir. Kılıç Arslan’ın oğlu Mesud da babası gibi Haçlılara ölümcül darbeler indirir ve sayılarını giderek azlatır. Ancak yinede Haçlılar, kalabalık bir ordu ile Suriye’ye varırlar. Almanların başında Kral Konrad, Fransızların başında da Kral VII. Louis vardır. Bu krallar, doğudaki Frenkler ile toplantılar neticesinde Şam’a saldırmaya karar verirler. Frenkler Arap direnişine bundan iyi hizmet edemezler. Çünkü Şam Kudüs ile ittifak antlaşması imzalamış tek Müslüman şehirdi. Ancak bu şehrin ihtiyar yöneticisi Muineddin Unar’ın politik manevraları sebebiyle Şam’ı alamazlar. Dört gün gibi kısa süren bir savaşın ardından güçlü haçlı ordusu dağılır ve ülkelerine geri döner.
        Nureddin de böylece babasının düşünü gerçekleştirmeye, Şam’ın fethine yönelir. O daha çok şehir halkının sempatisini kazanmaya çalışır. Şam’a geldiğinde uzun bir kuraklık dönemine son veren bir sağanak yağmur başlar. İnsanlar bunu onun ayağının uğuruna yorar. Şam yöneticilerinin şehri Nureddin’e vermektense Frenklerle işbirliği yapmayı tercih etmeleri de halkı Nureddin’e daha da yaklaştırır. Şövalyelerin Şam çarşılarında dolaşmaları gerginliklere neden olur. Nureddin ise ihtiyatlı davranmaya devam eder. Ona göre herşey öncelikle siyasi bir savaştır. Bir müttefik ağı oluşturur. Ayrıca, Şam’ın efendisini, çevresinde bir komplo ağı oluştuğuna inandırarak etrafında güvendiği pek çok kişiyi hapse attırmasına veya öldürtmesine neden olur. Son bir operasyonla da Şam yolundaki tüm erzak kervanlarının önünü keserek, şehirde enflasyon ve kıtlık oluşmasına sebep olur. Halkın yaşadığı kıtlığı yöneticilerinin dindaşları yerine Frenklerle işbirliği yapmış olmasına bağlamasını sağlar. Neticede, Nureddin, şehir sakinlerinin yardımıyla hiç savaşmadan, kan dökmeden, silahtan çok ikna gücüyle Şam’ı fethetmiştir. Bundan sonra Şam tarihinin en şanlı dönemlerinden birini yaşayacaktır.
        Nureddin Suriye’yi yönetimi altında birleştirmeyi müteakip, sıranın Frenk işgali altındaki büyük şehirleri geri almak için cihat ilan etmede olduğunun farkındadır. Ancak, son zamanlarda tekrar güçlenen Bizans’ın sınırlarda meydana getirdiği tehdit, Nureddin’in gerçekleştirmek istediği geniş yeniden fetih harekâtına girişmesini engellemektedir.
        Batılı şövalyelerin, 1156’da, son Fatımi kalesi Askalan’ı fethetmelerinden bu yana Mısır yolu kendilerine açıktır. Şubat 1162’de Frenklerin başına Foulque’nin ikinci oğlu Amaury geçmiştir. Amaury Mısır’ı fethetmeyi saplantı haline getirmiş ihtiraslı biridir. Nureddin, şiilerin zor durumda olmasına üzülmez ama öte yandan da Mısır’ın tüm zenginlikleri ile Frenklerin eline geçmesini de istemez. Bu yüzden kendisinden yardım isteyen Mısır veziri Şaver’e, Selahaddin’in amcası “aslan” Şirkuh’u göndererek cevap verir. Şirkuh, olağanüstü fiziksel cesarete sahip, askerlerinin kendisine hayran olduğu ve bu Mısır seferi ile de çarpıcı kurmay yetenekleri ön plana çıkan bir komutandır.
        Şirkuh bir aldatmaca ile Frenk kontrolündeki topraklardan geçerek Mısır’a varır. Bir yıldırım harekâtıyla Mısır’ı ele geçirir. Şirkuh’un bu seferi askeri verimlilik açısından bir model olma özelliği taşır. Çok kısa bir sürede, hemen hiç kayıp vermeden ve Amaury’yi de faka bastırarak Mısır’ı fethetmiştir. Şaver bu sefer de Suriye ordusuna güvenemez ve Amaury’den yardım ister. Amaury’nin yaklaşmasıyla Şirkuh Mısır’ın doğu kapısı Bilbeys’e çekilir. Nureddin de Mısır’daki durumu görünce Frenklere büyük çaplı bir sefer düzenleyerek onları Mısır’dan çekilmek zorunda bırakır. Toplam altı ay süren bu seferin gerçek galibi de böylece Şaver olur. Daha sonra Şirkuh’dan korkan Şaver, Amaury ile uzun süreli bir ittifak da yapar. Şirkuh’un ordusu ile el-Babeyn Köyü yakınlarında karşılaşan müttefikler ağır bir yenilgiye uğrarlar. Şirkuh yine beklenmedik bir hamle ile İskenderiye’yi ele geçirir ve buranın komutasını genç Selahaddin’e bırakır. Nihayet Şirkuh ve Amaury, mücadelelerinin sadece Şaver’e yaradığını anlarlar ve anlaşarak ülkelerine geri dönerler. Amaury toplamda Mısır’a beş kez sefer düzenler ve beş kez başarısız olur. Ocak 1169’da Selahaddin Şaver’i pusuya düşürür ve halifenin yazılı onayı ile onu kendi elleri ile öldürür. Şirkuh Mısır valisi olur. Ancak iki ay sonra Şirkuh da vefat eder. Fatımi Halifesi El-Adid, deneyimsiz ve genç olduğunu düşünerek Nureddin’den Selahaddin’i vezir olarak atamasını teklif eder ve bu teklifi kabul edilir. Ancak daha 1169’un sonuna gelmeden Selahaddin Mısır’ın tartışmasız tek hakimi olmayı başarır. Selahaddin bundan sonra Nureddin’e hep mesafeli davranır. Suriye melikinin Şii Halifeliği’nin ortadan kaldırılmasına yönelik dayatmalarına boyun eğerek, El-Adid’in hastalıktan öleceği bir dönemde Mısır’ın yönetimine resmen el koyar. Artık Selahaddin o zamana dek sahip olmadığı siyasi bir boyut kazanır. Nureddin ile olan ihtilafı daha da belirgin hale gelir. Tam da Mısır’ı Selahaddin’den almaya yönelik bir sefer hazırlığı içerisinde olduğu bir dönemde, Nureddin ölür. Bundan sonra Selahaddin, Nureddin’in bir rakibi olmaktan çok onun devamcısı olarak görülecektir.
        Selahaddin, Nureddin gibi halife olmayı hakettiğini göstermek kaygısıyla, onunla aynı amaçların peşinde koştuğunu göstermeye çalışır. Kudüs’ü geri almayı hedefler. Gerçekten de Selahaddin İslam dünyasına saldıranların üzerine Nureddin’den daha acımasız bir şekilde gidecektir.
        Selahaddin, 1174’te Orta Suriye’de Şam’a kadar ilerlemiştir. Ancak Şam direnir. Selahaddin ise müslümanlarla doğrudan ihtilafa düşmekten kaçınmaya çok dikkat etmektedir. Şam Emiri es-Salih, Haşşaşinlerden yardım ister. Haşşaşinler suikast girişimlerinde bulunsalar da başarılı olmazlar. 1181’de es-Salih zehirlenerek öldürülünce Mısır ile Suriye arasındaki gerginlik de durulur. 1183’de Selahaddin törenle Halep’e girer. Artık Suriye ile Mısır, Eyyubi hükümdarının tartışılmaz otoritesi altında fiilen birleşmiştir.
        1180’de Şam ile Kudüs arasında, bölgede serbest mal ve insan dolaşımını güvence altına alan bir anlaşma imzalanmıştır. Ancak, özellikle Renaud adlı şövalyenin başını çektiği bir kısım Frenkler bu anlaşmayı sıklıkla bozarlar. Sultan Selahaddin uygun zamanı kollar. Frenklerin kendi içi kavgalarına da katılır ve çeşitli ittifaklar yapar. Ancak bir yandan da dalga dalga müslümanları cihada çağırır. Artık yeteri kadar güçlenmiş olan Müslüman ordusunun Frenkler ile bir meydan savaşına tutuşması gerekmektedir. Selahaddin bunun için bir tuzak hazırlar. Önce Taberiye kalesini işgal eder, sonrada kalenin içerisinde Raymond’un eşi olan kontesi bir avuç asker ile kapandığı yeri kuşatır. Frenkler buraya derhal bir ordu hazırlar ve gönderirler. Frenkler intikal planlarına göre bir günlük yürüyüş mesafesi katedilecek ve Hittin’e vardığında Taberiye Gölü’nden su ihtiyaçları temin edebilecektir.  Ancak Selahaddin yol boyunca onları yavaşlatan akınlar düzenler. Hedeflerine vardıklarında da su kaynağına ulaşmak için Selahaddin’in askerleri ile savaşmak zorunda olduklarını görürler. Frenklerin geri çekilme yolları da kesilir. Yapılan savaşta Selahaddin belirleyici bir zafer kazanır.
        Hittin Savaşı’nın ardından bu kadar güçlü bir orduyu toplamışken Selahaddin durmaz. Civardaki küçük kaleleri ele geçirmeyi emirlerine verir. Selahaddin ise Trablusşam Kontluğu’na kadar ilerler. Sur şehrini almak için vakit kaybetmemeyi hesaplayan Selahaddin Askalan ve Gazze’yi de alarak Kudüs’e kadar dayanır. Teslim olma teklifini olumsuz cevap alan Selahaddin, tüm birliklerini Kudüs çevresinde toplar ve 2 Ekim 1187 Cuma günü, Miraç Kandili’ne rastgelen bir günde, Selahaddin törenle Kudüs’e girer.
        Ancak bu şanlı zaferde Sur şehrinin atlanması bir stratejik hatayı da beraberinde getirmektedir. Çünkü fethedilen şehirlerdeki Frenkler buraya akın ederek bu şehri fethedilemeyecek kadar güçlendirmektedir. Batıdan gelen Frenkler de burayı bir kıyıbaşı olarak kullandılar. 1189 Eylülü’nde Frenk savaşlarının en uzunlarından biri Akka muharebeleri başlar. Akka burun şeklide olan bir yarımada üzerinde kuruludur. Frenkler burada Müslümanları bir yay şeklinde sıkıştırır. Ancak, bu yay giderek kalınlaşmaktadır. Savaşın kızıştığı günlerden birinde Selahaddin Almanların Kralı İmparator Friedrich Barbarossa’nın iki yüz ila iki yüz altmış bin askerle Konstantinapolis’e yaklaştığı haberini alır. Tüm İslam alemini cihada çağıran Selahaddin’in imdadına yine talihi yetişir. Barbarossa Toros dağlarında girdiği bir çayda boğulur. Akka’da uzayan durum ise yavaş yavaş bir geçici uzlaşma halini alır. Öte yandan Akka garnizonunun erzak durumu iyi değildir. Nisan 1191’de Fransız kralı Philippe Auguste ve müteakiben Haziran’da Aslan Yürekli Richard, Akka yakınlarında karaya çıkar. 11 Temmuz 1191’de de Akka düşer.
        Selahaddin Haçlı ordusunun Filistin sahilini ele geçirmesini engelleyemeyeceğini, hele de bu orduyu imha edemeyeceğini anlamıştır. Niyeti artık onları Kudüs’ten uzak tutmaktır. Selahaddin ile bir türlü karşılaşamayan Kral Richard, siyasi oyunlarla Müslüman dünyasını bölmeye çalışmış ancak ondan daha da usta olan Selahaddin oyunların hepsini tersine çevirmeyi başarmıştır. Zaman Selahaddin’den yana idi. Hâlbuki kralların geride dönmek için sabırsızlandıkları bir krallıkları mevcuttu. Selahaddin’in stratejisini krala gönderdiği bir cevapta açıklamaktadır:
“Krala de ki, Askalan konusunda taviz vermeyeceğim. Kışı bu memlekette geçirme tasarısına gelince; bunun zaten kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum, çünkü ele geçirdiği toprakları o gider gitmez geri alacağımızı biliyor. Hatta belki o gitmeden bile geri alabiliriz. Henüz ömrünün baharındayken ve yaşamın tüm zevklerinden istifade edebilecekken, kışı burada, ailesine ve ülkesine iki aylık mesafede geçirmeyi gerçekten istiyor mu? Bana sorarsanız, ben kışı, sonra yazı, sonra bir başka kışı ve bir başka yazı burada geçirebilirim, çünkü burası benim memleketim, bakmakla yükümlü olduğum çocuklarımın ve yakınlarımın arasındayım ve yaz için bir ordum, kış için başka bir ordum var. Hayatın zevklerini artık pek umursamayan yaşlı bir adamım ben. Allah zaferi ikimizden birine nasip edinceye kadar, böyle oturup bekleyeceğim.”
        Bu söylemlerden etkilenen Richard beş yıllık bir anlaşma imzalar ve ülkesine geri döner. Frenklerin ellerinde bundan böyle Arap âlemine tehdit olabilecek devletler değil, sadece belli yerleşim yerleri bulunacaktır. Selahaddin ise daha elli yaşında hayata veda eder.
        Selahaddin’in ardından 9 yıllık bir veraset kavgası yaşanır ve kardeşi el-Adil üstün gelir. Onun döneminde Arap âlemi bir barış ve hoşgörü dönemi yaşar. El-Adil uyanık bir devlet adamıdır. Venediklilerle anlaşarak Mısır ve Suriye’ye haçlı dalgalarını geçirmemelerini sağlar. Ancak tam bu esnada, 1202’de Venedik ile daha önceden anlaşmış bulunan Frenk ordusu gelir. Venedik Dukası usta bir manevrayla bu orduyu kendi emelleri için kullanmaya başlar. Böylece el-Adil ile olan anlaşmasına da sadık kalır. 1203’de Venedik donanması Konstantinapolis’e varır. Frenklerin Bizans’ı sömürüsü tam elli yedi yıl sürecektir. Zaten artık Suriye sahillerinin bir çekiciliği kalmamıştır. Bu şartlarda Suriye Frenkleri de barış döneminin uzamasına yönelik olarak çalışmakta ve barış anlaşmalarının sürelerini uzatmaktadır. Roma’da ise savaşın yeniden başlatılması istenmektedir. 1210 yılında Akka’nın başına batıdan getirilen Jean de Brienne geçer. Uzun bir hazırlık döneminden sonra Nisan 1218’de yeni Frenk istilası başlar ve uzlaşma yanlısı el-Adil hayal kırıklığına uğrar. Hedef Mısır’dır. Ancak Nil’i dev zincirlerle kapatan Müslümanlar üç ay bu harekete engel olurlar. El-Adil bu sıralarda geçirdiği bir kalp krizi ile vefat eder. Onun ardından bir veraset savaşı olmaz ancak Frenkler de durdurlamaz. Tahta geçen el-Kamil, Frenklere Mısır’dan çıkmaları karşılığında Kudüs’ü ve gerçek haçı vermeyi bile teklif eder. Ama Frenkler bunu kabul etmezler, çünkü II.Friedrich komutasında bir ordu daha gelecek diye beklemektedirler. Nil nehrinin kabarmasından faydalanan ve geri çekilme yollarını nehrin setlerini yıkarak kesen Mısırlılar, Frenkleri yeni şartlar ile bir barışa zorlarlar. Bu anlaşmaya uygun olarak Frenkler işgal ettikleri yerleri teslim ederler ve ülkelerine geri dönerler.
        El-Kamil, daha sonra II.Friedrich’in hoş görülü ve Müslümanlara sempati duyan tavrını öğrenir. Onunla dostluk ilişkileri kurar. Mısır ve Suriye arasında bir tampon devlet kurmayı planlayan el-Kamil, II.Friedrich’i Kudüs’ü almaya teşvik eder. Bir oldu bitti ile 1229’da Kudüs II.Friedrich’e teslim edilir. Buna en şiddetli tepki Şam’ın meliki en-Nasır’dan gelir. El-Kamil’e açıkça savaş ilan edilir. Kasım 1239’da,  en-Nasır, bir baskınla Kudüs’ü ele geçirir. Bu olay tüm Arap dünyasında bir sevinç patlamasına sebep olur. Ancak şehrin savunulmaz bir durumda olması sebebiyle elinde tutmaya çalışmaz ve el-Kamil’in ölümünden sonra veraset savaşında Frenklerin ittifakını kazanmak maksadıyla,1243’te, onların şehir üzerindeki haklarını resmen tanır.
        Bu dönemde doğudan gelen yeni bir tehlike belirir: Cengiz Han. Aslında İslam topraklarına ilk Moğol baskısı, Frenklerin 1218-1221 yılları arasında Mısır’ı istila etmesiyle aynı döneme denk gelir. Cengiz Han’ın 1227’de ölmesiyle bu baskı bir kaç sene için gevşer.
        1247 yılında Fransa Kralı IX. Louis Mısır’a karşı bir sefer düzenler. Bu sırada Mısır’ın başında el-Kamil’in oğlu Eyyub bulunmaktadır. Frenklerin başarıları karşısında Eyyub, Louis’e babası gibi Kudüs’ü teklif eder ancak teklifi kabul görmez. Eyyub da direnmeye karar verir. Karargâhını Mansure’ye taşıtır. Frenkler bu şehrin kapılarına dayandığı bir zamanda Eyyub ölür. Eyyub’un cariyesi, Ermeni asıllı güzel ve kurnaz Şeceretüddür, akıllıca bir hamle ile Eyyub’un ölümünü gizler. Şubat 1250’de bir ihanet sonucu Frenk ordusu aniden şehre girmeyi başarır ve tam bu başarılarının meyvelerini toplayacaklarken Memluk Türkleri yetişir. Memlukler sokak sokak dağılmış olan Frenkleri kılıçtan geçirirler. Frenkleri mağlup etmelerinden üç hafta sonra Memlukler, Okçu Baybars’ın emir komutasında bir darbe düzenlerler ve son Eyyubi sultanı Turanşah’ı öldürerek üç yüz yıllık bir süre için iktidara geçmelerini sağlayacak devrimi gerçekleştirirler. Şeceretüddür, Memlük komutanlarından Aybek ile evlenir ve Aybek böylece sultan ilan edilir. Artık Frenk istilacılara karşı tavırda bir setleşme de belirginleşmeye başlayacaktır.
        1251’den itibaren Cengiz Han’ın oğullarından Hulagu, İslam’ın en itibarlı başkentlerine karşı topyekün yok etme savaşına başlar. İlk hedef Bağdat’tır. 10 Şubat 1258’de Bağdat düşer ve halkı acımadan katledilir. Akka Frenkleri hariç Doğulu Frenkler ve Ermeniler Hulagu ile ittifak kurarlar. Ocak 1260’da Halep düşer. 1 Mart 1260’da Şam alınır.  Hulagu Kahire’ye koşulsuz boyun eğmesini bildiren elçiler yollar. Elçiler dinlenir ve boyunları derhal vurulur. Memlukların da şakası yoktur. Aybek’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu ufukta beliren savaşın sorumluluğunu taşıyacak karakterde gözükmemektedir. Türk asıllı bir asker Kutuz vatansever bir darbe ile iktidarı ele geçirir. Ülke hemen savaş haline geçer. Temmuz 1260’da güçlü Mısır ordusu düşmanı karşılamak için Filistin’e girer. Ancak bu sırada Moğol hakanı Möngke öldüğü için Hulagu veraset savaşlarına katılmak maksadıyla Asya’ya gitmiştir. Moğol ordusu büyük bölümünü böylece yitirince Kutuz onları Gazze’de yener. Ardından Şam’a yönelir. Moğol yönetici Kitguba’yı Ayn Câlût adındaki köyde tuzağa düşürür. Moğol süvarileri kılıçtan geçirilir. 8 Eylül akşamı Memluk süvarileri Şam’a kurtarıcı olarak girerler. Müteakiben Ekim 1260’da Antakya ve Ermenistan’a Moğollara destek verdikleri için bir misilleme seferi başlatılır. Bu esnada Kutuz bir darbe ile Baybars tarafından öldürülür. Artık yeni sultan Baybars’tır. Bu kanlı ve imansız subay büyük bir devlet adamı olduğunu hızla gösterecek ve Arap dünyasında gerçek bir rönesansın mimarı olacaktır.
        Kutuz’un ölümü ile duraksayan misilleme seferi 1261’in sonunda gerçekleştirilir. Ermeni Krallığı bu seferden sonra bir daha belini doğrultamaz. Antakya da dört gün içerisinde düşer. 1271’de Doğu Frenklerine saldırı başlatır. Mart ayında Selahaddin’in bile boyun eğdiremediği Hısn’ül Ekrad düşer. Bu dönemde gerçekleşen Moğol akınları da püskürtülür. 1277’de Baybars zehirlenerek öldüğünde Doğu’daki Frenk toprakları tespih tanesi gibi dizilmiş ve her yandan Memluk İmparatorluğu’nun toprakları tarafından kuşatılmış sahil şehirlerinden ibaret kalmıştır.
        Mart 1289’da, Memluk Sultanı Kalavun, Suriye’deki Frenk şehirlerinin birer köprübaşı olarak kullanılma olasılığı ve Batılı Frenklerin Moğollarla ittifak girişimlerinde bulunmalarını bahane ederek bölgeledeki varlıklarını sonlandırmak maksadıyla yeni bir fetihe başlamaya karar verir. Ancak, Akka Frenklerini diğerlerinde ayrı turar. Batı ile ticari ilişkilerinde Akka’dan faydalanmayı değerlendirmektedir. Akka krallığı ile bir ateşkes antlaşması imzalar. Anlaşmanın korumadığı tüm Frenk topraklarını almayı da kendisine hedef olarak belirler. Bunlardan ilki olan Trablusşam’ı haritadan siler. Memlukların fetihlerinden endişe duyan Akka Kralı Henry, Roma’dan takviye ister ve 1290 yazında gelen heybetli bir donanma gözü dönmüş binlerce Frenk savaşçısını şehre boşaltır. Bu kontrolsüz askerler Akka’daki Müslüman halka eziyet ederler. Kalavun da Memluk Sultanlığı’nın dört bir yanına son bir cihat çağrısı yapar. Ancak 4 Kasım 1290’da hastalanır. Emirlerini oğlu Halil’e biat ettirir ve ondan Frenklere açılacak bu son seferi sonuna kadar sürdüreceğine dair yemin etmesini ister. Halil’in komutasındaki güçlü Müslüman ordusu 17 Haziran 1291’de Akka’yı almayı başarır. Akka, Frenklerce Selahaddin’in elinden alındığı aynı gün ve aynı saatte tam yüzyıl sonra geri alınmıştır. Böylece son Frenkler de Suriye ve sahil bölgelerinden kovulmuş oldular.
        Sonuç olarak Haçlı seferleri İslam’ın ilerleyişini durduracak yerde Müslümanların kendilerini toparlamalarına ve Osmanlı ile de batıya fetih hareketlerine koşmalarına sebep olmuştur. Frenkler açısından bir diğer sonucu da Arapların “rahle-i tedrisi”nden geçmeleri olmuştur. Yunan uygarlığının mirası Batı Avrupa’ya ancak bu uygarlığın tercümanları ve devamcıları olan Araplar aracılığı ile taşınmıştır.
        21’inci yüzyıla gelindiğinde, Arap âleminin siyasi ve dini sorumlularının, Selahaddin’i ve Kudüs’ün geri alınmasını halen söylemlerinde dayanak olarak kullanmaları, İsrail’in yeni bir Haçlı devleti gibi görülmesi, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün üç tümeninden birinin adının Hittin, diğerinin adının da Ayn Câlût olması, Arap Doğusu’nun Batı’yı her zaman doğal bir düşman olarak görmesi, kuşkusuz Haçlı seferlerinin günümüzde etkilerinin halen devam ettiğinin birer göstergeleridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder