Semitizm ve Anti-Semitizm, Bernard Lewis, Everest, 2004, İstanbul
Yahudilik, Siyonizm, Semitizim, Anti-Semitizm ve İsrail Üzerine.
Yazar
kitapta Yahudi sorununu başlangıcından günümüze kadar aşama aşama olayların
gelişimine vurgu yaparak anlatmıştır. Öncelikle kitapta sıkça geçen İsrail
nedir, Siyonizm nedir ve Yahudiler kimlerdir? Sorularını cevaplamıştır.
İsrail 14 Mayıs1948’de kurulan
devletin adıdır. Diğer devletlerin yaptığı gibi kendi çıkarlarını güderek, bu
çıkarlarına hizmet edecek politikaları uygulayan bir devlettir. Siyonizm Yahudi
devletine dönüşecek bir Yahudi ulusal yurdu oluşturmaktır. Bu yurt başka
yerlerde yaşamaya devam eden Yahudilere gerek duydukları takdirde sığınak
olacak ve onlara cesaret verecekti. Ayrıca katledilme ve şüphe duyulma korkusu
olmaksızın kendi kültürlerini ve yaşam tarzlarını geliştirebilecekleri bir
merkez haline gelebilecek bir yurt. Bazıları bu Yahudi ulusal yurdunun dünyanın
herhangi bir yerinde kurulabileceğini öne sürdü. Burası boş bir arazi de
olabilirdi de, gönüllü bir devlet de. Bunun için birçok yer düşünüldü, fakat bu
tartışmanın ötesine geçilemedi. Yahudilerin tarihsel hak iddia ettikleri,
gerekli çaba ve tahammül gücünün gösterilmesini sağlayacak kadar güçlü bir
duygusal cazibeye sahip tek bir yer vardı; eski İsrail toprakları.
Yahudi nedir sorusuna onların
dostları ve düşmanları tarafından verilen birçok yanıt bulunur. Haham hukukuna
göre, bir Yahudi; Yahudi bir anneden doğan yada Yahudiliğe geçen kişidir. İnanç
ve uygulamasındaki hatalar ne olursa olsun bu kişi Yahudi olarak kalmaya devam
eder; başka dine geçse de Yahudiliği son bulmaz. Bu noktada İsrail hukuku haham
hukukundan ayrılarak, Yahudilikten çıkanın Yahudiliğinin sona ereceği hükme
bağlamaktadır. Yazar bunun bir ırkçılık olmadığını savunmaktadır.
Düşmanlarına göre ise Yahudiler bir
ırktır ve hangi dili konuşursa konuşsunlar, hangi dine mensup olursa olsunlar
Yahudilerdir.
İsrailliler, Siyonistler yada
Yahudiler için benimsenen tanımlar nasıl farklılık gösteriyorsa kendilerine
karşı beslenen düşmanlıkta farklılık göstermektedir. Genelde üç tür
düşmanlıktan söz edilmektedir, birinci düşmanlık İsrail’e, onu yaratan Siyonist
hareket ve ideolojiye muhaliftir. İkinci düşmanlık çoğunluktakilerin azınlığa
karşı takındıkları tutumdur. Üçüncü düşmanlık Anti-Semitizmdir. Semitizm
fikrine karşıdır, Yahudilere karşı duyulan nefretle paralellik taşımaktadır. Bu
sıradan bir nefret değil, amaç yok etmektir.
Soykırıma yeryüzünde birçok topluluk
maruz kalmıştır ama hiçbirisi Yahudilere karşı yapılan soykırım kadar şiddetli
olmamıştır.
Nazi doktrinine göre Yahudiler çoğu Avrupalıların ait
olduğu ırktan farklı aşağı ve düşman bir ırktan geldikleri için yabancıdır ve Avrupa’da
davetsiz misafirdirler. Çoğu Avrupalı Ari ırkına mensupken, Yahudiler Sami ırkının
bir parçasıdır. Naziler Sami ırkından olan Arap ve Yahudileri aşağı bir ırk
olarak görüyordu. Yahudiler, kendilerine ait bir yurtları olamadığı için bütün Avrupa’da
sonu soykırıma ulaşan işkenceler görmüşlerdir.
Kitaba göre soykırımın bir diğer
sebebi ise Yahudilerin İsa’ya inanmayıp onu çarmıha gererek öldürmeleridir.
Çoğu Hıristiyan olan Avrupa Devletleri’nin Yahudilere olan nefretinin
sebebidir. Araplarda ise Kuran’da Yahudilerin peygambere inanmadıkları için
kaybedip hüsrana uğradıklarını anlatan benzeri ayetlerin olması Müslümanların
tepkisinin kazanılmasına sebep olmaktadır. Diğer nedeni ise İngiliz mandası altında
olan Filistin’de çoğunluğunun Müslüman olması ve Yahudilerin oraya yerleşme
çabalarıdır. Kitaba göre Müslüman’larda da Yahudi’lere karşı kötü muameleler
yapılmıştır ama diğer Avrupalılar kadar eziyet ve yok etme olmamıştır.
1939-1945 yılları arasında bir
milyonu çocuk, beş veya altı milyon kişi sadece Yahudi oldukları için
toplanarak kamplara tıkılmış ve çeşitli şekillerde öldürülmüşlerdir. Daha
önceki yıllarda kurşuna dizilmişler ve yine kendilerine kazdırılan çukurlara
gömülmüşlerdi. Bu harekât Almanya’nın Nazi yöneticileri tarafından düşünülmüş
ve planlanmıştı, büyük ölçüde de Almanlar tarafından uygulandı. Uygulamada
yalnız değillerdi, Almanya tarafından işgal edilen ülkelerdeki halkın etkin
işbirliğine ve sadece Alman işgali altında bulunan Avrupa’da değil tarafsız
bölgelerde yaşayan geniş kitlelerin, hatta batı ittifakının hükümet ve halklarının
da kayıtsızlığı bunda etkin rol oynamıştır.
Almanlar kesin olarak yenilgiye
uğratıp teslim almadan önce işgal altındaki ülkelerde yaşayan hemen hemen bütün
Yahudileri yok ettiler. Naziler için Yahudilik bilimsel yada kültürel bir
özellik olmadığı gibi bir topluluğa yada halka aidiyette içermiyordu. Yahudilik
ırksal ve sabit bir özellik; dördüncü dereceden bir büyükanne veya büyükbabanın
bile varisçisine bulaştırdığı kalıtımsal ve çıkmayan bir lekeydi.
Fransız İhtilali’nin etkisiyle Avrupa’da
ırk kavramı önem kazanmıştır. Hitlerin düşüşünden sonra Yahudilere karşı resmi
bir nefret kampanyası başlatan ilk Arap olmayan devlet Sovyetler Birliği’dir. Yahudilere
diğer milletlere verildiği gibi kendi kültürlerini, kendi dillerini geliştirme ayrıcalığı
bile verilmemişti. Milliyet bakımından hala Yahudi olarak sınıflandırılsalar da
sistematik olarak Yahudi köklerinden koparılıyorlardı. Kültür ve dil olarak
Rusyalaştırılırken bile içerdiği tüm ahlaki ve bireysel tehlikelerine rağmen sahtekârlık
yapmaksızın Rus olamıyorlardı.
Ağustos 1939’daki Alman-Sovyet
Anlaşmasından sonra durum daha da kötüleşti, Sovyetler Nazi politikasını
izlemeye başladı. Sovyetlerdeki Yahudilerin durumu, Nazilerle Sovyetlerin
durumuna göre değişiklik gösterdi.
Alman filologların yaptıkları
araştırmalara göre Sami dillerinin tek bir orijinal dilden geldiği ve dilleri
konuşan halkların tek bir halktan türedikleri fikri geniş yankı uyandırmıştı.
Samilerin özelliklerini belirlerken tarihçiler Avrupa Yahudilerini bu ırkın saf
temsilcileri olarak ele almışlardır. Yazara göre Arapların kökeni de
Yahudi’dir.
Yazara göre Filistin nüfusunun
yapısı birkaç kez değiştirilmiştir. Hiç şüphesiz orijinal halkların kökü
tamamen kazınmamıştır. Zaman geçtikçe bunlar Musevileşmiş,
Hıristiyanlaştırılmış ve Müslümanlaştırılmıştır.
Birçok kıtada çok farklı koşullarda
yaşayan Yahudiler geniş bir alana dağılmışlardı. Bunlar arasında birkaç farklı
grup diğerlerinden ayırt edilebilir. 1648 yılı Polonya Yahudileri için
atalarının ortaçağ Avrupa’sında karşılaştıklarından çok daha kötü bir
felaketler dizisinin başlangıcıydı. O yıla kadar sadece Polonya’daki Yahudiler
batıdaki tüm Yahudilerden daha fazla sayıya ulaşmışlardı. 18. yy. sonlarında Polonya’nın
parçalanması ve eski Polonya topraklarını büyük bölümünün Rusya tarafından
ilhak edilmesiyle, çarların herhangi bir şekilde kabullenmeyi reddettikleri
Yahudiler tebaaları oldu. Katliam ve sürgün gibi eski yöntemler artık yararlı
gözükmüyordu. Sayılarının da fazla olması dolayısıyla ekonomik kayıp fazla
olacaktı. Artık kötü davranışlar saygıdeğer kişilerce hoş görülmediği
aydınlanma çağı içerisinde bulunuyorlardı. Yahudi tebaalarına verecekleri statü
konusunda Ruslar arasında yaşanan belirsizlik ve anlaşmazlık döneminden sonra
yerleşim Bölgesi olarak bilinen olguyu tesis eden 1804 tarihli bir imparatorluk
yasası çıkarıldı. Bu yasa otuz ilden oluşan bir bölgede Yahudilere yerleşim ve
bazı siyasi haklar tanıyordu. Yerleşim bölgesi Rus Polonyası, Litvanya, Beyaz Rusya,
Ukrayna ve Karadeniz’de de Türk’lerden alınan üç vilayet oldu.
Yahudi ırkının yok edilmesi, Yahudi
kültürünün ortadan kalkması ve pis kanın ortadan kaldırılması ile ilgili birçok
yaptırımlar uygulanmıştır. Örneğin Rusya’daki büyük Yahudi nüfusuna karşı
başlatılan senaryoda; Yahudilerin üçte biri Hıristiyanlaştırılacak, üçte biri
göç ettirilecek, üçte biri ise öldürülecekti. Napolyon “Yahudiler kötü kanla
bozulmuş bir ırktır; iyi şeyler yavaşça meydana gelir, bozulmuş kanda ancak
zamanla düzelebilir.” Napolyon’un çözümü yoğun bir şekilde karşılıklı
evlilikti: “her üç evlilikten biri Yahudi ve Fransız arasında gerçekleştiğinde Yahudi
kanının özel niteliği sona erecektir.” İmparatorluğun arzuladığı karşılıklı
evliliği Yahudilerle Hıristiyanlar arasında değil, Yahudilerle Fransız’lar
arasında olması gerektiğini ve aralarındaki farkın inanç değil kan olduğuna
dikkat çekmek gerekir.
Yahudi topluluğunun önemli bir
bölümü de Osmanlı imparatorluğunun topraklarında yaşıyordu. Khmelnitsky’nin katliamlara başladığı yıl olan 1648 yılında Sabetay
sevi isimli Kabala öğrencisi genç bir Yahudi İzmir’de kendini Mesih ilan etti.
Bazı Kabala eserlerine göre o yıl direniş ve kurtuluş yılı olacaktı. Mesih’in
gelişi dünyada Tanrı Krallığının kurulmasından önce gelecek bir felaketler
döneminin habercisi gibi gözüküyordu. Yahudilerin asırlar süren sürgünü
sırasında birçok sahte Mesih ortaya çıkmıştı. Fakat hiçbiri Sabetay Sevi kadar
iyi müjdelenmiş ve kabul görmüş değildi. Sevi Osmanlı İmparatorluğu’nun her
yerinde hatta daha uzakta Hamburg, Amsterdam ve Londra’daki Yahudilerin bile
çılgınca takdirini kazanıyor, ciddi Yahudi iş adamları evlerini ve eşyalarını
satarak Kudus’ü kurtarma yolculuğuna hazırlanıyordu. Türk yetkililer tarafından
kargaşa çıkarma suçlamasıyla hapse atılan İzmirli Mesih kendini İslamiyet’e
geçerek kurtulabildi ve kalan günlerini sultanın hizmetkârı olarak geçirdi.
Böylelikle yönetimde Yahudilerde bulunmaya başladı. Sevi’nin en sadık
müritlerinden bazıları, İslamiyet’e geçişini de misyonunun bir parçası kabul
ederek onu takip edip Müslüman oldular. Müslümanlığa geçen bu gizli Yahudilere
Dönme denilen garip bir İslami mezhebi oluşturdular.
Genel olarak Yahudi ve İslam
teolojileri birbirlerine Hıristiyanlıktan çok daha yakındır. Hem Yahudiler, hem
de Müslümanlar mutlak bir biçimde tek tanrıcıdır. Müslüman-Yahudi yakınlaşmasının
gerçekleştiği belki de en önemli konu olan kutsal hukuk ve bu hukukun güven
duyulan koruyucularıdır. Hem Musevilik, hem de İslam hukuk dinleridir ve Yahudi
Halakhası ve İslam Şeriatı arasında birçok ortak yön bulunmaktadır. Yahudiler
ve Müslümanlar belki aynı beslenme kurallarına sahip değillerdir ama uyulması gereken
beslenme kuralları olduğu hususunda hemfikirdirler ve her ikisi de bu tür
sınırlamaları tanımayan Hıristiyanlara olumlu gözle bakmazlar.
Yahudiler 1400 yıl boyunca ve birçok
yerde, İslamiyet’in egemenliğinde yaşadılar; dolayısıyla İslami yönetim altındaki
tecrübelerini genelleştirmek zordur. Fakat ayrımcılıktan muaf tutulmadıkları
ama nadiren eziyete maruz kaldıkları; en kötü hallerinden asla Hıristiyanlık
dünyasındaki kadar kötü, en iyi hallerinin de yine Hıristiyanlık dünyası kadar
iyi olmadığı makul bir kesinlikle söylenebilir.
Avrupalı düşmanları karşısında
Müslümanların uğradıkları sürekli yenilgiler, zayıflık hissinin güçlenmesi,
İslam topraklarının ve nüfusunun gün geçtikçe daha fazla oranlarda Avrupa
İmparatorlukları’nın egemenliği altına girmesi, İslam dünyasındaki batı
üstünlüğünden kaynaklanan travmatik, ekonomik, siyasi ve nihayetinde de kültürel
ve toplumsal değişimlerin bileşimi Müslümanların özgüvenini ve bununla
birliktede diğerlerini de hoşgörüyle yaklaşma isteklerini zayıflattı. Yahudilere
artık farklı bir gözle, Avrupalı düşmana karşı sempati besleyen ve bundan
dolayı da İslam’a karşı ciddi bir tehdit oluşturan hoşnutsuz ve sadakatsiz bir
teba olarak bakılıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder